MÜREFTE’DEN AYRILIŞ (Dinlence Yazıları 5)


Mürefte’den ayrılış vakti geldi. Toparlanmaya başladık. 8 Ağustos’ta yola çıkacağız. Tanıdığımız bir zeytinciden kışlık zeytinlerimizin bir bölümünü bir gün önce satın aldık. Şarap fabrikasına gidip yeni açılan satış yerini ve müzeyi gezdik. Elimiz boş dönmeyelim diye iki şişe şarap satın aldık.

Akşam olmak üzere… Mürefte sahilinde gezinti yaptık. Birkaç eksiğimizi giderip eve döndük. Yemek hazırlığından sonra karnımız doyurduk. Yemekten sonra çayımı alıp zeytin ağacının altındaki salıncağa gittim. Işıksız bir ortamda denizi ve gökyüzünü seyre daldım. Üstümüzde binlerce yıldızın kaynaşmakta. Düzensizlik içinde bir düzen kurulmuş evrende. Derin düşüncelere dalıyorum. Türlü düşler içinde kendimden geçtim.

Denizin dalgaları, kıyıyı usanmaksızın okşayıcı bir vuruşla ıslatmakta. Islak çakıl taşlarından sular süzülmekte. Dalgalar çekilirken kumlar, çakıl taşlarının arasına akarken çıkardıkları hışırtı eski çağların tükenmez bir ezgisi gibi.

Kıyı boyunca evlerin ışıkları, denize yansımakta. Marmara adaları ışıl ışıl. Çanakkale’den İstanbul’a, İstanbul’dan Çanakkale’ye doğru geçen gemiler, karanlığı delen ışıklarıyla parıldamakta. Deniz araçları irili ufaklı. Geçenlerin neredeyse hemen hepsi yük gemileri. Nedense üç yanı denizlerle çevrili ülkemizde, denizlerde yolcu taşımacılığı yok gibi. Gemiler, uzak diyarlardan yük taşımaktalar; kim bilir hangi limanlara ulaşacaklar?

Uzun yol gemilerini her gördüğümde düşünürüm. Uçsuz bucaksız denizleri, okyanusları geçerken gemiciler ne düşünür? Hangi düşlemlerin içindeler? Geceleyin kurdukları düşlemlerle gündüz kurdukları arasında ne fark var? Onların hiç bitmeyen kara özlemleri nelerdir? Yer ve göğün mavi olduğu bir büyük sonsuzluğun içinden geçerken ne düşünür gemiciler? Sorular kafamda birbirini kovalar. Kendimi onların yerine koymak isterim, ancak ne denli uğraşsam yapamam. Çünkü denizde uzun yolculuklar yapmadın. Altımda ve üstümde sonsuz maviliklerin içinde açılmadım enginlere.

Türlü düşlemler içindeyken uyuyup kalmışım salıncakta çoğu zaman olduğu gibi. Gecenin bir yarısında eşimin sesini işittim. Beni uyandırdı ve odamıza çıktık. Nedense yatağıma girince uykum açılıyor. Biraz kitap okuduktan sonra yeniden uyudum.

Sabahleyin balkondaki kırlangıç yuvasındaki kuşların sesiyle uyandım. Çok erkenciler, tıpkı benim gibi. Onlar, iskelede sinek avlayıp yavrularını beslemenin telaşında. İki yuva var yan yana. Onlar, işlerini yaparken ben de Fakir Baykurt’un “Bir TÖS Vardı” kitabını okumak için balkondaki sandalyeme oturdum. Bugün bu kitabı bitirmeliyim. Bu kitabı her öğretmen okumalı, özellikle de günümüz sendikacıları. Okumalı ki öğretmen savaşımı nasıl verilir gerçekçi bir biçimde onu anlamalılar. Ayrıca Soğuk Savaş döneminin sağcıları, solcuları okumalı bu kitabı. Soğuk Savaş döneminde emperyalizmin yurtseverleri, kimleri kullanarak bastırdığını, böldüğünü anlamalılar.

Kitabım bitti. Herkes uyandı. Mutfağa inip çayı demledim. Kahvaltımız hazır. Denize bakarak kahvaltımı yaptım. Kahvaltı sonrası elbirliğiyle bavullarımız topladık. Bavulları, arabanın yüklüğüne yerleştirdim. Yazlığın bazı eşyalarını içeriye taşıdık. Buzdolabını boşalttık. Çevreyi kontrol ettik. Biz yola çıktık. Kayınbiraderim ve kaynanam akşama doğu yola koyulacaklar.

Şarköy’den Mürefte’ye doğru giderken yoldaki zeytinyağı fabrikasına uğrayarak yağın nasıl yapıldığını öğrenmek istedik. Genç bir çalışan, usanmaksızın zevkle anlatıyor.  Biz de uslu ve meraklı öğrenciler olarak ilgiyle dinledik

Yolumuz üzerindeki Trabzon ekmeği yapan fırına da uğradık. İvedilik göstermeden yol almaktayız. Çiftçiler arı gibi… Kimi hasat yapmakta, kimi tohum ekmekte. İneğini, keçisini, koyununu otlatanlar var. Meyve toplayanlar göze çarpmakta. Yol boyunca köylülerin kurdukları sergilerde kavun satılmakta. Türleri, renkleri, boyutları, tatları farklı kavunlar. Hangisini alacağımızı şaşırıyoruz. Bazı sergilerde karpuz, farklı meyveler ve bazı sebzeler de bulunmakta. Ne yazık ki aracımızda yer yok! Çevreyi inceleyerek, doğanın tadını çıkararak yolculuğumuz sürmekte.

Mürefte’den her dönüşümüzde uğradığımız ve Atacan’ın iştahla yemek yediği Tekirdağ köftecisinde mola verdik. İvedilik göstermeden karnımızı doyurduk. 

İstanbul’a yaklaştıkça yol kalabalıklaşmakta. Taşıtlar çok... Çoğunun işi acele nedense. Kornalar, bağırışlar… Biz, soğukkanlı bir duruşla yolculuğun tadını en yüksek düzeye çıkarmanın peşindeyiz. Bir yandan çevreyi gözlemlerken diğer yandan da derin bir söyleşinin içindeyiz.

Unutmadan söyleyeyim. İl ve ilçelerin girişlerinde bulunan kentlerin nüfuslarını gösteren tabelalar değişti. Girişlerde yalnızca kentin adı yazmakta. İl girişlerinde yazan rakım bilgisi de yok artık. Bu bilgiler neden kaldırıldı? İnsanların coğrafya bilgilerini artıran bu bilgilendirici tabelalar kimleri rahatsız etti? Sürücülerin ilgisi dağıttıkları kaldırılma nedeni ise tutarlı değil bu gerekçe. Cep telefonuyla konuşarak tam gaz giden bir sürücünün ilgisini, telefon konuşması dağıtmıyor da bu bilgilendirici tabelalar mı dağıtıyor? Bu yanlıştan tez zamanda dönülmeli.

Akşam karardıktan sonra evimize ulaştık. Yüklükte bulunan bazı çantaları yukarı çıkardık. Diğerlerini ertesi gün çıkaracağız. Üç beş gün dinlenip yeni bir geziye çıkacağız. Şimdi sıra yeni gezinin izlencesini yapmakta.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       5 Eylül 2021

 

 

 

 

1 yorum:

  1. Yine aynı hazin akıl tutulması ! Ankaradaki kokuşmuş oligarşik yapı, gelişmeyi, aydınlanmayı, çağdaşlaşmayı değil, cahil, yobaz, itaatkar kullarla idare etmeyi öncelediği için dediklerin öncelikler listesinde yok ! Biz hasbelkader yanlış yerdeyiz gibi geliyor ! :-(

    YanıtlaSil