Konya
Garından trenden indik. Yükümüz fazla değil. Bavulu ben aldım. Tekerlekleri,
taşımakta kolaylık sağlamakta. Eşimin elinde iki küçük torba var. Atacan, çevre
incelemesinde. Bu nedenle eşim, elinden tutmakta. Çıktık gardan, ön yandaki alan,
her türden taşıtla dolu. Kentlerarası otobüsler, belediye otobüsleri, minibüsler,
taksiler, özel otolar… Konya dışına giden otobüslerin çığırtkanları arada sırada
bağırmaktalar.
İnternetten
bir otelde yer ayırtmıştık. Mevlana’nın adı verilen kent merkezinde bulunmakta.
Oraya telefon ettik. Gardan bineceğimiz her belediye otobüsünün ve minibüsün
önlerinden geçtiğini söylediler. “Beş dakikalık bir yol…” dediler. Orada, bir
görevliye sorduk hangi taşıta bineceğimizi. Hemen önümüzde duran belediye
otobüsünü gösterdi. Biletimiz olmadığını söyledim. “Sorun değil, bu otobüsler
parasız, Konya Büyükşehir Belediyesinin bir hizmeti…” dedi. Görevliye,
mutluluğumuzu belirten bir “Sağol!” dedim. Atladık otobüse. Az sonra kalktı.
Çevreyi
incelemekteyiz ne var, ne yok diye. Kenti öğrenmek için kısa bir fırsat. Yol,
bize uzun geldi. Genelikle hep öyle değil mi? Bilmediğimiz yerler bize hep uzak
gelir, ilk gittiğimiz yollar da hiç bitmez. Meydanlık bir alan gördük otobüs durunca biz
de indik. İndiğimiz yer Alaattin tepesinin önü ve Mevlana’ya giden caddenin
karşısıymış. Otele telefon edip bulunduğumuz yeri söyledik. Görevli, önce anlayamadı
bulunduğumuz yeri. Sonra anladı. Bu durum, içimize kuşku düşürdü. Zor bela
oteli bulduk. Görür görmez eşimin yüzü değişti. Odayı görmek istediğini
söyledi. Çıkıp baktık. Eşim beğenmeyince otel görevlisi, gecelik ederi epeyce
düşürdü. Yine kabul etmedik ve çıktık oradan.
Geldiğimiz
yoldan geri dönüp Konya öğretmenevine geldik. Daha önce görmüştük tabelasını. Önce
karnımızı doyuralım, dedik. İçeri girdik. Hemen önümüzde aşevi. Öncelikle çok
terlediğimizden elimizi, yüzümüzü yıkamalıyız.
Üç
kişilik tabldot parası ödeyip yemeklerimizi aldık. Kafamızı konaklayacağımız
yere takmadan yemeğimizi bitirdik. Atacan, aşevindeki masada oynuyor. Çocuk,
her yerde çocuk. Onu masada bırakıp çıktık.
Aşevinden
yönetim bölümüne geçtik. Müdür odasının kapısı açık. Öğlen sıcağının ortalığı
kavurduğu bir anda takım elbiseli, kravatlı üç kişi oturmakta odada. Biri, orun
koltuğunda. Tam içeri yöneldik ki yaza uygun giyimli bir görevli sessizce bizi
durdurdu. İçeride oturanların müfettişler olduğunu söyledi. Kendisinin müdür
yardımcısı olduğunu belirtti. Ne istediğimizi sordu. Biz de öğretmen olduğumuzu
ve kalacak yer aradığımız söyledik. “Burada yer yok!” dedi. Bizim özgüveni yüksek
bir biçimde konuşup ısrar etmemiz üzerine Meram öğretmenevini arayıp bir oda ayarladı.
Buranın yerini sorduk. “Minibüsler, önünden geçiyor.” dedi. “Yürüyerek
gidebilir miyiz?” diye sorduğumuzda “Evet!” yanıtını verdi. Sıcağa karşın yola
koyulduk. Amacımız, kentin ana caddelerini öğrenmek. Yürüdük sağı solu
inceleyerek. Öğretmenevine vardık. Kaç gün kalacağımızı söyleyip odanın ederini
ödedik. Yükümüzü odaya çıkarıp bıraktık. Öğretmenevi sessiz bir yerde. Bu da
çok güzel. Odamızı da beğendik. Hiç beklemeden dışarı çıktık. Çünkü vakit
nakittir.
İlk
kez arabamız yok bir yurtiçi gezisinde. Zamanımız çok değerli. Gidip gelirken
özellikle minibüslerin önlerindeki yazıları okuyup nerelere gittiklerini usumda
tutmaya çalışmaktayım. Nereye, nasıl ulaşacağımız benim sorumluluğumda.
Konya’da
ilk göze çarpan cadde ve sokakların temizliği. Yerlerde çöp yok. Caddelerin
kıyılarında park eden araçlar bulunmadığından yollar tıkanmıyor. En çok
ilgimizi çeken de arabalarının düdük çalmaması. Bu, olağanüstü bir sessizlik, dinginlik
ve erinç sağlamakta. Trafik ışıklarının olmadığı yaya geçitlerinde sürücüler,
bir yaya bile görseler anında durmaktalar. Ne güzel… İstanbul’da olduğu gibi insanların
üzerine arabasını süren yok! Burada başımızdan geçen bir olayı anlatayım. Konya’daki
son günümüzde eşimle küçük bir alışverişe gittik. Atacan, öğretmenevinde kaldı.
Biz caddeden karşıya geçmek için köşede beklemekteyiz. Arabaların olmadığı bir
anda karşıya geçeceğiz. Bu sırada karşı yanda duran birisi, bizi bağırarak
uyarmaya çalışmakta. Taşıtlar biz geçelim diye durmuş. Biz, İstanbul’daki alışkanlığımız
gereğince farkında değiliz. Alışmadığımız bir durum bu. Gülerek ve el
hareketlerimizle teşekkür ederek karşıya geçtik. Kendimize güldük dakikalarca.
İstanbul’da yaşayan kişiler olarak burada gösterdiğimiz ilkelliği sanırım
yaşamım boyunca hiç unutmayacağım.
Benim
ilgimi çekense işyeri tabelalarındaki düzen. Yapılara dikey asılı tabela yok!
Hepsi yapıların duvarlarına yapışık. Bazı uluslararası ve ulusal markaların
dışında tüm tabelaların biçimi, yazısı aynı. Konya’da tabela kirliliği önlenmiş
durumda. 1999-2004 arası Bakırköy’de belediye meclisi üyeliği yapmıştım. Tabela
kirliliğinin önlenmesi, en çok üzerinde durduğum konuydu. Ne yazık ki dar bakışlı
görüşlerin üstesinden gelemedik. Birçok tabelanın can ve mal güvenliğini
tehlikeye düşürdüğünü örneklerle anlatmış olsam da amacıma ulaşamadım. Konya
caddelerinde ilk yürüyüşümde bunu gördüğümde sevincim görülmeye değerdi.
Konya
bozkırın ortasında yeşil bir deniz. Her yan yemyeşil. İklime uygun ağaçlar, her
yana dikilmiş. Özellikle cadde ve sokak kıyılarını kaplayan ağaçlar görülmeye
değer. Bozkırın rengi ve sıcağı ağaçlar sayesinde kendini duyumsatmamakta. Boş
alanlar, yemyeşil parklara dönüşmüş.
Konya’nın
dindarlığı ilk bakışta belli oluyor. Bu; giyim kuşamdan, söylemlerden kolayca
anlaşılmakta. Cadde kıyılarını kaplayan yeiçlerde bu dindarlığın etkileri
görülmekte. Üçümüz de şortluyuz. Çok az da olsa mini etekli, şortlu, göbeği
açık kızlar dolaşmakta. Kafasını kaldırıp bakan bir erkek görmedik beş gün
boyunca. Rahatsız edici bakışlar yok! Modern yaşamla dindarlık erimiş günlük
yaşamın uzlaşmacı toprağında. Dindarlık, yobazlığa dönüşmemiş. Hem tarımın hem
ticaretin hem de sanayinin geliştiği bu kentimizde dışa açılmak çok önemli.
Ticaretin gelişmesi toplumsal farklılıklar arasında uzlaşmayı da getirmekte.
Konya,
büyük bir üniversite kenti. Bunu, her an duyumsayabiliyoruz.
Trene
bindiğimizde önyargılıydık. Konya’da birkaç saatlik dolaşma, önyargılarımızı
paramparça etti, hem de atomun çekirdeğinin parçalanmasından daha kolay.
Adil
Hacıömeroğlu
7
Eylül 2021
Eski bir meseldir.. " Yaylalar içinde Erzurum yayla; Şehirler içinde Konya'dır, Konya "
YanıtlaSil1969 da ailecek gitmiştik Konya’ya. Ortaokulu yeni bitirmiştim. Mevlana türbesini ziyaret amaçlıydı gezimiz. Kamyon ve at arabasından başka taşıt görmemiştim. Ve şalvarlı köylüler çoğunluktaydı. Meram bağları denilen yer ise şehrin epey uzağında bir mesire yeriydi. Yeni bir şehir meydana getirmişler. Hangi görüşte olursa olsun, çalıp çırpmadan halka hizmet eden kişi başımın üstündedir. Selamlarımla…
YanıtlaSil