Mürefte’den ayrılış vakti geldi. Toparlanmaya başladık. 8 Ağustos’ta yola çıkacağız. Tanıdığımız bir zeytinciden kışlık zeytinlerimizin bir bölümünü bir gün önce satın aldık. Şarap fabrikasına gidip yeni açılan satış yerini ve müzeyi gezdik. Elimiz boş dönmeyelim diye iki şişe şarap satın aldık.
Akşam
olmak üzere… Mürefte sahilinde gezinti yaptık. Birkaç eksiğimizi giderip eve
döndük. Yemek hazırlığından sonra karnımız doyurduk. Yemekten sonra çayımı alıp
zeytin ağacının altındaki salıncağa gittim. Işıksız bir ortamda denizi ve
gökyüzünü seyre daldım. Üstümüzde binlerce yıldızın kaynaşmakta. Düzensizlik
içinde bir düzen kurulmuş evrende. Derin düşüncelere dalıyorum. Türlü düşler
içinde kendimden geçtim.
Denizin
dalgaları, kıyıyı usanmaksızın okşayıcı bir vuruşla ıslatmakta. Islak çakıl
taşlarından sular süzülmekte. Dalgalar çekilirken kumlar, çakıl taşlarının
arasına akarken çıkardıkları hışırtı eski çağların tükenmez bir ezgisi gibi.
Kıyı
boyunca evlerin ışıkları, denize yansımakta. Marmara adaları ışıl ışıl.
Çanakkale’den İstanbul’a, İstanbul’dan Çanakkale’ye doğru geçen gemiler,
karanlığı delen ışıklarıyla parıldamakta. Deniz araçları irili ufaklı. Geçenlerin
neredeyse hemen hepsi yük gemileri. Nedense üç yanı denizlerle çevrili
ülkemizde, denizlerde yolcu taşımacılığı yok gibi. Gemiler, uzak diyarlardan
yük taşımaktalar; kim bilir hangi limanlara ulaşacaklar?
Uzun
yol gemilerini her gördüğümde düşünürüm. Uçsuz bucaksız denizleri, okyanusları
geçerken gemiciler ne düşünür? Hangi düşlemlerin içindeler? Geceleyin
kurdukları düşlemlerle gündüz kurdukları arasında ne fark var? Onların hiç
bitmeyen kara özlemleri nelerdir? Yer ve göğün mavi olduğu bir büyük
sonsuzluğun içinden geçerken ne düşünür gemiciler? Sorular kafamda birbirini
kovalar. Kendimi onların yerine koymak isterim, ancak ne denli uğraşsam yapamam.
Çünkü denizde uzun yolculuklar yapmadın. Altımda ve üstümde sonsuz maviliklerin
içinde açılmadım enginlere.
Türlü
düşlemler içindeyken uyuyup kalmışım salıncakta çoğu zaman olduğu gibi. Gecenin
bir yarısında eşimin sesini işittim. Beni uyandırdı ve odamıza çıktık. Nedense
yatağıma girince uykum açılıyor. Biraz kitap okuduktan sonra yeniden uyudum.
Sabahleyin
balkondaki kırlangıç yuvasındaki kuşların sesiyle uyandım. Çok erkenciler,
tıpkı benim gibi. Onlar, iskelede sinek avlayıp yavrularını beslemenin
telaşında. İki yuva var yan yana. Onlar, işlerini yaparken ben de Fakir
Baykurt’un “Bir TÖS Vardı” kitabını okumak için balkondaki sandalyeme oturdum.
Bugün bu kitabı bitirmeliyim. Bu kitabı her öğretmen okumalı, özellikle de
günümüz sendikacıları. Okumalı ki öğretmen savaşımı nasıl verilir gerçekçi bir
biçimde onu anlamalılar. Ayrıca Soğuk Savaş döneminin sağcıları, solcuları
okumalı bu kitabı. Soğuk Savaş döneminde emperyalizmin yurtseverleri, kimleri
kullanarak bastırdığını, böldüğünü anlamalılar.
Kitabım
bitti. Herkes uyandı. Mutfağa inip çayı demledim. Kahvaltımız hazır. Denize
bakarak kahvaltımı yaptım. Kahvaltı sonrası elbirliğiyle bavullarımız topladık.
Bavulları, arabanın yüklüğüne yerleştirdim. Yazlığın bazı eşyalarını içeriye
taşıdık. Buzdolabını boşalttık. Çevreyi kontrol ettik. Biz yola çıktık.
Kayınbiraderim ve kaynanam akşama doğu yola koyulacaklar.
Şarköy’den Mürefte’ye doğru giderken yoldaki zeytinyağı fabrikasına uğrayarak yağın nasıl yapıldığını öğrenmek istedik. Genç bir çalışan, usanmaksızın zevkle anlatıyor. Biz de uslu ve meraklı öğrenciler olarak ilgiyle dinledik
Yolumuz
üzerindeki Trabzon ekmeği yapan fırına da uğradık. İvedilik göstermeden yol
almaktayız. Çiftçiler arı gibi… Kimi hasat yapmakta, kimi tohum ekmekte.
İneğini, keçisini, koyununu otlatanlar var. Meyve toplayanlar göze çarpmakta.
Yol boyunca köylülerin kurdukları sergilerde kavun satılmakta. Türleri, renkleri,
boyutları, tatları farklı kavunlar. Hangisini alacağımızı şaşırıyoruz. Bazı
sergilerde karpuz, farklı meyveler ve bazı sebzeler de bulunmakta. Ne yazık ki
aracımızda yer yok! Çevreyi inceleyerek, doğanın tadını çıkararak yolculuğumuz
sürmekte.
Mürefte’den her dönüşümüzde uğradığımız ve Atacan’ın iştahla yemek yediği Tekirdağ köftecisinde mola verdik. İvedilik göstermeden karnımızı doyurduk.
İstanbul’a yaklaştıkça yol kalabalıklaşmakta. Taşıtlar
çok... Çoğunun işi acele nedense. Kornalar, bağırışlar… Biz, soğukkanlı bir
duruşla yolculuğun tadını en yüksek düzeye çıkarmanın peşindeyiz. Bir yandan
çevreyi gözlemlerken diğer yandan da derin bir söyleşinin içindeyiz.
Unutmadan
söyleyeyim. İl ve ilçelerin girişlerinde bulunan kentlerin nüfuslarını gösteren
tabelalar değişti. Girişlerde yalnızca kentin adı yazmakta. İl girişlerinde
yazan rakım bilgisi de yok artık. Bu bilgiler neden kaldırıldı? İnsanların
coğrafya bilgilerini artıran bu bilgilendirici tabelalar kimleri rahatsız etti?
Sürücülerin ilgisi dağıttıkları kaldırılma nedeni ise tutarlı değil bu gerekçe.
Cep telefonuyla konuşarak tam gaz giden bir sürücünün ilgisini, telefon
konuşması dağıtmıyor da bu bilgilendirici tabelalar mı dağıtıyor? Bu yanlıştan
tez zamanda dönülmeli.
Akşam
karardıktan sonra evimize ulaştık. Yüklükte bulunan bazı çantaları yukarı
çıkardık. Diğerlerini ertesi gün çıkaracağız. Üç beş gün dinlenip yeni bir
geziye çıkacağız. Şimdi sıra yeni gezinin izlencesini yapmakta.
Adil
Hacıömeroğlu
5
Eylül 2021
Yine aynı hazin akıl tutulması ! Ankaradaki kokuşmuş oligarşik yapı, gelişmeyi, aydınlanmayı, çağdaşlaşmayı değil, cahil, yobaz, itaatkar kullarla idare etmeyi öncelediği için dediklerin öncelikler listesinde yok ! Biz hasbelkader yanlış yerdeyiz gibi geliyor ! :-(
YanıtlaSil