Televizyonda
haberleri izlerken kavga haberleri neredeyse tüm izlenceleri kaplamakta. En
küçük ise anlaşmazlık ise komşunun komşuyu boğazlaması. Kaldırımda yürürken tanımadığı
birisine “Yan baktın.” diye saldırıyor gencimiz elindeki bıçakla tüm gücüyle ve
öldüresiye. Yollarda, yol verme kavgaları her gün olmakta ve çoğunda kan
dökülmekte. Aile içindeki birtakım anlaşmazlıklar, tartışmalar hemen saldırıya
dönüşüp canlara kıyılmakta. Çocuklar bile izledikleri filmlerden etkilenerek
arkadaşının ölümüne neden olmakta gözünü kırpmadan. Kızlar çete oluşturup
beğenmedikleri arkadaşlarını öldüresiye dövüyorlar sokak ortasında ya da okul
ayak yollarında. Kafası bozulan veli, okulu basıp terör estirmekte. Sağaltım
için sayrıevine ya da sağlık ocağına giden yurttaş, sağlık görevlilerine saldırıyor
acımasızca. Reçeteyi beğenmeyen sayrı, doktoru hastanelik ediyor, sanki yılların
vurdumduymazlığıyla oluşan sağlık sorunlarını çözecekmiş gibi. Maçın sonucunu
beğenmeyen futbol takımı yöneticisi, suçlu gördüğü hakemi yumrukluyor saha
ortasında.
Yukarıdaki
örneklerimiz, seçtiğimiz olaylardan birkaçı. Şiddet; evlerden, yollardan, kentlerden
taşmakta. Her yer, kavga gürültü… Her yer, olay… Her yerde yumrukları sıkılı,
kaşları çatık insanlar…
Siyaset
alanı toz duman… Kavramlar birbirine girmiş, hamaset egemen olmuş usçuluğa.
Suçlamak, kara çalmak beceri sayılmakta. Kanıtı, belgesi, bilgisi olmadan üsten
üsten konuşmak alışkanlık durumunda. En küçük farklı düşünce düşmanlık olarak
görülmekte.
Siyaset
alanındaki gerginlik, kirlilik ve saldırganlığın halkımızın tinsel sağlığını
olumsuz etkilediği kesin. Ancak kentlerimizde yaşayan yurttaşlarımızın her sorunu,
kavgayla halletme alışkanlıklarının oluşmasında kentlerin insana göre yapılmamasının
etken olduğunun bilincindeyiz.
Kentlerde
yapılar, taşıtlar üstümüze üstümüze gelir. Gri-karanın egemen olduğu
kentlerimiz, insanların üstüne karabasan gibi çökmekte gece ve gündüz. Gri-karanın
tekdüzeliği, kişiyi karamsar, kötümser ve umutsuz yapmakta. Evinizden dışarı
çıktığınızda her yan gri-kara… Her yan korna seslerinin oluşturduğu gürültü deryası…
İnsana yaşama isteği verecek olan mavi ve yeşili görmek neredeyse olanaksız. Kentlerin
neresine giderseniz gidin, hep aynı görüntü karşınıza çıkar. Nerdeyse tüm sokak
ve caddeler birbirine benzemekte. Kentin görüntüsündeki tekdüzelik, kişiyi
bunaltıp sinir sistemini bozmakta. Bu durum, tinsel sağlığı tehdit etmekte.
Kentlerimizdeki
yurttaşlarımızın günlük yaşamları da tekdüze. Ulaşımı, geçimi zor kentlerimizde
yaşayanların kendilerine ayıracak özel zamanları neredeyse yok! Sabahın
karanlığında evden çıkıp işine gidenler, akşamın geç saatlerinde evlerine
dönmekteler. Hem işleri hem de yolarda geçirdikleri gerilimli zamanlar, onları
çok yormakta. Evler, sosyal alanlar olmaktan çıkmış durumda. Televizyon ve
internet bağımlılığı nedeniyle aile bireyleri arasında ne konuşma var ne de ortak
yapılan bir şey. Çoğu zaman akşam yemeği bile tüm aile bireylerinin katılımıyla
yenmiyor. Gençler, ellerine bir kıstırık alıp odalarına çekilmekteler karınlarını
doyurmak için. Çoğu zaman aile üyeleri dertleşemiyor bile. Dertleşmek, içini dökmek
bir sosyal ve tinsel sağaltım… Ne yazık ki bu önemli toplumsal sağaltım
geleneğimiz tarihe karışmak üzere…
Televizyondaki
dizilerin neredeyse hepsinde şiddet var. Çoğunda bağırtı çağırtı egemen. Sanki
bağırıp çağırınca haklı çıkılıyormuş gibi bir algı oluşturulmakta izleyicilerde.
Tartışma izlenceleri de böyle… Bağıran bağırana… Düşünceler tartışılmıyor, papağan
gibi cızırtılı seslerle bazı kalıplaşmış siyasal sözler yüksek perdeden
yineleniyor.
İnsanların
ve diğer canlıların göz ardı edilmesiyle oluşturulan kentler, kişileri tinsel olarak
çökertip öldürmekte. Onları, bencilce bir kısır döngünün çalkantısında adeta
öğütmekte. Bu durum, toplumumuzda derin sosyal yaralar açmakta. Kişilerde ise
sağaltımı gittikçe olanaksızlaşan tinsel bozukluklara neden olmakta.
Kentlerin
oluşumunda yasa tanımazlık söz konusu. Birçok yapı kaçak olarak gelişigüzel
yapılmakta. Çok geçmeden bu ucubelere af çıkmakta. Böylece kural dışılık, kural
durumuna gelmekte. Yapılaşmadaki bu kural dışılık, kent yaşamının her alanına
yansımakta. Aynı kural dışılığı, taşıtların kullandığı yollarda görmekteyiz. Yine
yayalara yeşil ışık yandığında onların üzerine taşıtlarını süren sürücüler, bu yasa
dışılığın saldırganlığıyla davranmaktalar. Bir kez yasa ve kural dışılık mikrobu
bulaşmaya görsün insan bedenine, toplum yapısına o mikrop öyle büyük bir hızla
yayılır ki şaşırırsınız buna. Yasa ve kural dışılığa bir kez olsun göz
yumduğunuzda bunun arkası çok hızlı gelir. Devlet ve belediye yöneticilerinin
görevi, insanların yasa ve kurallara uymasını sağlamak değil mi? O zaman neden
bu yasa kural çiğneyenlere göz yummak, hatta onları korumak?
Yaşamın
hangi alanında olursa olsun yasa ve kural dışı iş yapana, aktöreye uymayanlara göz
yumulmamalı. Bu tür kişi ya da kurumlarla toplumsal bir savaşım yapılmalı. Yerel
yönetimler, kuralsızlığın ve kuralsızların egemen olduğu yerler olmamalı. Birkaç
asalak yerine, halkın hakkını korunmalı yerel yönetimlerle ülke yöneticileri.
Çarpık kentlerin oluşmasına göz yuman yöneticiler, iyi bilmeliler ki tinsel sağlığı bozulmuş kişilerle onlar da aynı yerde yaşıyorlar. Bir gün keser döner, sap döner; gün gelir, hesap döner. Göz yumup, yolunu açtığınız kuralsızlık, yasa tanımazlık sizi karanlık dehlizine çekip yok eder.
Adil Hacıömeroğlu
13
Ocak 2024
Araf 199 ayetde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor."Sen affedici ol,örf ile(akla dayanan ilimle) emret.Cahillerden yüz çevir. Ayrıca "inanmayan cahil kafirlerin hayvandanda aşağı "olduğunu belirtir. Bu ayetlerden şu sonuçlar çıkarılabilir.Boğaya "tos"vurmasın diye önden yaklaşılmaz.Eşeğe çifte vurmasın diye arkadan yaklaşılmaz.Ama hayvandanda aşağı olan,cahile hiç bir taraftan yaklaşılmaz.Çünkü,alim insanı bir delille ikna edebilirsin ama cahile bin delilde getirsen yine yenik düşersin.
YanıtlaSilKalemine Efendi Kalan, Adil öğretmenim,
YanıtlaSilHayatın doğasında çatışma ve mücadele olduğu; insanın insanla, kişiyle kendisiyle, sistemle sürekli çarpışma halinde olduğu bu düşünceyi, içten bir dille bize aktardınız.Üslup ise yalın, doğrudan ve samimi bu da bize doğrudan hitap ediyor.
Yaşamın içindeki zorlukları kaçınılmaz kabul eden ama bu zorlukların kişiyi yıldırmaması gerektiğini de ima eden bir bakış açısı, farkındalık, mücadele etmeye hazır olmak anlamına geliyor.
Yazı, sadece dışsal çatışmaları değil, içsel kavgalara da dikkat çekiyor: öfke, hayal kırıklığı, yalnızlık… Bu noktada, yazının bir tür öz-farkındalık ve içsel hesaplaşma çağrısı yaptığı söylenebilir. Biz farkına varmadan içimizde türlü savaşlar verdiğimiz bir gerçeğe işaret eder.
Kavgâsız gün yok desek de, pes etmemek gerektiğine dair güçlü bir motivasyondan besleniyor. Kaçınılmaz olanı kabul etmek ama teslim olmadan devam etmek… Bu da yazının en güçlü yankılı mesajlarından.
Yazınız ,sistematik adaletsizliklere, insani zaaflara, toplumsal düzensizliklere, sadece bireysel değil toplumsal bir eleştiri;
Paylaşımınız , herkesin kendinden bir parça bulabileceği bir metin. Özellikle hayatta karşılaştığımız küçük ya da büyük zorluklarda moral kazanma ihtiyacı hissedenlere iyi gelecektir.
Kavgasız gün yok ama bazen içimizdeki savaşları tanımak, anlamak bizi özgürleştirebilir. İyileşmek için bazen karşılaşmak, çatışmak gerekebilir.
Usunuza , yüreğinize sağlık, duyarlılığınız için teşekkürler👏👏Var olunuz🙏🏻Kavgasız , hoşgörülü, huzurlu , güzel günler dileğiyle💐🙏🏻🍀