ÇINARLIK’A GİDİŞ


Samsun Valiliği’nin önüne geldim. Baştan beri en heyecanlandığım an. Ciddi ciddi öğretmen oluyorum. Bu işin şakası yok! Merdivenlerden yavaş adımlarla çıktım. İl Milli Eğitim Müdürlüğünü kolayca buldum. Orada, orta özlük bölümünü bulmam zor olmadı. Kalabalık değildi. Henüz yeni atananlardan kimse gelmemişti sanırım. Tek tük kişiler vardı geçenekte. Memurlar, sabah mahmurluğunda... Çay, kahve içenler var içlerinde az da olsa. Kendi aralarında söyleşenler… Önünde dosya yığılı olanlar…

“Günaydın!” dedim. En yakınımdaki memura. “Günaydın! Buyurun” dedi. Durumumdan yeni atanmış öğretmen olduğumu anladı sanırım. Çünkü toyluğum belli oluyor. “Ben, ilinize atandım. Okulumu öğrenmeye geldim.” deyince adımı, soyadımı sorduktan sonra kimliğimi istedi. Söyledim. Çok aramadan kararnamemi buldu. Atandığım okulu söyledi: Çarşamba Çınarlık Ortaokulu… “Hayırlı olsun! Başarılar dilerim görevinizde.” dedi hafifçe gülümseyerek. Göreve başlamak için neler yapacağımı anlattı kısaca. Can kulağıyla dinledim. “Çok sağolun! İyi günler…” diyerek ayrıldım.

Valilikten çıkıp yürümeye başladım. Yolda, Çarşamba dolmuşlarının nereden kalktığını sordum birine. O da söyledi. Çok fazla yürümeden Yıldız Sineması önünden kalkan dolmuşları gördüm. Peş peşe dizilmiş yolcu beklemekteler. Sürücülerin bazıları kendi aralarında söyleşirken çay ve sigara içmekteydi. En baştaki dolmuşun şoför mahalline bindim. Dolmuş boş, dolmasını bekleyeceğiz. İşte, bu durum benim heyecanımı artırıyor. Zaman geçmek bilmiyor. Ya, geç kalırsam… Gözüm dışarda gelip gidenlere bakıyorum yolcu mu diye.

Sonunda dolmuş doldu. Yola çıktık. Sürücümüz sıcak kanlı konuşkan biri. Çarşamba’ya gideceğimi söyleyip parayı uzattım ona. Alıp üstünü verdi. “Çarşamba’dan Çınarlık’a nasıl giderim? Oraya giden arabalar nereden kalkıyor?” diye sordum. Yabancı olduğumu sorduğum sorudan anladı.

Güler yüzlü, birazcık kilolu, orta boylu adam gülerek sordu: “Çınarlık’ta ne işin var?”

“Çınarlık Ortaokulu’na öğretmen olarak atandım. Kaymakamlıktan sonra oraya gideceğim.”

“Ben de Çınarlıklıyım. Adım Kurt Ahmet… Hoş geldiniz köyümüze. Şanlıymışsınız, iyi yere düştünüz. Çarşamba’ya giderken Çınarlık’tan geçeceğiz. İşiniz bitince bu dolmuşlara binip geleceksiniz. Çengelli’de inip okula yürüyeceksiniz. Yürümeniz fazla sürmez.”

Söyleşimiz soru-yanıt biçiminde sürüp gitti. Nereli olduğumu, daha önce öğretmenlik yapıp yapmadığımı, evli olup olmadığımı o sordu, ben yanıtladım.

Gelemen Devlet Üretme Çiftliğinin topraklarına girdik. Olağanüstü etkilendim. Atatürk’ün bu üretme çiftlikleriyle çiftçiye yardımcı olmak, örnek tarım üretimleri yaratmak için nasıl çırpındığı gözümün önünden geçti. Tam Cumhuriyet düşlerine dalmışken “Bak…” dedi, “Çengelli burası. Dönüşte buradan inip şu caminin yanından aşağıya doğru yürüyeceksin. Sağda ilkokulu göreceksin, az daha yürüdükten sonra yine sağ yanında cami göreceksin, karşındaki eski püskü yapı. Özdemir’in değirmeniydi zamanında orası.” Böylece yeni göreve başlayacağım köyümden ilk kişiyi tanıdım, Kurt Ahmet… Adını öğrendiğim ikinci kişi de Özdemir, ancak onu daha görmedim.

Kurt Ahmet’le tanışmamın üstünden yıllar geçti. Tam da koronanın kol gezdiği bir ortamda hastalandım. Araştırmalar sonunda prostat kanseri olduğum belirlendi. 29 Nisan 2021 Perşembe günü hekimin Prof. Dr. İbrahim Çevik’le son görüşmemizi yaptık. Ameliyatım açık olacak. 1 Mayıs sabahı saat yedide bizi bekleyeceğini söyledi ameliyat için Beş gün kalacağımızı uygun gördü hastanede. 29 Nisan akşamı 17 günlük sokağa çıkma yasağı başladı. 30 Nisan günü eşim yükçeler hazırladı içleri dolu. “Ne oldu, taşınıyor muyuz? dedim. Güldü. 1 Mayıs sabahı erkenden uyandık. Ben zaten aç gideceğim. O da bir şeyler yemedi. Atacan’ı 30 Nisan gecesi anneannesine bırakmıştık. Yükçelerden biri onunmuş. Sabahın köründe eşim ütü yapmakta. Ben, geç kalacağız diyerek onu uyarmaktayım. Neyse ki işi bitti. Bir yükçe, bir de sırt çantası hazırladı. Arabaya bindik gidiyoruz. Sokaklar bomboş… Az sonra ameliyata gireceğim. Ben, eşime Çınarlık’a nasıl gittiğimi, Kurt Ahmet’le konuşmamı anlatıyorum durup dururken. O, can kulağıyla dinlemekte. Neyse gecikerek gittik hastaneye. Bu arada yükçe ve sırt çantasındakilerden yalnızca bir takım pijamayı giyidim, o da eve gelirken. Demek ki bunca hazırlık bir işe yaramadı, geç kaldığımıza da değmedi.

Ameliyattan çıktım. İkinci gün ufak tefek sıcak bakışlı ve gülüşlü bir hemşire geldi odama. Adı, Ayşe… Sordum nereli olduğunu “Samsun” dedi. Ayrıntıları sorunca Çınarlık’tan çıktı. Hem de Kurt Ahmet’in Ağabeyi, Kurt Mehmet’in torunu… Eşime baktım, şaşkın… Gülüyor. “Sen ne çok sevmişsin Samsun’u da Çarşamba’yı da Çınarlık’ı da…” Ayşe’ye ameliyat sabahı konuştuklarımız anlattık. O da gülmeye başladı. Üstelik Ayşe Hemşirenin teyzesi Sezen de öğrencimdi. Rastlantının böylesi…

Neyse konumuza dönelim.

Çarşamba’ya girdik. 1972 Eylül’ünde teyzemin eşi Ali Dayı’mla üzüm satmıştık doğu yakadaki pazarda. Gecenin ikisinde gelmiştik oraya. O geceyi, sabahçı kahvesinde geçirmiştik çay içerek. Ali Dayım ve yeğeni İlyas, sandalyede uyumuştu sabaha dek. Ben ise uyumayıp kâğıt oynayanlara uzaktan bakmıştım. Ara sıra ırmağa bakmaya gittim. Öğle olmadan üzümleri satıp Denizli’ye doğru yola çıkmıştık durmaksızın. Birden o günler usuma düşüverdi. O pazar yerini de görmeliyim vakit olursa o sabahçı kahvesini de.

Yeşilırmak, ilçeyi ikiye ayırmakta. Akıp akmadığı belli değil. Babamın askerliği sırasında, Amasya’da (1962) bir yıl izlemiştim bu ırmağı. Orada bu kadar gür akmıyordu. Kurt Ahmet, bana kaymakamlığı gösterdi köprünün ayağına gelerek. Teşekkür edip köprüde yürümeye başladım.

Yaya kaldırımı çok dar… İki kişi ancak yan yana yürüyebilir. Ben sağ yandan gidiyorum. Bir baktım, herkes karşıdan geliyor akın akın. Bana da ters bakmaktalar. Demek ki yanlış bir şey yaptım. Karşı kaldırıma bakınca durumu anladım. Köprünün yaya trafiği, kurallara aykırı gibi gelebilir ilk bakışta. Burada usçu bir çözüm var. İlk kez traktörler çıkıp ilçenin içinde dolaşmaya başlayınca köprüde, yayalar açısından sorun yaşanmaya başlandı. Traktör römorkları biraz geniş ve savruk. Böyle olunca sağdan yürümekte olan yayalara römorklar çarpıyordu. Köprü üstündeki yol da yaya kaldırımlarına doğru eğilimliydi. Bu da yayaların güvenliğini tehlikeye düşürmekteydi. Özellikle önünde yavaş yürüyen birini geçmek için ya da karşısından gelenlerle çarpışmamak için zaman zaman yaya kaldırımından inmek zorunda kalıyordu insanlar. Bu durumda arkadan gelen taşıtlar görülemediğinden kazalar olmaktaydı.

Halkın bir bölümü, kendince çözüm yolunu bulmuştu. Yolun solundan yürüyerek can güvenliklerini sağlama yoluna gittiler.

Çarşamba’da iki kez (1956-1957 ile 1967-1973 tarihleri arasında) belediye başkanlığı yapmış olan ünlü tiyatrocu ve yazar Ferhan Şensoy’un babası Cemil Bey, dar kaldırımlarda yol verme tartışmaları ve kavgalarının eksik olmadığını görür. Ayrıca sık sık kazaların olması da onu üzüp rahatsız eder. Bunun üzerine bu sosyal sorunu çözmeye karar verir. Sorun çözülürse halkın da güvenliği sağlanacaktı. Halkın bir bölümünün kendilerince buldukları çözümü beğendi. Bunu, kalıcı duruma getirmek için kolları sıvadı. Köprünün her iki yakasına zabıtalar yerleştirdi. Zabıtalar, gelen yurttaşları soldaki kaldırımdan yürümeye yönlendirir. Neden mi? Yürüyenler önündekini geçmek isterse kendisine doğru gelen arabayı görüp ona göre davransın diye. Böylece kaldırımlardan yürümek kavgasız gürültüsüz ve kazasız sürmüş bugüne dek. Benim gibi ilk kez gelenler, bu düzeni bilmediklerinden kuralları çiğniyorlar. Kaldırımda yürüyenler, benim gibi tersten gidenleri görünce yabancı olduklarını anlıyorlar kolayca. Bu nedenle çok kötü davranmayıp yalnızca ters ters bakmakla yetiniyorlar. Doğaldır ki bu ters bakışların ne anlatmak istediğini aklı olan anlar. Zaten birçok şeyi annemizin ters bakışlarından anlamadık mı yıllarca.

Burada Cemil Şensoy’dan söz etmeliyim. Çarşamba’nın unutulmayan belediye başkanıdır. Kendisiyle tanışma onuruna eriştim. Başkanlığı sırasında en çok beğenilen özelliği, adaletli davranması ve partizanlık yapmaması. İşini ciddiye alması, başka bir özelliği. Bu nedenle diğer belediye başkanlarının ad ve soyadlarıyla ya da yalnızca önadları söylenerek anılmasına karşın Sayın Şensoy’dan, “Cemil Bey” diye söz edilir. Tarımın önemli merkezi olan Çarşamba’ya ilk hal yapısını yaparak köylünün ürününün değer kazanmasını sağlamış. Diğer bir yapıtı, otogar... Neredeyse patika darlığında olan cadde ve sokakları genişletmesiyle sağlıklı bir kentin temellerini atmış bir başkandı Cemil Bey. Halkın gönlünde yer etmesi çalışkanlığı, halka hizmetleri, rüşvete adı karışmaması, adaleti, erdemli duruşu, partizan olmaması nedeniyleydi.

Kaymakamlığa gittim. Kararnamemin üst yazısını havale ettirdim okuluma. O dönemde ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri yoktu. Ortaokul ve lise öğretmenlerinin neredeyse tüm işleri ilde görülürdü. Kaymakamlık, evraklarımızı imzalayıp havale eden simgesel bir kurum sayılırdı. Evrakımı alıp dolmuşların kalktığı batı yakadaki otogara yürüdüm. Kalkmak üzere olan bir dolmuşa bindim. İneceğim yeri söyledim.  Yolu dikkatlice izlemekteyim. Sürücü biraz olsun yavaşlamıştı. Çünkü yol kıyısında bekleyen yolcular vardı. Camiyi görünce ayaklandım oturduğum yerden: “Uygun yerde inebilir miyim?” dedim. Sürücü: “Kardeşim unutmadım seni, korkma!” dedi. Sağa yanaşan dolmuştan inerken sürücüye, “Sağolun…” demeyi unutmadım.

Yolun kıyısında durup sağıma, soluma bakındım alıcı gözüyle. Çevrenin fotoğrafını çektim gözlerimle. Artık Çınarlık’a ayak basmıştım. Bu ayak basışım, çok sevdiğim mesleğime başlamanın ilk adımı olacaktı.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       6 Ekim 2023

 

 

 

 

 

2 yorum: