KONYA YOLUNDA (Dinlence Yazıları 6)


Son yıllarda Konya’ya gitme düşüncemiz gittikçe yoğunlaştı. Bugün gideriz, yarın gideriz derken bir türlü fırsat bulamamıştık. Bu yaz, Mürefte’den döndükten sonra Konya’ya gitmeye karar verdik. Arabamızla değil, hızlı trenle gitmeyi istiyoruz. Ben, Yüksek Hızlı Tren’e defalarca bindim. Konforunu, hızını başta ailem olmak üzere herkese anlattım. Atacan ile eşim, ilk kez binecekler. Bunu çok istemekteler.

YHT ile yolculuk yapmak epeyce zor. Çünkü ha deyince bilet bulunmuyor. On gün önce üç bilet aldık Konya’ya. Dönüş tarihimizi belirleyip dönüş biletlerimizi de aldık ki bir kazaya uğramayalım, gelirken sıkıntı çekmeyelim diye.

23 Ağustos 2021 günü sabah 08.13’te evimize çok yakın olan Bostancı İstasyonundan trene bindik. Yolculuk süremiz dört saat elli bir dakika. Kovid 19 salgını nedeniyle trende yiyecek, içecek satılmıyor. Yalnızca iki kez su dağıttılar. Bu nedenle yiyeceklerimizi önceden hazır ettik. Yanımıza çay demleyip almayı unuttuk. Yolculuğumuz süresince bunun eksikliğini hep çektik.

Tren, Bostancı’dan ayrıldı. Eşim ve Atacan çok heyecanlı. Çünkü ilk kez trenle uzun yolculuk yapacaklar. Ben mi? Tüm yolculuklarımda olduğu gibi çok heyecanlıyım. Bir yere, bin kez gitsem bin birincide yine heyecanlanırım. Her yolculuğun bana kazandıracağı yeni şeylerin olduğunu düşünürüm. Çünkü insan yaşamı ve doğa sürekli devinim içinde. Dün gördüğünüz şeylerin bir kısmını bugün göremiyorsunuz ya da önceden gördüklerinize yenileri ekleniyor. Üstelik her yolculuktaki tinsel durumunuz aynı değil. Oraya gittiğiniz mevsimler, aylar farklı olduğunda göreceğiniz şeyler de değişmekte.

Eşimle Atacan, birlikte oturmaktalar. Benim yanıma genç birisi oturdu. Tanıştık. Çok geçmeden kırk yıllık dost gibi olduk Hakan Bey’le. Ortak tanıdıklarımız çıktı. Bazı konularda, yaşama ortak bakışlarımızın olduğunu fark ettik. Söyleşerek gittik bir süre. Ardından yolun gizemine daldım cam kıyısındaki koltuğumdan. O da kitap okumaya başladı.

Eşim, Konya gezimizde yanıma kitap almamamı söyledi ısrarla. Bunu isterken gerekçesi ise gücümüz yettiğince zamanımızı iyi değerlendirip gezelim düşüncesi. Huylu huyundan vazgeçer mi? Geçmez… Üçümüz için hazırladığımız tek bavulda bir kitabım bile yok! Ancak cebime Mahmut Makal’ın yıllar önce Varlık Yayınlarından çıkan üç cep kitabı (Bizim Köy, Ötelerin Havası ve Köye Gidenler) var. Bu kitapları lise yıllarında okumuştum. Bir kez daha okumak istiyorum. Son yıllarda eskiden okuduğum bazı kitapları yeniden okumaktayım. Bu, iyi oluyor. Cebimde kırmız ve mavi kalemlerim de var.

Uzun süre dışarıyı izledim. İstanbul’dan çıktıktan sonra yol boyunca doğa yemyeşil. Kocaeli ve Sakarya kırsalında meyve bahçeleri ilgi çekmekte. Ağaçlar, meyveleri çekemez durumda. Dallar, neredeyse toprağa değecek. Sakarya Nehri boyunca meyve bahçelerinin güzelliklerine dalıp gidiyorum. Sakarya vadisinin her yanı yemyeşil bir deniz. Küçük yerleşim alanları da yeşile kesmiş. Sakarya nazlı nazlı akıyor yatağında. Çoğu yerde akışı anlaşılmıyor bile. Akışında ivedilik yok!

Sık sık uzun tüneller girip çıkıyoruz. Tünele girdiğimizde kucağımda açık duran Bizim Köy’ü açıp okuyorum çaktırmadan. En sonunda eşim fark edip gülüyor. Ortaokul ve lisede sık sık yaptığım bir işti bu çaktırmadan kitap okumak derslerde. O yıllarım usuma geldi o anda. Neyse işi geçiştirip gördüklerimizle ilgili söyleşmeye başladık.

Yeşil deniz, Bilecik’e dek sürüyor. Bilecik’i geçip Eskişehir yönüne devrildiğimiz zaman yeşilin yerini, sarı ve kahverengi toprak almakta. Bilecik ilimizin yüzölçümü küçük olmasına karşın dört coğrafi bölgede (Marmara, Karadeniz, Ege ve İç Anadolu) toprağı olan tek il. Bu nedenle iklimlerin kavuşup karıştığı bir yer. Birçok tarlada buğday hasadı çoktan yapılmış. Bazılarında anızlar yakılmış. Nedense yıllardır tüm uyarılara karşın Türk köylüsü anız yakma huyundan vazgeçmiyor. Anızı yanmayan tarlaların bazılarında koyunlar yayılmakta. Yamaçlarda seyrek de olsa keçi sürüleri görülmekte. Bazı tarlalar da soğan, patates ve arpacık soğanı toplanmakta. Ürünler delikli kırmızı torbalarda. Tarlada çalışanların arabaları gölgesiz boşluklarda durmakta. Gölge, neredeyse yok! Uzaklarda bir ağaç… Bakınca ahlata benziyor. Köylerde tek tük ağaçlar var. Dere boylarında kavaklar sıra sıra… Bazı su kıyılarında az da olsa söğütler…

Tarlalar sulanamıyor nedense. Çok az da olsa sulanan tarlalarda mısırlar boy atmakta. Büyük bir olasılıkla ikinci ürün olarak yetiştirilmekte. Çorak toprak bereketlenmek için ilgi beklemekte. O ilgi de ülkemizi yönetenlerce olmalı. Bu çağda sulanamayan toprak ne demek? Çiftçiyi kendi yazgısına terk etmek, yakışık alır mı? Üretim yapan çiftçi desteklenmeli. Göz boyayıcı yatırımlar ve ülkemizi betona çeviren girişimler yerine çiftçiye, toprağa yatırım yapılmalı.

Trenimiz bozkırı yara yara gitmekte. Sarı toprak, insanın içine ister istemez bir üzüntü sokuyor. Yüzyılların değiştiremediği Anadolu köylüsünün yazgısı, içimi burkmakta. Dalıyorum sonsuz ufuklara. Son yüzyılın tarihsel olayları gözümün önünden bir film şeridi gibi akmakta. 1945’ten sonra girdiğimiz Atlantik süreciyle köyümüz, köylümüz unutuldu. Ülkemizin efendisi, tavır olarak efendiliğini korusa da sınıfsal olarak efendiliği kalmıyor. Yurdunu, toprağını, canını, malını, namusunu korumak için yedi iklimde can veren Türk köylüsü ne yazık ki terk edilmiş kör yazgıya.

Kavurucu sıcak toprağı kızgınlaştırıp kurutmakta. Hasat edilmemiş ekinler cüce kalmış. Kavruk ekinler sofralarda ekmek, aş olacak. Arada sırada bostanlara rastlıyoruz. Kavunlar, karpuzlar fazla göğerememiş gibi. Ne zaman olursa olsun, hangi tür taşıtla bozkırı geçersem geçeyim dilimde hep Ertaşların, Çekiç Ali’nin, Hacı Taşan’ın ve diğerlerinin bozlakları takılır. İçimden bozlaktan bozlağa geçmekteyim. Bozlaklar; içimdeki kavaklar, söğütler arasından ip gibi akarken bozkırın tükenmez sarısı, içimi kavurmakta. Türlü düşüncelerle yol alırken Konya’ya girdik.

Konya, ovanın ortasına yayılmış bir kent görünümünde. Yeni yapılar çok. Önce Selçuklu İstasyonunda durdu tren, ardından Konya İstasyonunda. Güzel bir yolculuktan sonra trenden inmeye hazırız. Önyargılarla geldiğimiz bir kent burası. Bakalım, önyargılarımız yok olacak mı?

                                                                                   Adil Hacıömeroğlu

                                                                                   6 Eylül 2021

1 yorum:

  1. hocam ne güzel yazıyorsunuz bu gezi yazılarınızı.vallahi bayılıyorum okumaya.gitmesemde sayenizde gidip görüyor o kenti insanları tanıyorum.

    YanıtlaSil