Sille’den
minibüse bindik büyük bir tarihsel varsıllığı ardımızda bırakarak. Atacan
Tropikal Kelebek Bahçesine gitmek için can atmakta. Önce çocukların istekleri
yapılmalı. Çocuk, “dur”dan anlamaz. Onun için kelebekler çok önemli. Aslında biz
de merak ediyoruz orayı.
Minibüs
sürücüsüne selam verip “hayırlı işler!” diledik. Ardından da kelebekler
bahçesine en kısa zamanda hangi yolla gidebileceğimizi sordum. Söyledi. Bizi
yolda indirecek. Yüz metre yürüdükten sonra oraya giden minibüse bineceğiz. Çok
güzel. Kırk yıllık dost gibi söyleşiyoruz onunla. Bu arada yoldan yolcular
binmekte sürekli. Elinde ekmek bir kişi bindi. Ekmeklerin sıcak olduğu
tutuşundan ve ekmeklerin kokusundan belli. Ekmekleri koltuğun üzerine bıraktı.
Ekmekler kâğıda sarılı. Az sonra sürücümüzle yer değiştirdi. Meğer ekmekleri
getiren kişi, aracın ikinci sürücüsüymüş. Az sonra taşıt durdu ve asıl sürücü Ali
Rıza Baykuş indi. İnerken ekmeğin birini bana verdi. Almayınca ısrar etti. Ben
de “Sağol!” dedim ona. Helallik aldım. Ekmek tandır ekmeğiymiş. Özel bir
fırında pişmekteymiş. Arada sırada sürücü değişiminde getirirmiş patronuna bu
ekmekten ikinci sürücü. (Bu arada ekmeği getirenin Ali Rıza Baykuş’un kardeşi
olduğunu daha sonra öğrendim.)
İnmemiz
gereken yerde durdu araba. Sürücü nereden binip gideceğimizi gösterdi.
Vedalaşıp yola girdik. Minibüs uzaklaştıktan sonra ekmeği bölüştük. Bir de
tereyağı ve tulumpeyniri olsa lezzetine doyum olmayacak. Neşeli bir biçimde
yürürken Atacan’ın ayağı yine takıldı ve dümdüz yolda düştü. Sabah yaralanan
diz yine kanadı. Bu kez başka çizikler, yaralar oluştu. İçten bir ağlama
tutturdu. O ağlarken ben, ona: “Düz yolda düşmeyi nasıl başardın? Söyle, ben de
düşeyim.” deyince kesti ağlamayı. Bulutlardan akan yağmur dindi. Gözlerini ve
yanaklarını benim çamurlu tişörtüme sürerek kuruladı. Ekmeği de yere düşmüştü.
Aldık ekmeği yerden ve bahçeli evlerden birinin duvarının üstüne koyduk.
O:
“Demek ki bu ekmek kuşların hakkıymış.” dedi. Elimdekini bölüp verdim ona,
almadı. Ben de kâğıda sarıp sırt çantama koydum ekmek parçasını. Bu arada
minibüse bineceğimiz yere geldik. Az sonra bindik taşıta ki tıklım tıklım.
Yolda yeni kişiler de binince soluklanmak için yer yok. Eşim, bindiğimizde
oturmuştu. Biz ayaktayız. Atacan, bana sarılarak kendince koronadan korunmakta.
Annesinin tüm ısrarlarına karşın onun kucağına da gitmedi. Ayakta durunca
kendini büyümüş sayıyor. Şu minibüslerde koronaya yakalanmasak kolay kolay
yakalanmayız sanırım.
Neyse
sözü uzatmayalım. Tropikal Kelebek Bahçesine geldik. İndik ki çok kalabalık…
İçeri girenler, içerden çıkanlar… Öndeki alan, çocuk deryası… Sıraya girdik.
Hızlı ilerliyor sıra. Az sonra biletlerimizi alıp içeri girdik. Her yan kelebek
kaynamakta. Bugüne dek görmediğimiz bitkiler var. İçerisi kalabalık. Neredeyse
tek sıra olarak ilerlemekte herkes. Daracık yoldan ilerliyoruz. Kelebekler
zaman zaman üzerimize konmaktalar. Atacan ve diğer çocukların aklı başından
gidiyor. Hangi kelebeğe bakacaklarını şaşırıyorlar. Büyükler de çocukların
sevincine katılıyor. İnsanlar, fotoğraf çekme yarışındalar neredeyse.
Bir
saate yakın içerdeyiz. İçerideki nem ve sıcaklık beni bunalttı. Ancak belli
etmiyorum ki Atacan rahatça gezsin, benim için kaygılanmasın. Bu sırada sol
yanımızda camlı kutular var. İçi bölüm bölüm. Birden fark ettik ki bir larvanın
içinden kelebek çıkıyor. Uzun süre bekledik başında. Yarısı çıktı. Neredeyse
kırk dakikadır başındayız. Diğer kişilere de gösterdik olağanüstü doğa olayını.
Onlar da ilgiyle izlediler. Fotoğraflar çekildi. Genç biri, elinde kamera
kelebek belgeseli çekiyormuş. Ona da gösterdim yarı kelebeği. Sevindi, çekmeye
başladı. Zar zor ayrıldık oradan. İvedilik göstermeden her kelebeğin, her
bitkinin tadını çıkardık. Avrupa’nın en büyük kelebek uçuş alanı burası. Bu
nedenle çok mutluyuz. Dışarıya çıkmadan bir dükkân var, anı eşyalar satmakta.
Uğradık. Fotoğraf da çektirdik. Atacan, kendisi için bazı anmalıklar aldı.
Öğrenciler
için olağanüstü bir eğitim yeri. Bu konuda Konya’daki okullar şanslı. Selçuklu
Belediyesi büyük bir iş başardı. Darısı diğer belediyelerin başına. Böyle,
topluma yararlı işler yapmak dururken boş işlerle uğraşan belediyeler ders
almalı buradan.
Hem
Sille’de hem de Kelebekler bahçesinde saatlerce yürüdük. Ayaklarımıza karasular
indi. Yorgunluk ve açlık belirtisi yok! Çıktık biraz çevrede dolaşıp kent
merkezine dönmek için otobüs durağına gittik. Ne gelirse bineceğiz. Belediye
otobüsüne bindik çok geçmeden. Kent merkezine girdik. Karatay Medresesine yakın
bir durakta indik. Müze ha kapandı ha kapanacak, ucu ucuna yetiştik. İçeri
girdik. Müze çalışanları anlayışlı. Müzeleri gezilsin istiyorlar. İvedi
davranmadan gezdik müzeyi.
Sabahtan
beri doğru dürüst bir şey yememişiz. Bulduğumuz bir yerde karnımızı doyurduk.
Güneş, gecenin koynuna girdi. Biz kalkıp Alaaddin Tepesine yürüdük. Çay söyledik
demlikte. İçtik. Ancak demlikteki çayı beğenmedik. Çay, masaya gelen demlikte
demlenmiyor. Çay ocağındaki büyük demlikten masaya gelen küçük demliklere,
demli çayı koyarak getiriyorlar. Bu işletme, belediyenin… Bu konuda iş yükleri
artacak, ama Konyalılara ve gelen konuklara ağız tadıyla çay içirsinler kolaya
kaçmadan.
Saat
iyice ilerledi. Kalktık öğretmenevine gitmek için ancak ayaklarımız tutuldu
sanki. Yorulduğumuzu, oturup çay içince anladık. Yürüyüp gittik. Odamıza
çekildik. Yarın erken kalkmalıyız.
Adil
Hacıömeroğlu
12
Eylül 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder