TARİHİN GÜLEN YÜZÜ, SİLLE (Dinlence Yazıları 11)


Konya’ya vardığımız andan itibaren Sille’ye nasıl gideceğimizi sorduk önümüze gelene. Sorumuza, doğru yanıt veren insan sayısı çok az. Doğru yanıt verenler arasında da çelişkiler var. İnsanlara sorup dururken gözüm gelip geçen minibüslerde. Gelip giden birkaç minibüsün camında kocaman “SİLLE” yazısını gördüm. Ancak yolun hangi yönünden bineceğimizi bilmiyorum. Neyse çok da önemli değil. Yolun bir yanında durup sorarız. Kendi göbeğimizi kendimiz kessek daha iyi olacak.

Bir önceki günün tüm yorgunluğumuza karşın erkenden uyandık. Duş aldıktan sonra giyindik. Yanımıza gerekli eşyalarımızı alıp kahvaltıya indik. Konya’da ikinci günümüz. İlk gecemizi geçirdik burada. Geceleyin biraz serin... Çok iyi bu… Sıkı bir kahvaltı yaptık. Keyif çaylarımızı içtikten sonra dişlerimizi fırçalamak için odamıza gittik. Az sonra Sille’ye gitmeye hazırız.

Öğretmenevinden ayrılıp caddeye çıktık birkaç dakikada. Yolun karşısına geçip gelip giden minibüslerin camlarındaki yazılara odaklandık. Az sonra beklediğimiz taşıt geldi. Binmeden önce sorduk, doğru yerdeyiz. Minibüs sürücüsünün yan koltuğu boş. Ben oraya oturdum. Hem biraz söyleşmek hem de dışarıyı izleyip kafamda izlenceler oluşturmaktı amacım. Sürücü Özgür Çınar… Aynı zamanda Sille minibüsleri durak başkanı… Cana yakın, saygılı, insan sever biri. Sorularıma güzel yanıtlar vermekte. Sekiz kilometreyi aşan yolu gidinceye dek keyifli bir söyleşimiz oldu. Konya’nın güneydeki ilçelerindenmiş. Torosların dağlık alanlarında büyümüş. Dağların sıcaklığını, içtenliğini fidan gibi büyütmüş içinde. Dönüşte Tropikal Kelebek Bahçesine gideceğiz. Nasıl gideceğimizi sordum. Sille dönüşünde kolayca gidebileceğimiz yolu anlattı.

Söyleşimiz sürerken Sille’ye gelmişiz bile. Bizi son durakta indirdi. Vedalaştık… Birden Hıristiyanlığın ilk yayılma dönemine gittik. İki bin yıldan fazla yaşamış tarihsel bir kentte bulduk kendimizi. Evler, sokaklar, kiliseler… Her şey tarihin derinliklerinden bizlere iletiler vermekte.

Sille, Selçuklu İlçesine bağlı bir mahalle. Konya’nın kuzeybatısında. Çıplak dağların arasında bir vadide. Neolotik çağdan beri insan yerleşimlerinin izine rastlanmakta. Ancak Frigyalılardan beri önemli bir yerleşim yeri. Hıristiyanların ilk yerleşim alanlarından olduğundan İstanbul-Kudüs arasındaki hac yolunun önemli bir konaklama alanı. İlk havarilerden Aziz Paul ve arkadaşları, Konya’ya gelip dinlerini yayma çalıştılar. Baskı görünce Konya’dan kaçarak bu dar vadiye sığındılar.

Dünyanın en eski ve en büyük manastırlarından biri Ak Manastır burada. Burası, Konya’da yaşayan Mevlevi dervişlerince de ziyaret edilmiş. Bu nedenle bahçesinde bir mescit yapılmış. Bu da insanca hoşgörünün, uzlaşının öne çıkan yanı. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde İpek ile Baharat yolları üzerinde yer aldığı için hep önemli bir merkez olmuş. Cumhuriyet öncesi nüfusu on sekiz bine yakındı. Bundan da anlaşılıyor ki önemli bir ticari yaşam var burada. Mübadele ile burada yaşayan Rumlar Yunanistan, oradan gelen Türkler de Sille’ye yerleşmiş.

Gezimizin ilk durağı, Aya Eleni Kilisesi. Atacan heyecanlı… Tarihsel bir yapıyı gezecek ya… Bir de bizden önce görecek her şeyi. Bunun ivecenliği içinde. Çocuk işte... Kilisenin merdivenlerinden koşmaya başladı. Son basamakta ayağı takılıp düştü. Dizi yarılıp kan akmaya başladı. Kâğıt mendillerle sildik. Kolonya dökünce avazı çıktığı kadar bağırdı. Gözleri, yağmur bulutuna döndü. Gözlerini sis kapladı sanki. Yere oturup kucağıma aldım. Sarıldık birbirimize. O arada eşim görevlilerden yara bandı bulup getirdi. Dizini sarıp sarmaladık. Biz girmeden onu buyur ettik içeriye.

Güzel bir taş yapı. İyi korunmuş. İçine girdik. Yaz sıcağında, serinlik yaladı tenimizi. İvedilik göstermeden gezdik her yanını. Dışarıya çıktık. Dış yüzeylere, bahçeye hayranlıkla baktık. Çatıya yakın yerlerde, dışarıya doğru çıkık taş oluklar var. Her oluktan aşağıya doğru kalın zincirler sarkmakta. Zincirler, insanların uzanıp ya da zıplayıp yetişebileceği bir yerde son bulmakta. Bu zincirlerin niye buraya konduğuna bir anlam veremedik. Sonradan görevliye sorunca gerçek anlaşıldı. Çatıdaki yağmur suları bu oluklara gelip zincirlerden aşağı akmakta. Böylece yapının dış duvarlarına zarar vermemekte. Eski mimarlara şapka çıkarmak gerek. Her türlü ayrıntıyı düşünerek ona göre önlemler almaktalar. Şimdikilerin onlardan öğrenecekleri çok şey var sanırım.

Kiliseden çıktık. Hemen yanındaki tarihin yükünü çekmiş, anı dolu evlerin arasındaki dar sokaklarda dolaştık bir süre. Yaşam sürüyor bu evlerde. Yaşlılar kapı önlerinde oturmakta. Çocuklar dar sokakların gölgeliklerinde oynamakta. Bazı yaşlılar, el işi ürünler satmakta. Sokak aralarındaki el kadar alanlarda sebze yetiştirmekte kimileri. Tavuklar, ıssız sokaklarda börtü böcek aramakta. Bazı evlerden hayvan gübresi kokusu gelmekte. Demek ki bu evlerin ahırlarında büyük ya da küçükbaş hayvan beslenmekte.

Sokak aralarında dolaşmamız bitti. Caddeye çıktık. On yaşlarında cin gibi bir erkek çocuk ekmek almış, eve gidiyor. Adını sordum. Tanıştık. Ona: Çömlek Ustası Yaşar Usta’yı sorduk. Göz bebekleri güldü. “Akrabamızdır, gelin, götüreyim sizi.” dedi. Zaten yolunun üstündeymiş. Söyleşerek kestirme bir patikadan çıktık atölyeye. Selam verdik, kolaylıklar diledik. Güler yüzlü bir adam Yaşar Usta. Mesleğini bir ibadet gibi yapan, yüz yıllardır süren bir ustalığın son temsilcisi. Çırak bulamıyor. Bu nedenle el vereceği biri yok! Anlaşılacağı üzere Yaşar Usta’dan sonra çömlek ustası olmayacak Sille’de. Olmayınca da tarihin derinliklerinden gelen bir meslek yok olacak.

Ülkemizde Yaşar Usta gibi mesleğinin son temsilcisi olan çok kişi var. Birçok el sanatı, zamana daha doğrusu teknolojiye yeniliyor. Oysa bu meslekler, baştan sona dek insan zekâsının ve emeğinin ürünü. Bu meslekler birer el sanatı. Yaratıcılık gerektirir. Bu nedenle başta kültür Bakanlığı olmak üzere yöre belediyeleri, bu tür meslekleri yaşatmak için gerekli destekleri vermeli. Çırak olacaklar, özendirilmeli. Onlara ve ustalarına ekonomik destekler verilmeli. Yoksa bir tarihi kendi ellerimizle yok ederiz.

Yaşar Ustanın yanında durduk. Elleri makine gibi boyuna üretmekte. Su testileri dizi dizi. Kulplarını sonradan yapacak. Güveç için tencereler kurutulmaya bırakılmış. Süs eşyaları var çamurdan. Çamura biçim veriyor o eller. Kim bilir kaç parça çömlek geçti bu kutsal ellerden? Acaba kaç tane testiye, güvece, vazoya alınterini akıttı Yaşar Usta? Hayranlıkla izliyoruz onun ellerini. Çamur, çok geçmeden o ellerle bir sanat yapıtına dönüşüyor. Dalmışım… Bembeyaz tişört giymişim, farkında değilim. Atölyeden ayrıldıktan sonra fark ettik ki benim tişört renk değiştirmiş. Olsun...  Yaşar Ustayı ziyaret ettiğimiz nereden belli olacak.

Sille’de onlarca kaya kilisesi var. Gezmekle bitecek gibi değil. Bu yönüyle Ihlara Vadisini anımsatmakta. Vadiye, çarşıya doğru indik. Evlerin hangisine bakacağımızı şaşırdık. Çarşıda Yaşar Ustanın oğluyla gelinin çalıştırdığı çömlek satışı yapan dükkâna geldik. Oğlu yokmuş, gelini dükkânda. Güler yüzlü bir Anadolu kadını. Ustanın yanından geldiğimiz tişörtümden belli. Bir iki parça bir şey aldık. Fazla almıyoruz, çünkü gidip gezeceğimiz çok yer var. Hem taşımak zor hem de kırılır diye korkmaktayız.

Türkiye’nin ilk Zaman Müzesi burada. Gezilmesi zorunlu yerlerdendir. Gelip de gezmemek olmaz. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini kapsayan az bulunur zamanla ilgili yapıtları görmek olanaklı burada. Çok değerli yapıtların bulunduğu müze, gerçek bir zaman yolculuğu yaptırmakta gezenlere.

Sille Kent Müzesi, gezilecek çok önemli bir yer. İkinci katta mübadele ile Sille’den Yunanistan’a göçmüş bir ailenin kızı olan Bayan Moisoğlu’nun müzeye armağan ettiği halı görülmeye değer. Dedelerinin Sille’de dokuttuğu halıyı, dokunduğu topraklarda kurulan müzeye vermek nasıl bir toprak sevgisidir? Bir insanın toprağına duyduğu özlemi, sevgiyi, saygıyı, bağlılığı anlatması için çok önemli bir davranış bu. Bir insan nereye giderse gitsin nerede yaşasa yaşasın köklerinin bulunduğu topraktan kopamıyor.

Halıcılık, Sille için önemli bir sanat. Geleneksel halıcılığı sürdürmek için hem merkezi hem de yerel yönetimlerin desteği gerekli. Sille halıları yeniden hem ülkemizde hem de dünyada hak ettiği yeri almalı, evlerimizin sıcaklığını artırmalı.

Sille’nin en ilgi çekici yapılarından biri, Çay Camisi. Ahşabın egemenliğinde bir yapı. Ahşap kullanılan camilere bayılıyorum. Her milimetrede insan emeğinin yaratıcılığını, sıcaklığını görmekteyim. Caminin önünde oturup dereyi izlemek ayrı bir zevk. Ayrıca burada tarih kokan hamamlar, çok ilgi çekici. Zamana meydan okuyan bu yapıtları ayaktayken gezip görmeli, fotoğraflamalı. Mum atölyesi de gezilecek yerlerden. Ancak biz oradayken kapalıydı. Bu güzel yeri, başka bir gezimizde gezeriz, diyelim.

Sille’de tüm yorgunluğu üzerimizden alacak olan şey, Türk kahvesi. Vadinin dibinden dereye, boz tepelere bakarak kahve içmek vazgeçilmez bir tat.

Sille, çok iyi korunmuş tarihsel alanlarımızdan. Ancak burayı yeiçlere (kafelere), hediyelik eşyacılara bırakmak yanlış. Buradaki dükkânlarda Sille’de üretilenlerin satılmasına özen göstermeli. Bu konuda Selçuklu Belediyesine çok iş düşüyor. Yerel ürünler öne çıkmalı. Böylece Silleliler, tarihlerini korumanın ödülünü almalılar.

Gezilecek çok yer var. Zaman, su gibi akmakta. Ayaklarımız geri geri giderek ayrılıyoruz bu açık hava müzesinden. Yüreğimizin bir bölümünü bırakarak Konya’ya giden minibüse biniyoruz.

                                                                                   Adil Hacıömeroğlu

11 Eylül 2021

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder