27
Ekim 1979 Cumartesi… Sabahın alaca karanlığı… Gece bitti, güneş doğmak üzere. Sahilde,
otobüsten indim. Dinlence günü… Öğrenciler ve memurlar yok ortalıkta. Hafif bir
karayel esmekte kuzeybatıdan. Bu yel, birkaç saat sonra yağmuru getirir bereketli
topraklara. Hava üşütmeyecek denli serin… Doğu Karadeniz’in sonbaharı güzel
olur uzun, yağışlı ve bedeni ve tini serinleten hafif esen yeliyle… Şimdi köyde olsam… Yelle gelen mısır
saplarından oluşan fomonun sarı güz kokusu doldururdu ortalığı. Saçak
altlarında dökmelere asılan mısır demetleri görsel bir tablo sunar görenlere.
İlk kar düşmüş müdür yaylalara acaba? Yaz boyu yün eğiren nineler, yaptıkları
ipliklerden kışlık çorap örmeye başlamışlardın çoktan. Kışlık armutlar, turşular,
kurumuş fasulyeleri kilerler almamıştır yine. Çeyiz sandıklarına torunlara
verilecek elmalar çoktan konmuştur. Kuyu elmaları toplanıp toprağa gömülmüştür
kışa kadar olgunlaşsınlar diye. Cevizler, fındıklar karlı kış günlerinin
destekçisi…
Birkaç
orta yaşlı esnaf dükkânlarına doğru gidiyor alaca karanlıkta. Selamlaştım
onlarla. İlçemiz, sessiz... Köylerden dolmuşlar henüz gelmemiş. Birkaç saat
sonra ana baba günü olur bu alan ve yollar.
Neredeyse
koşar adımlarla eve gittim. Oturduğumuz ev, Of Meydanının hemen üstünde ve
denize bakan bir yerdeydi. Otobüsten indiğim yerle ev arası beş dakika… Meydandaki
fırından taze ekmek kokusu yayılmakta. Hemen girip üç tane sıcak ekmek aldım.
Ekmekler, gazete kağıdına sarılı…
Balkona
baktım kimsecikler yok! Oysa annemle babam, benim geleceğimi bildiklerinden
beklerler. Hem de çayı demlemiş olarak… Kuzeye bakan balkonda, karayelin
serinliğinde beklemek istememiş olabilirler. Ya da bizimkiler, henüz uyanmamış. Üç katın
merdivenini koşarak çıktım. Kapıyı çok yavaş tıklattım parmaklarımla.
Tıklattığım anda annemle babam kapıyı açtılar.
“Uyandırmadım
değil mi?”
Annem:
“Uyur muyuz oğlum, sen yoldayken? Babanla oturuyorduk içerde. Az önce
balkondaydık. Hava biraz serinceydi girdik içeri.”
Ah
anacığım, varlığım, canım, bilmez miyim sizin uyumadığınızı, benimle yol
boyunca yolculuk ettiğinizi? Otobüste niye kitap okudum sanıyorsun? Yoksa yolu
izleyip düşlerime dalarak sevincim gözlerimden akan gözyaşlarımla sulardım
üstümü başımı, oturduğum koltuğu. Siz de benim gibi sabahladınız. Geceniz nasıl
da uzamıştır bekleye bekleye? Şu karşımdaki divanda kendinizden geçip
kestirirken dışardaki ayak seslerini işitip uyandığınızı adım gibi bilmez
miyim? Uyusanız da o uykunuzun tilki uykusu olduğunu nasıl unuturum?
Babam
heyecanlı… Salondaki masaya oturttu beni. Geçti karşıma. O; okulumu, arkadaşlarımı,
öğrencilerimi, atandığım köyü sormakta. Kolayca gidip gitmediğimi, işlerimi
halledip etmediğimi merak etmekte. Babam sorarken kahvaltı tabaklarımız geldi
birden önümüze. Ardından da çaylar… çayımdan bir yudum almıştım ki benden bir
buçuk yaş küçüğüm olan kız kardeşim Hürriyet’in “Abi, hoş geldin! Nasıl geçti
yolculuğun? Ne yaptın?” diye soran sesini işittim. Hemen sarılıp öptü beni,
sanki on yıldır ayrıymışız gibi. Hemen oturdu yanımdaki sandalyeye. Üzücü bir trafik
kazası, onu koparıp aldı yaşamdan ve bizden. Söküp aldı onu mutluluğumuzdan o
kaza. O günden beri içimizde yeri dolmaz bir boşluk, acısı dinmez bir yara var.
Çayımdan
bir yudum daha alayım derken dört numaralı kardeşim Muazzez göründü. O da meraklı
sorular soruyor ardı ardına. Tam ona yanıt vereyim derken henüz ilkokulda
okuyan Özgür çıkageldi. Ayakta, uykulu dikilmekte karşımda. Ne yapacağını
şaşırmış gibi. Kalkıp kucakladım onu. Oturttum diğer yanıma. En küçüğümüz Özgün
geldi paytak paytak yürüyerek. Bir yaşını yeni doldurmuştu. Bir bıldırcın yavrusu
sevimliliğiyle biraz utangaç, gözlerini ovuşturmakta. Onu alıp dizime oturttum.
Bir tek üçüncü kardeşim Müsavat yok! O, Ankara’da… Söyleştik uzun uzun. Kalabalıkta
yapılan kahvaltı, içilen çay bir başka olmakta. Tabağınızdaki zeytin, peynir
eşsizleşmekte ağzınızda. O lezzeti, başka bir yerde bulmak olanaksız.
Söyleştik
epeyce masanın başından kalkmadan. Babamın sorularına ayrıntılı yanıtlar
verdim. İlk günkü izlenimlerimiz anlattım. Olumlu, olumsuz gözlemlerimi
paylaştım ailemle. Tanıştığım kişilerden söz ettim kısaca. Arada kardeşlerim de
bir şeyler sordu. Onları da yanıtladım bıkıp usanmadan.
Annem
yerinden kalkıp “Kalk oğlum, yorgun ve uykusuzsun. Biraz uyuyuver.” dedi. Kaşla
göz arasında yatağımı hazırlamış. Perdeleri kapatmış, benim aydınlık yerde
uyuyamadığımı bildiğinden. İstemeyerek kalktım yerimden. Ancak uyumak olanaklı
mı?
Birkaç
saat kestirdikten sonra kalkıp giyindin. Annemle babam uyumuşlar. Kardeşlerim salonda
sessizce bir şeyler yapmakta. Sessizce ayakkabılarımı giyip çıktım dışarı
arkadaşlarımla buluşmak için. Sevincimi biraz da onlarla paylaşayım diye.
Adil Hacıömeroğlu
8
Ekim 2023
Sn A. Hacıömeroğlu, etkileyici , içten , "sımsıcak" bu yazınızda hemen herkesin ana/baba ocağında yaşadıklarını çarpıcı şekilde yansıtmışsınız.... 70 ini aşan bizlerin ancak anımsayabildiklerimizi....
YanıtlaSilAhh Adil bey, yine ağlattınız beni. Öyle çok ortak nokta buldum ki bu yazınızda. Elvedasız veda eden kardeşlerimiz, annelerimiz, babalarımız. Hepsine rahmet diliyorum.
YanıtlaSilSiz hep yazın, biz okuyalım.
Şükran Balekoğlu Yamak
Sait Faik'in Semaver öyküsü geldi aklıma...
YanıtlaSilDeğerli Adil Öğretmenim yıllar akıp gidiyor, zaman çabuk geçiyor. Neler yaşanmış gözümüzün önünde sanki insan okurken hüzünleniyor.45 yıl geçmiş , size , annenize sağlıklı ömür diliyorum.Babanız Allah rahmet etsin .ışıklarda uyusun🤲🏻💐Anne , baba kaç yaşında olursanız olun , pencereden sizi beklerler. Özlem gidermek , kucaklaşmak gelene sevdiklerinden ikramlar hazırlamak ne güzel adetlerimiz iyi ki büyüklerimiz varlar…Yüreğinize sağlık 👏Fulya Kırımoğlu📚..Saygılarımla 🙏🏻
YanıtlaSil