Konya’ya
vardığımız andan itibaren Sille’ye nasıl gideceğimizi sorduk önümüze gelene.
Sorumuza, doğru yanıt veren insan sayısı çok az. Doğru yanıt verenler arasında
da çelişkiler var. İnsanlara sorup dururken gözüm gelip geçen minibüslerde.
Gelip giden birkaç minibüsün camında kocaman “SİLLE” yazısını gördüm. Ancak
yolun hangi yönünden bineceğimizi bilmiyorum. Neyse çok da önemli değil. Yolun
bir yanında durup sorarız. Kendi göbeğimizi kendimiz kessek daha iyi olacak.
Bir
önceki günün tüm yorgunluğumuza karşın erkenden uyandık. Duş aldıktan sonra
giyindik. Yanımıza gerekli eşyalarımızı alıp kahvaltıya indik. Konya’da ikinci
günümüz. İlk gecemizi geçirdik burada. Geceleyin biraz serin... Çok iyi bu… Sıkı
bir kahvaltı yaptık. Keyif çaylarımızı içtikten sonra dişlerimizi fırçalamak
için odamıza gittik. Az sonra Sille’ye gitmeye hazırız.
Öğretmenevinden
ayrılıp caddeye çıktık birkaç dakikada. Yolun karşısına geçip gelip giden
minibüslerin camlarındaki yazılara odaklandık. Az sonra beklediğimiz taşıt
geldi. Binmeden önce sorduk, doğru yerdeyiz. Minibüs sürücüsünün yan koltuğu
boş. Ben oraya oturdum. Hem biraz söyleşmek hem de dışarıyı izleyip kafamda
izlenceler oluşturmaktı amacım. Sürücü Özgür Çınar… Aynı zamanda Sille minibüsleri
durak başkanı… Cana yakın, saygılı, insan sever biri. Sorularıma güzel yanıtlar
vermekte. Sekiz kilometreyi aşan yolu gidinceye dek keyifli bir söyleşimiz
oldu. Konya’nın güneydeki ilçelerindenmiş. Torosların dağlık alanlarında
büyümüş. Dağların sıcaklığını, içtenliğini fidan gibi büyütmüş içinde. Dönüşte Tropikal
Kelebek Bahçesine gideceğiz. Nasıl gideceğimizi sordum. Sille dönüşünde kolayca
gidebileceğimiz yolu anlattı.
Söyleşimiz
sürerken Sille’ye gelmişiz bile. Bizi son durakta indirdi. Vedalaştık… Birden
Hıristiyanlığın ilk yayılma dönemine gittik. İki bin yıldan fazla yaşamış
tarihsel bir kentte bulduk kendimizi. Evler, sokaklar, kiliseler… Her şey
tarihin derinliklerinden bizlere iletiler vermekte.
Sille,
Selçuklu İlçesine bağlı bir mahalle. Konya’nın kuzeybatısında. Çıplak dağların
arasında bir vadide. Neolotik çağdan beri insan yerleşimlerinin izine
rastlanmakta. Ancak Frigyalılardan beri önemli bir yerleşim yeri.
Hıristiyanların ilk yerleşim alanlarından olduğundan İstanbul-Kudüs arasındaki
hac yolunun önemli bir konaklama alanı. İlk havarilerden Aziz Paul ve
arkadaşları, Konya’ya gelip dinlerini yayma çalıştılar. Baskı görünce Konya’dan
kaçarak bu dar vadiye sığındılar.
Dünyanın
en eski ve en büyük manastırlarından biri Ak Manastır burada. Burası, Konya’da
yaşayan Mevlevi dervişlerince de ziyaret edilmiş. Bu nedenle bahçesinde bir
mescit yapılmış. Bu da insanca hoşgörünün, uzlaşının öne çıkan yanı. Selçuklu
ve Osmanlı dönemlerinde İpek ile Baharat yolları üzerinde yer aldığı için hep
önemli bir merkez olmuş. Cumhuriyet öncesi nüfusu on sekiz bine yakındı. Bundan
da anlaşılıyor ki önemli bir ticari yaşam var burada. Mübadele ile burada
yaşayan Rumlar Yunanistan, oradan gelen Türkler de Sille’ye yerleşmiş.
Gezimizin
ilk durağı, Aya Eleni Kilisesi. Atacan heyecanlı… Tarihsel bir yapıyı gezecek
ya… Bir de bizden önce görecek her şeyi. Bunun ivecenliği içinde. Çocuk işte...
Kilisenin merdivenlerinden koşmaya başladı. Son basamakta ayağı takılıp düştü.
Dizi yarılıp kan akmaya başladı. Kâğıt mendillerle sildik. Kolonya dökünce
avazı çıktığı kadar bağırdı. Gözleri, yağmur bulutuna döndü. Gözlerini sis
kapladı sanki. Yere oturup kucağıma aldım. Sarıldık birbirimize. O arada eşim
görevlilerden yara bandı bulup getirdi. Dizini sarıp sarmaladık. Biz girmeden
onu buyur ettik içeriye.
Güzel
bir taş yapı. İyi korunmuş. İçine girdik. Yaz sıcağında, serinlik yaladı
tenimizi. İvedilik göstermeden gezdik her yanını. Dışarıya çıktık. Dış
yüzeylere, bahçeye hayranlıkla baktık. Çatıya yakın yerlerde, dışarıya doğru
çıkık taş oluklar var. Her oluktan aşağıya doğru kalın zincirler sarkmakta.
Zincirler, insanların uzanıp ya da zıplayıp yetişebileceği bir yerde son
bulmakta. Bu zincirlerin niye buraya konduğuna bir anlam veremedik. Sonradan
görevliye sorunca gerçek anlaşıldı. Çatıdaki yağmur suları bu oluklara gelip
zincirlerden aşağı akmakta. Böylece yapının dış duvarlarına zarar vermemekte.
Eski mimarlara şapka çıkarmak gerek. Her türlü ayrıntıyı düşünerek ona göre
önlemler almaktalar. Şimdikilerin onlardan öğrenecekleri çok şey var sanırım.
Kiliseden
çıktık. Hemen yanındaki tarihin yükünü çekmiş, anı dolu evlerin arasındaki dar
sokaklarda dolaştık bir süre. Yaşam sürüyor bu evlerde. Yaşlılar kapı önlerinde
oturmakta. Çocuklar dar sokakların gölgeliklerinde oynamakta. Bazı yaşlılar, el
işi ürünler satmakta. Sokak aralarındaki el kadar alanlarda sebze yetiştirmekte
kimileri. Tavuklar, ıssız sokaklarda börtü böcek aramakta. Bazı evlerden hayvan
gübresi kokusu gelmekte. Demek ki bu evlerin ahırlarında büyük ya da küçükbaş
hayvan beslenmekte.
Sokak
aralarında dolaşmamız bitti. Caddeye çıktık. On yaşlarında cin gibi bir erkek
çocuk ekmek almış, eve gidiyor. Adını sordum. Tanıştık. Ona: Çömlek Ustası
Yaşar Usta’yı sorduk. Göz bebekleri güldü. “Akrabamızdır, gelin, götüreyim
sizi.” dedi. Zaten yolunun üstündeymiş. Söyleşerek kestirme bir patikadan
çıktık atölyeye. Selam verdik, kolaylıklar diledik. Güler yüzlü bir adam Yaşar
Usta. Mesleğini bir ibadet gibi yapan, yüz yıllardır süren bir ustalığın son
temsilcisi. Çırak bulamıyor. Bu nedenle el vereceği biri yok! Anlaşılacağı
üzere Yaşar Usta’dan sonra çömlek ustası olmayacak Sille’de. Olmayınca da
tarihin derinliklerinden gelen bir meslek yok olacak.
Ülkemizde
Yaşar Usta gibi mesleğinin son temsilcisi olan çok kişi var. Birçok el sanatı,
zamana daha doğrusu teknolojiye yeniliyor. Oysa bu meslekler, baştan sona dek
insan zekâsının ve emeğinin ürünü. Bu meslekler birer el sanatı. Yaratıcılık
gerektirir. Bu nedenle başta kültür Bakanlığı olmak üzere yöre belediyeleri, bu
tür meslekleri yaşatmak için gerekli destekleri vermeli. Çırak olacaklar,
özendirilmeli. Onlara ve ustalarına ekonomik destekler verilmeli. Yoksa bir
tarihi kendi ellerimizle yok ederiz.
Yaşar
Ustanın yanında durduk. Elleri makine gibi boyuna üretmekte. Su testileri dizi
dizi. Kulplarını sonradan yapacak. Güveç için tencereler kurutulmaya
bırakılmış. Süs eşyaları var çamurdan. Çamura biçim veriyor o eller. Kim bilir
kaç parça çömlek geçti bu kutsal ellerden? Acaba kaç tane testiye, güvece,
vazoya alınterini akıttı Yaşar Usta? Hayranlıkla izliyoruz onun ellerini.
Çamur, çok geçmeden o ellerle bir sanat yapıtına dönüşüyor. Dalmışım… Bembeyaz
tişört giymişim, farkında değilim. Atölyeden ayrıldıktan sonra fark ettik ki
benim tişört renk değiştirmiş. Olsun...
Yaşar Ustayı ziyaret ettiğimiz nereden belli olacak.
Sille’de
onlarca kaya kilisesi var. Gezmekle bitecek gibi değil. Bu yönüyle Ihlara
Vadisini anımsatmakta. Vadiye, çarşıya doğru indik. Evlerin hangisine
bakacağımızı şaşırdık. Çarşıda Yaşar Ustanın oğluyla gelinin çalıştırdığı
çömlek satışı yapan dükkâna geldik. Oğlu yokmuş, gelini dükkânda. Güler yüzlü
bir Anadolu kadını. Ustanın yanından geldiğimiz tişörtümden belli. Bir iki
parça bir şey aldık. Fazla almıyoruz, çünkü gidip gezeceğimiz çok yer var. Hem
taşımak zor hem de kırılır diye korkmaktayız.
Türkiye’nin
ilk Zaman Müzesi burada. Gezilmesi zorunlu yerlerdendir. Gelip de gezmemek
olmaz. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini kapsayan az bulunur zamanla ilgili
yapıtları görmek olanaklı burada. Çok değerli yapıtların bulunduğu müze, gerçek
bir zaman yolculuğu yaptırmakta gezenlere.
Sille
Kent Müzesi, gezilecek çok önemli bir yer. İkinci katta mübadele ile Sille’den
Yunanistan’a göçmüş bir ailenin kızı olan Bayan Moisoğlu’nun müzeye armağan
ettiği halı görülmeye değer. Dedelerinin Sille’de dokuttuğu halıyı, dokunduğu
topraklarda kurulan müzeye vermek nasıl bir toprak sevgisidir? Bir insanın toprağına
duyduğu özlemi, sevgiyi, saygıyı, bağlılığı anlatması için çok önemli bir
davranış bu. Bir insan nereye giderse gitsin nerede yaşasa yaşasın köklerinin
bulunduğu topraktan kopamıyor.
Halıcılık,
Sille için önemli bir sanat. Geleneksel halıcılığı sürdürmek için hem merkezi
hem de yerel yönetimlerin desteği gerekli. Sille halıları yeniden hem ülkemizde
hem de dünyada hak ettiği yeri almalı, evlerimizin sıcaklığını artırmalı.
Sille’nin
en ilgi çekici yapılarından biri, Çay Camisi. Ahşabın egemenliğinde bir yapı.
Ahşap kullanılan camilere bayılıyorum. Her milimetrede insan emeğinin
yaratıcılığını, sıcaklığını görmekteyim. Caminin önünde oturup dereyi izlemek
ayrı bir zevk. Ayrıca burada tarih kokan hamamlar, çok ilgi çekici. Zamana
meydan okuyan bu yapıtları ayaktayken gezip görmeli, fotoğraflamalı. Mum
atölyesi de gezilecek yerlerden. Ancak biz oradayken kapalıydı. Bu güzel yeri,
başka bir gezimizde gezeriz, diyelim.
Sille’de
tüm yorgunluğu üzerimizden alacak olan şey, Türk kahvesi. Vadinin dibinden
dereye, boz tepelere bakarak kahve içmek vazgeçilmez bir tat.
Sille,
çok iyi korunmuş tarihsel alanlarımızdan. Ancak burayı yeiçlere (kafelere),
hediyelik eşyacılara bırakmak yanlış. Buradaki dükkânlarda Sille’de
üretilenlerin satılmasına özen göstermeli. Bu konuda Selçuklu Belediyesine çok
iş düşüyor. Yerel ürünler öne çıkmalı. Böylece Silleliler, tarihlerini
korumanın ödülünü almalılar.
Gezilecek
çok yer var. Zaman, su gibi akmakta. Ayaklarımız geri geri giderek ayrılıyoruz
bu açık hava müzesinden. Yüreğimizin bir bölümünü bırakarak Konya’ya giden
minibüse biniyoruz.
Adil
Hacıömeroğlu
11
Eylül 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder