ÖNYARGILARIN YOK OLDUĞU ANLAR (Dinlence Yazıları 7)


Konya Garından trenden indik. Yükümüz fazla değil. Bavulu ben aldım. Tekerlekleri, taşımakta kolaylık sağlamakta. Eşimin elinde iki küçük torba var. Atacan, çevre incelemesinde. Bu nedenle eşim, elinden tutmakta. Çıktık gardan, ön yandaki alan, her türden taşıtla dolu. Kentlerarası otobüsler, belediye otobüsleri, minibüsler, taksiler, özel otolar… Konya dışına giden otobüslerin çığırtkanları arada sırada bağırmaktalar.

İnternetten bir otelde yer ayırtmıştık. Mevlana’nın adı verilen kent merkezinde bulunmakta. Oraya telefon ettik. Gardan bineceğimiz her belediye otobüsünün ve minibüsün önlerinden geçtiğini söylediler. “Beş dakikalık bir yol…” dediler. Orada, bir görevliye sorduk hangi taşıta bineceğimizi. Hemen önümüzde duran belediye otobüsünü gösterdi. Biletimiz olmadığını söyledim. “Sorun değil, bu otobüsler parasız, Konya Büyükşehir Belediyesinin bir hizmeti…” dedi. Görevliye, mutluluğumuzu belirten bir “Sağol!” dedim. Atladık otobüse. Az sonra kalktı.

Çevreyi incelemekteyiz ne var, ne yok diye. Kenti öğrenmek için kısa bir fırsat. Yol, bize uzun geldi. Genelikle hep öyle değil mi? Bilmediğimiz yerler bize hep uzak gelir, ilk gittiğimiz yollar da hiç bitmez.  Meydanlık bir alan gördük otobüs durunca biz de indik. İndiğimiz yer Alaattin tepesinin önü ve Mevlana’ya giden caddenin karşısıymış. Otele telefon edip bulunduğumuz yeri söyledik. Görevli, önce anlayamadı bulunduğumuz yeri. Sonra anladı. Bu durum, içimize kuşku düşürdü. Zor bela oteli bulduk. Görür görmez eşimin yüzü değişti. Odayı görmek istediğini söyledi. Çıkıp baktık. Eşim beğenmeyince otel görevlisi, gecelik ederi epeyce düşürdü. Yine kabul etmedik ve çıktık oradan.

Geldiğimiz yoldan geri dönüp Konya öğretmenevine geldik. Daha önce görmüştük tabelasını. Önce karnımızı doyuralım, dedik. İçeri girdik. Hemen önümüzde aşevi. Öncelikle çok terlediğimizden elimizi, yüzümüzü yıkamalıyız.

Üç kişilik tabldot parası ödeyip yemeklerimizi aldık. Kafamızı konaklayacağımız yere takmadan yemeğimizi bitirdik. Atacan, aşevindeki masada oynuyor. Çocuk, her yerde çocuk. Onu masada bırakıp çıktık.

Aşevinden yönetim bölümüne geçtik. Müdür odasının kapısı açık. Öğlen sıcağının ortalığı kavurduğu bir anda takım elbiseli, kravatlı üç kişi oturmakta odada. Biri, orun koltuğunda. Tam içeri yöneldik ki yaza uygun giyimli bir görevli sessizce bizi durdurdu. İçeride oturanların müfettişler olduğunu söyledi. Kendisinin müdür yardımcısı olduğunu belirtti. Ne istediğimizi sordu. Biz de öğretmen olduğumuzu ve kalacak yer aradığımız söyledik. “Burada yer yok!” dedi. Bizim özgüveni yüksek bir biçimde konuşup ısrar etmemiz üzerine Meram öğretmenevini arayıp bir oda ayarladı. Buranın yerini sorduk. “Minibüsler, önünden geçiyor.” dedi. “Yürüyerek gidebilir miyiz?” diye sorduğumuzda “Evet!” yanıtını verdi. Sıcağa karşın yola koyulduk. Amacımız, kentin ana caddelerini öğrenmek. Yürüdük sağı solu inceleyerek. Öğretmenevine vardık. Kaç gün kalacağımızı söyleyip odanın ederini ödedik. Yükümüzü odaya çıkarıp bıraktık. Öğretmenevi sessiz bir yerde. Bu da çok güzel. Odamızı da beğendik. Hiç beklemeden dışarı çıktık. Çünkü vakit nakittir.

İlk kez arabamız yok bir yurtiçi gezisinde. Zamanımız çok değerli. Gidip gelirken özellikle minibüslerin önlerindeki yazıları okuyup nerelere gittiklerini usumda tutmaya çalışmaktayım. Nereye, nasıl ulaşacağımız benim sorumluluğumda.

Konya’da ilk göze çarpan cadde ve sokakların temizliği. Yerlerde çöp yok. Caddelerin kıyılarında park eden araçlar bulunmadığından yollar tıkanmıyor. En çok ilgimizi çeken de arabalarının düdük çalmaması. Bu, olağanüstü bir sessizlik, dinginlik ve erinç sağlamakta. Trafik ışıklarının olmadığı yaya geçitlerinde sürücüler, bir yaya bile görseler anında durmaktalar. Ne güzel… İstanbul’da olduğu gibi insanların üzerine arabasını süren yok! Burada başımızdan geçen bir olayı anlatayım. Konya’daki son günümüzde eşimle küçük bir alışverişe gittik. Atacan, öğretmenevinde kaldı. Biz caddeden karşıya geçmek için köşede beklemekteyiz. Arabaların olmadığı bir anda karşıya geçeceğiz. Bu sırada karşı yanda duran birisi, bizi bağırarak uyarmaya çalışmakta. Taşıtlar biz geçelim diye durmuş. Biz, İstanbul’daki alışkanlığımız gereğince farkında değiliz. Alışmadığımız bir durum bu. Gülerek ve el hareketlerimizle teşekkür ederek karşıya geçtik. Kendimize güldük dakikalarca. İstanbul’da yaşayan kişiler olarak burada gösterdiğimiz ilkelliği sanırım yaşamım boyunca hiç unutmayacağım.

Benim ilgimi çekense işyeri tabelalarındaki düzen. Yapılara dikey asılı tabela yok! Hepsi yapıların duvarlarına yapışık. Bazı uluslararası ve ulusal markaların dışında tüm tabelaların biçimi, yazısı aynı. Konya’da tabela kirliliği önlenmiş durumda. 1999-2004 arası Bakırköy’de belediye meclisi üyeliği yapmıştım. Tabela kirliliğinin önlenmesi, en çok üzerinde durduğum konuydu. Ne yazık ki dar bakışlı görüşlerin üstesinden gelemedik. Birçok tabelanın can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürdüğünü örneklerle anlatmış olsam da amacıma ulaşamadım. Konya caddelerinde ilk yürüyüşümde bunu gördüğümde sevincim görülmeye değerdi.

Konya bozkırın ortasında yeşil bir deniz. Her yan yemyeşil. İklime uygun ağaçlar, her yana dikilmiş. Özellikle cadde ve sokak kıyılarını kaplayan ağaçlar görülmeye değer. Bozkırın rengi ve sıcağı ağaçlar sayesinde kendini duyumsatmamakta. Boş alanlar, yemyeşil parklara dönüşmüş.

Konya’nın dindarlığı ilk bakışta belli oluyor. Bu; giyim kuşamdan, söylemlerden kolayca anlaşılmakta. Cadde kıyılarını kaplayan yeiçlerde bu dindarlığın etkileri görülmekte. Üçümüz de şortluyuz. Çok az da olsa mini etekli, şortlu, göbeği açık kızlar dolaşmakta. Kafasını kaldırıp bakan bir erkek görmedik beş gün boyunca. Rahatsız edici bakışlar yok! Modern yaşamla dindarlık erimiş günlük yaşamın uzlaşmacı toprağında. Dindarlık, yobazlığa dönüşmemiş. Hem tarımın hem ticaretin hem de sanayinin geliştiği bu kentimizde dışa açılmak çok önemli. Ticaretin gelişmesi toplumsal farklılıklar arasında uzlaşmayı da getirmekte.

Konya, büyük bir üniversite kenti. Bunu, her an duyumsayabiliyoruz.

Trene bindiğimizde önyargılıydık. Konya’da birkaç saatlik dolaşma, önyargılarımızı paramparça etti, hem de atomun çekirdeğinin parçalanmasından daha kolay.

                                                                                   Adil Hacıömeroğlu

                                                                                   7 Eylül 2021

 

 

 

 

2 yorum:

  1. Eski bir meseldir.. " Yaylalar içinde Erzurum yayla; Şehirler içinde Konya'dır, Konya "

    YanıtlaSil
  2. 1969 da ailecek gitmiştik Konya’ya. Ortaokulu yeni bitirmiştim. Mevlana türbesini ziyaret amaçlıydı gezimiz. Kamyon ve at arabasından başka taşıt görmemiştim. Ve şalvarlı köylüler çoğunluktaydı. Meram bağları denilen yer ise şehrin epey uzağında bir mesire yeriydi. Yeni bir şehir meydana getirmişler. Hangi görüşte olursa olsun, çalıp çırpmadan halka hizmet eden kişi başımın üstündedir. Selamlarımla…

    YanıtlaSil