SAMSUN YOLUNDA


Öğretmenliğe atandığım yer, Samsun olunca önüme atlası açıp Samsun’un ilçelerini inceledim tek tek. O zamanlar sekiz ilçesi vardı Samsun’un: Alaçam, Bafra, Çarşamba, Havza, Kavak, Lâdik, Terme ve Vezirköprü. Kendimce ilçelere göre tasarımlar yapmaktayım harita üzerinde. Babam, Bafra’dan yanaydı. Çünkü orada hısım akraba tanıdıklar vardı. Ayrıca babamın öğretmen olmadan önce gurbete gittiği yer. Orada hızarcılık yapıp tütün dizmiş. Zaman zaman gurbet anılarını anlatırdı bizlere.

Haritayı incelerken parmağım, ikide bir Çarşamba’nın üzerine gelip duruyor. Daha önce defalarca Ankara’ya giderken geçtim Çarşamba ve Terme’den gece gündüz. En çok da usumda kalan yol kıyısında ağır adımlarla yürüyen mandalar. Temiz ve düzenli bahçeler içindeki düzgün evler…

Göreve başlamak için ivedilik göstermekteyim. Çevremdeki herkes “Erken başlarsan erken emekli olursun. Bu nedenle vakit yitirme!” diyerek beni uyarmaktalar. 25 Ekim 1979 Perşembe gecesi saat 22.30’da Samsun ve Bafra’ya gidecek otobüse Of’tan bindim. Yanımda eşya yok! Yol boyunca dizili ilçelerden ve Trabzon otogarından yolcular bindi otobüse. Daha sonra da birçok yerden yolcu aldı. Arada sırada yoldan inenler oldu.

Biraz heyecanlıyım. Otobüsün molalarında bol bol çay içtim. Amacım zaman geçirmek. Gece hiç uyumadım. Yol boyunca ilkokul birinci sınıftan başlayarak bütün öğretmenlerimi gözümün önüne getirdim olumlu ve olumsuz yanlarıyla. Olumsuzluklarıyla öne çıkanları çıkardım usumdan. Elemeye başladım bazılarını. Bir elin parmakları kadar öğretmenim kaldı usumda. Onların beğendiğim yanlarını değerlendirmekteyim. Elediklerimden de olumlu birkaç davranışı not etmişim belleğimin bir yanına. Olumsuzlukları çok olan öğretmenlerim gibi olmamaya karar verdim yıldızların gökyüzünü kapladığı gecede. Olumlu olanları birleştirip harmanladım. Bu harmana kendi kişisel özelliklerimi, yeteneklerimi katınca bir öğretmen tipi ortaya çıktı usumda. Kafamda oluşturduğum öğretmene, yeni özellikler katmaya çalıştım. Mesleğimde vazgeçemeyeceğim ilkemin duygudaşlık olacağına söz verdim kendi kendime. Büyük bir olasılıkla bucak ya da büyükçe köylerdeki bir ortaokula atanacağım. Böyle olursa karşımdaki öğrenciler köy çocukları olacak. Tarla, bahçe işlerinde çalışan; ahırdaki hayvanlarını yaylıma götürüp güden çocukları gözümün önüne getiriyorum. Kılık kıyafetleri uyumsuz, eski; ama temiz, güler yüzlü çocukları düşlemekteyim dizi dizi.

Kız öğrencilerimin az sayıda olacağını düşünüyorum. Onların güçlükleri sıralanıyor usumda. Hem ev hem tarla, bahçe hem de okula koşturan kız öğrencilerin okumalarının zorunluluğu önümde durmakta. Toplumsal baskının üretkenliklerini aydınlık yarınlara hazırlanmalarını törpülediği kızlar karşımda güpgüleç yüzleriyle. Onlara özgü çözümler dolaşmakta usumda. Çünkü doğup büyüdüğüm, yaşadığım topraklarda da sorunlar üç aşağı beş yukarı aynı. Cumhuriyet Devrimi ne yazık ki ülkemizin her yerine tam olarak ışığını götürememiş. Birçok yerde bilisiz kişiler kız çocuklarının okuması konusunda ayak diremekte. Bunun günah olduğunu yaymaktalar sorumsuzca. Yoksulluk, ülkemiz köylüsünün belini büken kötü yazgı. Bu yazgının değişmesi için elbirliğiyle çalışmalı. Köylerimiz aydınlanmalı ki yurdumuz ışıklar içinde ışıl ışıl çağcıl uygarlık düzeyinin üstüne çıksın.

Köy enstitülü yazarların kitaplarında okuduğum köyleri düşlemekteyim. Onların köylerde karşılaştıkları zorlukları ve zorluklara buldukları çözüm yollarından kendimce dersler çıkarmaktayım otobüsün üç numaralı koltuğunda. Onların çalıştığı dönemin daha çok zorlukla dolu olduğunu söylüyor iç sesim. “Bir güçlük, sorun varsa çözümü de kendi içinde saklıdır.” diye mırıldanıyorum yanımda horul horul uyuyan adamı uyandırmadan.

Birinci moladan sonra nerdeyse yolcuların hepsi uyumaya başladı. Önde sürücüyle yamağı söyleşmekteler. Yolcuların bazılarının başları koltuklardan sarkmakta. Cam yanında oturanlar ise erkekler ceketlerinden, kadınlar hırkalarından yastık yapıp uykuya dalmışlar. Birkaç çocuk ayak altındaki örtülerde düş görmekte. Yolcuların uyumasına seviniyorum. Çünkü otobüs sessizliğe bürünmekte. Sessizlik, beni düşlerimin içine gömüyor. Ne güzel… Ayrıca sigara içenler azaldığı için temiz hava solumaktayız. Bir tek otobüsün sürücüsü sigara içmekte. O da dumanları açık olan camda dışarıya üflemekte. Bunu, çocukça bir oyuna dönüştürmüş gibi.

Otobüsümüz, Samsun il sınırına girince geçtiğimiz her yerleşim yerini gecenin karanlığında incelemekteyim. Buralarda ortaokul ya da lise olup olmadığına kendimce karar veriyorum. Kendimi, buralarda duyumsayıp düşler kuruyorum okul ve öğrencilerle ilgili. Terme’yi geçtik. Çarşamba’ya girdik. Köyler dizi dizi… Hepsi birbirinden güzel… Ah, buralardan birine atansam olmaz mı? Hem yol üstü hepsi… Her yere gidiş gelişim de kolay olur. Bereketli topraklar, yemyeşil… Bazı evlerden cılız ışıklar sızmakta gecenin içine. Ancak çoğu evin dış kapılarının üstünde bir ampul aydınlatmakta çevreyi. Dış kapı üstünde yanan ampuller, düşlerimi daha da varsıllaşmakta. Camlardan sızan ışıklarla konuk olmaktayım tanımadığım insanlara, bilmediğim evlere.

Güneş henüz kendini göstermemiş. Ancak ufukta beliren kızıllığın alacakaranlığı var. Birkaç insan gölgesi gördüm evlerin önünde. Sabaha karşı bu insanların niye dışarda olduklarını düşündüm. Hayvanları yaylıma götürmek için mi, yoksa bahçe ve tarlaya gitmek için mi ayaklandılar sabah sabah. Çocukları okula gidecekse uzak yerlere belki onları götürmek içindir bu erkencilik. Yetişecekleri işleri vardır, kim bilir?

Gün ışımak üzereyken Samsun otogarına girdi otobüsümüz. Sürücü yamağı, uyandırdı uyuyanları. Samsun’da inecekleri uyardı bağırarak. On beş dakika sonra otobüsün Bafra’ya gideceğini ekledi sözlerine. Hemen indim. Oradakilere valiliğin yerini sordum. Söylediler. Vakit çok erken… Yürüyerek gitmeye karar verdim. Hem zaman geçer hem de çevreyi, kenti tanırım birazcık. Sabahın sessizliğini, temizliğini soluyarak yürüdüm yol boyunca. İşe yetişmeye çalışan kadınlar, erkekler tek tük sokaklarda. Okuluna gitmek için esneyerek ve yavaş adımlarla yürüyen çocuklar, gençler… Yolda bazılarına valiliğe yaklaşıp yaklaşmadığımı sordum. Amacım, hem doğru yolda olup olmadığımı anlamak hem de az da olsa insanlarla konuşmak. 

Yürüdüm Cumhuriyet Meydanı’na geldim. Vakit çok erken. Önce Atatürk Anıtı’nı inceledim. Ardından bir çorbacıya girdim. Elimi, yüzümü yıkadıktan sonra bir çorba içtim ivedilik göstermeden. Sonrasında bir kahveye girip çay içtim birkaç tane. Çorba ve çay iyi geldi bana. Üstüme başıma çeki düzen vererek valiliğin yolunu tuttum. Heyecanım azalmış, merakım artmıştı. “Acaba nereye atanacağım?” sorusu vardı yol boyunca kafamda yürürken.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       5 Ekim 2023

 

 

2 yorum:

  1. Ben emekli olduktan sonra 5 arkadaşım la beraber şehir şehir ve kazalarında pazarcilik yaptım senin yazdığın kazalarda anılarım vardır bilhassa Ladik ve Terme de.ayrica tokat ve Amasya ve ilçelerinde

    YanıtlaSil
  2. anı yazısı okumayı oldum olası çok sevmişimdir.Adil hocam geçmise ait yaşadıklarını bize o kadar güzel ve detaylı anlatıyor ki adeta kendimle bütünleştiriyorum yasananları.O Of'dan kalkan 3 numaralı koltukta kendimi buluyorum.Gidilecek yer zaman mekan konusunda Adil hocanın hissettiklerini hissediyorum.Çok keyif alıyorum.Daha çok yazmalısınız anılarınızı.Ve bizler kana kana su içer gibi okumalıyız yazdıklarınızı.

    YanıtlaSil