ATATÜRK’TEN SURİYE, IRAK VE TÜRKİYE KONFEDERASYONU


“Osmaniye, Bahçe, Maraş, Urfa taraflarında pek mühim muvaffakiyetler elde ettik.

Hareketimize devam etmekteyiz. Mektuplarınızda, Suriye, Irak ve Türkiye’nin bağımsızlıklarını kurtaracak bir ‘konfederasyon’ teşkil eylemek veyahut gelecekte kararlaştırılacak tarzda bir irtibat tesis eylemek maksadıyla birlikte hareket edilmesi bildirilmiş ve biz de bu tekliflerinizi kabul ederek, tafsilatlı talimat göndermiştik. Bunların ulaştığına dair henüz bir malumat alamadığımızdan, Maraş üzerinden daha çabuk alabileceğinizi düşünerek, sözü geçen talimat özetini aşağıda arz ederiz. (Atatürk’ün Kendi Kaleminden 8 Suriye ve Irak, Kaynak Yayınları, 1. Basım, Ekim 2018, s. 59)” Burada görüldüğü gibi Atatürk, Anadolu’ya geçtikten sonra komşularımız Irak ve Suriye’nin ulusal güçleriyle de ilişki kurmuş ve onların kurtuluş mücadelelerine katkı yapmıştır. Türkiye, Irak ve Suriye arasında üçlü bir konfederasyon düşüncesi amaçlanmış. Üç komşu ülkenin işgallerden kurtulması için ortak savaşım söz konusu.

“Havran, Şam ve Balebek (Baalbek olmalı. AH) civarındaki kuvvetlerinizle, Şam’ı, Zaydani Boğazı’nda her türlü istilaya karşı müdafaa etmek. Amman, Merciun kuvvetleriyle düşmanın Sayda ve Beyrut’tan dahile vuku bulacak harekâtını yandan tehdit etmek; Beyrut, Trablusşam dahilinde isyan çıkararak, işgal kuvvetlerinin dahile ilerlemesini engellemek. Humus’taki kuvvetlerin Humus’a, Trablusşam’a karşı müdafaa etmekle beraber Zaydani’ye yardım etmesini temin etmek.

Yukarıda tarif eylediğimiz hareketin zamanı, hazırlıkların derecesine tabiyse de, Türk ve Arap milletleri arasına girmiş olan Fransız-Ermeni işgal kuvvetlerini süratle bertaraf ederek, emin bir şekilde sizlerle irtibat tesisinin ve hareket birliğinim temini düşüncesiyle harekete başladığımızdan vakit kaybetmeyerek Halep, Hama kuvvetlerinin aşağıdaki hareketini lüzumlu görürüz.

Bu kuvvetler, Hama ve Halep’i, Lazkiye ve İskenderun’a karşı temin ettikten sonra, ana kısmıyla İslahiye ve ikinci derece kuvvetlerle Antep, Osmaniye istikametlerinde hareketle düşmanı arkadan vurması pek mühimdir. Yakında muvaffakiyetli haberlerinizi beklediğimizi arz ile hürmetlerimizi takdim eyleriz, Efendim. (Aynı yapıt, s. 59-60)” Atatürk. Bu sözleri 24 Ocak 1920’de Halep’te Milli Teşkilat Riyaseti’ne çektiği telgrafta söylemekte. Suriyelilerin Fransız işgalcilere karşı direnişini nasıl ilmek ilmek örüp yönlendirdiğini görüyoruz bu satırlarda.

Atatürk Arap coğrafyasını iyi tanıyordu. Birçok kez Libya ve Suriye’de görev yaptı. İlk görevi Libya idi. Harp Akademisini Kurmay Yüzbaşı olarak bitirdikten sonra 1905-1907 yılları arasında Suriye’de görev yaptı. Aralık 1908’de Trablusgarp’a siyasi ve askeri çalışmalar için gönderildi. Yurda döndükten bir süre sonra 15 Ekim 1911’de Gazeteci Mustafa Şerif takma adıyla Trablusgarp’a hareket ederek İtalyan işgalcilere karşı savaştı. Balkan Savaşı başlayınca geri döndü. 5 Temmuz 1917’de 7. Ordu komutanı olarak İngilizlerle savaşmak için Suriye’ye gitti. Daha sonra geri döndü İstanbul’a. Ardından yeniden 7 Ağustos 1918’de 7. Ordu komutanı oldu. İngilizlerle çarpıştı. Arapları iyi tanıyan bir Atatürk var karşımızda.

Günümüzde Atatürkçü geçinen bazıları; Suriye, Filistin, Araplar söz konusu olduğunda usa sığmaz, tarihsel dayanağı olmayan birtakım sözlerle suçlamaktalar komşularımızı. Oysa Atatürk’ün Araplar, Filistinliler aleyhinde bir tümcesi bile yok onları ihanetle suçlayan. Atatürk, yaşamı boyunca Arap dünyasının emperyalizme karşı ayaklanması için onlara destek verdi. Bir gün onlarla yeniden aynı çatı altında birleşmeyi, siyasal ülkü olarak belirledi. Atatürk zalimin düşmanı, mazlumun dostuydu. Atatürkçü olmak da böyle düşünmeyi gerektirir.

Kişisel yaşamında birçok Arap dostu vardı. Mondros Mütarekesinden sonra 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldikten sonra önce Pera Palas’ta (Kaldığı oda müze olarak gezginleri beklemekte.), sonrasında bir süre Suriyeli arkadaşı Salih Fansa’nın Beyoğlu’ndaki evinde günlerce konuk olarak kaldı.

Atatürk, NATO’cu kimi siyasetçi ve sözde   yazarın söylediği gibi Arap ve İslam dünyasına sırtını dönmemiştir yaşamı boyunca. Bunun en önemli kanıtı da 8 Temmuz 1937’de Türkiye’nin Afganistan, Irak ve İran’la kurduğu Sadabat Paktı. Komşularımızla, özellikle de aynı imparatorluğu oluşturduğumuz ülkelerle ilişkiler hep sağlam tutulmuş ve siyasal, ekonomik, kültürel, hatta askeri işbirlikleri düşünüldü Atatürk döneminde.

Atatürk Türkiye’si, tüm İslam ülkelerine kılavuz oldu kurtuluş savaşımlarında. Cumhuriyet, birçok İslam ülkesinin amaçladığı bir yönetim biçimiydi o dönemde ve sonrasında. Ne zamanki ülkemiz, Atlantik sürecine girdi ve NATO’ya üye oldu, Türkiye’nin rotası değişti. Mazlum dünyanın yıldızı olan Atatürk Türkiye’si, Atlantik’in kuyruğuna takılıp bu saygınlığını, ağırlığını zamanla yitirdi. Komşularla yapay sorunlar, düşmanlıklar ortaya çıkarıldı. Bunun en iyi örneği 1950’li yıllarda Suriye sınırına mayın döşenmesi. Zamanın Başbakanı Menderes’in ABD kışkırtmasıyla komşumuz Suriye’ye işgal tehdidinde bulunması, bu düşmanlık tohumlarını NATO gübresiyle göğertti.

Göğüslerinde Atatürk fotoğraflarıyla bir milyonu aşkın şehit vererek Fransa’ya karşı bağımsızlığını kazanmış Cezayir’i Türkiye’nin tanımaması, kamuoyumuzca yeterince tartışıldığı kanısında değilim.

Kamuoyumuz, 1945’te Atlantik süreciyle başlayan ulusal politikalardan vazgeçerek batıcı siyasetin kuyrukçusu olmamamızı zaman geçirmeden tartışmalı. Atlantik sürecinde girdiğimiz ittifaklar, bozduğumuz komşuluk ilişkilerini tümüyle masaya yatırmalıyız. Bunu yapmadan doğru bir siyaset izlemek olanaksız.

                                                              Adil Hacıömeroğlu

                                                              17 Ekim 2023

        

6 yorum:

  1. Teşekkür ederim,Adil bey ben de aynı fikirdeyim.Paylaştığınız için.

    YanıtlaSil
  2. Tebrik ederim sayın yazarım,katılıyorum size.

    YanıtlaSil
  3. Çok söz kalmamış bize, teşekkür ederiz

    YanıtlaSil
  4. Tekrar tekrar yayınlanmalı , tekrar yeniden okunmalı .

    YanıtlaSil
  5. Teprik ederim Adil bey daha çok gündeme getirmek vatan severlik görevimiz.

    YanıtlaSil
  6. Her zaman eleştirdiğimiz, yerden yere vurduğumuz, kimi zaman öfkemizi kustuğumuz hükümet veya daha büyük planda yönetim erkinin aslında kendimiz (Türk milleti) olduğunu gördüğümüz zaman belki de çözüme gerçekten yaklaştığımız an olacak. Tıpkı Feridüddin Attâr'ın Mantık Al-Tayr eserinde Simurg'u keşfe çıkan kuşların hikayesinde olduğu gibi...

    YanıtlaSil