Bir
önceki akşam geç saatlerde eski garajlara geldik tüm yorgunluğumuza karşın.
Konya’nın ilçelerine, bazı beldelere buradan toplu taşım araçları var. Çumra’ya
giden otobüs yazıhanesine gittik. Otobüslerin gün içinde hangi saatlerde
kalktıklarını öğrendik. Çumra’dan Çatalhöyük’e minibüsler gittiğini söylediler.
Orada bekleyen otobüs çalışanlarına da aynı şeyi sorduk. Onlar da Çumra
otogarından Çatalhöyük’e ker zaman minibüs var, dediler kararlılıkla. Ayrıca
gün içinde yaklaşık on kişiye daha sorduk, Çatalhöyük’e nasıl gidebileceğimizi;
herkes aynı şeyi söyledi. Bu kadar kişiden benzer yanıtları alınca geceleyin
rahatlıkla başımızı yastığa koyduk. Çünkü sabahleyin erken kalkıp Çatalhöyük’e,
uygarlığın ilk başladığı yere (Yenisi bulununcaya dek) gideceğiz. Sevinçten
doğan bir heyecan içindeyiz.
Sabahleyin
mutlulukla uyandık. Çabucak hazırlanıp ivedi bir kahvaltıdan sonra çıktık yola.
Eski garaja gelip kalkmakta olan Çumra otobüsüne üç bilet alıp bindik. Yol
boyunca gidiyoruz uçsuz bucaksız Konya Ovasından. Her yanda bereket fışkırıyor.
Toprağın neredeyse her karışı ekilip dikilmiş. Meyve bahçeleri az. Daha çok
mısır, kabak, kavun, buğday, arpa… Arpa ve buğday biçilip kaldırılmış. Bazı
tarlalar anızla kaplı. Mısırın bir kısmı silaj için. Bir bölümü de yağ ve tatlandırıcı
için… Mısır, şeker pancarını kovmuş bu güzel topraklardan. Mısır yetişmesi için
en gerekli şeylerden biri, su. Konya Ovası sulanabilir bir yer değil. Olasıdır
ki üretici, artezyen kuyuları açarak yeraltı suları kullanıyor demek ki. Yeraltı
sularının aşırı, düzensiz ve bilinçsiz kullanımı yüzünden toprakta çöküntülerle
obrukların oluştuğunu basından öğrenmiştik. Neredeyse tarlaların yarısında
mısır var. Bu da demek oluyor ki yeraltı sularının kullanımı sürmekte. Ayrıca
Konya’nın çevresindeki doğal göllerin birçoğu ya kurumuş ya da kurumak üzere. Bu,
kuraklık ve çölleşmenin yakınlaştığını göstermekte.
Kabak
üretiminin asıl nedeni, çekirdeği. Çekirdek iyi para… Ayrıca çekirdeği alınan
kabakların dışı silaja karıştırılmakta. Bu da hayvancılık için iyi oluyor.
Silaj, turşu tadında hayvan yiyeceği. Yoksa hayvanlar kışı nasıl geçirir?
Kırk
beş dakikalık yolculuğumuz süresince hep ovadaydı gözümüz. Üretici, elinden geldiğince üretiyor.
Olanakları çerçevesinde ülkemiz ekonomisine katkı yapmaya çalışmakta. Ancak
üreten çiftçi eziliyor, emeğinin karşılığını alamıyor. Özelleştirmeler sonunda
devlet fabrikaları satıldı ve büyük bir çoğunluğu üretim yapmamakta. Böyle
olunca da çiftçinin ürünü değerini bulmuyor. Dışalıma bağlı ekonomik düzen;
ulusal değerlerimizi, insanımızın emeğini boşa harcamakta. Vakit geçirmeksizin
ülkemiz, bu ekonomik sistemden vazgeçmeli. Yoksa bu gidiş iyi değil.
Çumra’ya
geldik. İlk bakışta kentin bakımsızlığı tenhalığı göze çarpmakta. Otobüsten
inip Çatalhöyük minibüslerinin nereden kalktığını sorduk. Sorunca da büyük bir
düş kırıklığı uğradık. Çumra’dan Çatalhöyük’e minibüs işlemiyormuş.
Anlaşılacağı üzere Çatalhöyük’e ulaşım yok! Ancak özel taşıtlarla ya da taksi
tutarak gidilebiliyormuş. Bu durum karşısında Çatalhöyük’ün nereye bağlı
olduğunu sordum. Oradaki herkes: “Çumra’ya…” diye yanıtladılar beni. Ben de
gidemediğin yer senin değildir, dedim. Sanırım burası başka bir ülkeye
verilmiş, deyince eksikliklerini anladılar.
Taksi
tutup gitmek bir çözüm; ama bu, sorunu çözmez. Belediyenin yerini sordum.
Söylediler. Yaklaşık on dakika yürüyerek vardık belediyeye. Eşimle Atacan,
serin bir ağaç gölgesinde oturdular beklemek için. Ben, önce halkla ilişkiler
müdürlüğüne gittim. Çatalhöyük’ün nereye bağlı olduğunu sordum. Gülümseyip
yanıtladılar. Derdimi anlatıp belediye başkanıyla görüşme isteğimi bildirdim.
Gençten bir görevli beni alarak üst kata çıktık. Başkanın odasına girmeden önce
bir masada oturun genç bir çalışana isteğimizi yineledik. O, adımı ve soyadımı
öğrenip hemen başkanın yanına gitti. Kısa bir süre sonra döndü ve bizi içeri
buyur etti.
Başkanın
odasına girdik. Güler yüzle karşılandı beni. Gülerek “Çatalhöyük, nereye
bağlı?” diye sordum. Asıl mesleği, savunmanlık. Ne söylemek istediğimi
anında anladı. Gülümseyerek yanıtladı beni. Güzel bir söyleşimiz oldu kısa
sürede. Sorunun farkında ve çözümleri de üç aşağı beş yukarı kafasında oluşmuş
durumda. Zaten bir yıl önce bu koltuğa oturmuş. Bir önceki başkan Kovid 19’dan
ölünce belediye meclis üyesiymiş. Meclis, onu başkan seçmiş. Ona altın
madeninin üzerinde oturduklarını, söyledim. Altın madeni ne mi? Çatalhöyük ve
kazılmayı bekleyen onlarca höyük.
Başkanın
adı Recep Candan… Recep Bey, karşısındakini dinleyen ve önerilere açık biri.
Eğer söylediklerini yaparsa Çumra’da fark yaratır. Görüşmemiz biraz uzadı
sanırım. Eşim telefonumu çaldırmakta. Dışarıda sıkıldılar her halde. Başkandan
izin istedim kalkmak için. O, özel kalemdeki çalışanı çağırarak belediyeye ait
bir aracın bizi Çatalhöyük’e götürmesini söyledi. İçten bir “Sağolun” deyip
vedalaşarak ayrıldık.
Arabaya
bindik. Çatalhöyük on iki kilometre Çumra’ya. Bereketli tarların içinden
geçmekteyiz. Başta tarla kuşları olmak üzere türlü türlü kuşlar uçuşmakta her
yanımızda. Hepsi ekmeğinin peşinde. Gölgesiz bir ovada, güneş kavurmakta her
şeyi. Yolda toz dumana karışıyor. Bu denli tarihsel bir yerin yüz ağartıcı yolu
da yok! Gerçi asfalt, ama bakımsız…
Çatalhöyük’e
ulaştık. Tam girişin önünde bir yeiç var. Yanında otopark… Kapıdan girince
gölgede oturan iki kişi ayağa kalkıp bizi karşıladı. Selam verip selam aldık.
Bizimle ilgilenen kişi arkeologmuş. Kısaca bilgi verdi bize. Önce oluşturulmakta
olan müzeyi gezdik. Ardından altı bin yıl önce buradaki insanların evlerinin ve
yaşam biçimlerinin canlandırıldığı alana girdik. Evlerin içine gezdik tek tek.
O yıllarda yaşayan insanların yaşam biçimiyle ilgili bilgilendik. Ardından asıl
Çatalhöyük’e evlerin olduğu yere yürüdük. Kazı henüz bitmemiş, sürmekte. Bir
yanda Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nin kazı ekibi, diğer yanda ise Ankara
Hacı Bayram Veli Üniversitesinin yenileme ekibi. Kazı alanının üzeri örtülü.
Buna karşın bunaltıcı bir sıcak var. Sıcağa aldırmadan çalışmakta genç
görevliler. Toprağın altından bir tarihi gün yüzüne çıkarmak için alınteri
akıtmaktalar. Çalışanlara selam verip “Kolay gelsin!” dedik. Onlara başarı
dilemeyi de unutmadık. Bir arkeolog, Konya Ovasında beş yüzü aşkın höyüğün
olduğunu söyleyerek bizi şaşırttı. Demek ki altın madeni her yana yayılmış.
Bunu bulup çıkarmak gerek. Bu arada kazı çalışanları da düzenli ulaşımın
olmamasından yakındılar. Çünkü onların da günlük gereksinmeleri var.
Konya,
dünyada uygarlığın ilk geliştiği yerlerden… Buğdayın belki de tarlaya ilk
atıldığı bir alan. İlk insanın ilk ekmek hamurunu yoğurup onu pişirdiği bir
uygarlık beşiği. Kısacası, insanoğlunun ilk kez üretim ekonomisine geçtiği
yerdir diyebiliriz. İleride daha eski yerleşim yerleri bulununca (Göbeklitepe,
Karahantepe… gibi) Çatalhöyük’ün bu öncülüğü gider, ancak tarihsel değeri
azalmaz.
Her
yanı iyice gezip inceledikten sonra geri döndük. Aslında Boncukluhöyük’ü de
gezmeyi düşünüyorduk. Ancak belediye çalışanını fazla bekletmeyelim diyerek bu
gezimizi başka bir zaman erteledik. Otogara geldik. Görevliye “Sağol!” dedik.
Konya’ya dönüş biletlerimizi aldıktan sonra Recep Candan Bey’i arayıp teşekkür
ettik. Birkaç bardak çay içince yol yorgunluğumuz geçti. Artık otobüse
binebiliriz.
Otobüste
iki kişiyle dost olduk Telefon numaralarımızı aldık verdik. Yanımda oturan
meraklı ve öğrenmeye hevesli imam hatipli genç Ahmet Alanlı ve önümde oturan
Neslihan Arıkan Hanım’a yol arkadaşlığımız için teşekkür ederim.
Çatalhöyük,
Konya gezimiz içinde çok özel bir yere sahip. Konya, Anadolu Selçukluların
başkentliğini yaptığı gibi ilk uygarlıkların da merkezi. Bu nedenle Konya ili,
üzerine örtülen Mevlana örtüsünü biraz aralayıp tarihsel, kültürel, sanatsal
değerlerini tanıtmak zorunda. Bu denli çok tarihsel özelliği, değeri bağrında
taşıyan bu kentimiz, bozkırın ortasında güneş gibi parlama ve tüm dünyaya
aydınlık saçama şansına kavuşmalı, kavuşturulmalı. Yurttaşlarımızın ekonomik
sıkıntılar içinde yaşadığı ülkemizde yeni iş kapıları böylece açılır.
Çatalhöyük’e
hem Konya’dan hem de Çumra’dan düzenli ulaşım sağlanmalı. Böyle bir yerin
burada olması büyük bir şans ve bunu iyi değerlendirmek gerek. Ayrıca
Çatalhöyük’ün tanıtılması için özel çabalar harcanmalı. Toprağın altında yatan
diğer höyüklerin de açılması için seferberlik yapılmalı. Özellikle
üniversitelerimize bu konuda çok iş düşmekte. Unutmayalım ki Konya da bir üniversite
kenti.
Adil
Hacıömeroğlu
15
Eylül 2021
Teşekkürler emeğine tanıtımına karşılık
YanıtlaSilUyarıcı Etkileyici yazı
Merhaba, İstanbul Üniv.Ed.fak. Hititoloji ABD mezunuyum. Bölümde okurken defalarca bölüm öğretim üyesi bize "mutlaka ÇATALHÖYÜK'ü ziyaret edin- hem mesleki açıdan hem de bilgi/ görgü yönünden perspektifiniz değişecektir" derdi. Ama bölümdeki hiçbir arkadaşın burayı ziyareti söz konusu olamadı.İst.Ün.Rektörlüğe "Eski önasya Dilleri bölümü başk.lığı" na bağlı bölümlerin öğrencilerinin mesleki açıdan bilgi ve görgülerinin yerinde pratik yaparak geliştirilmesi yönündeki istek ise " tahsis edilecek aracta olası sorunlar ve 30-35 kişilik bir öğrenci kitlesinin "sorumluluğunun" (!) üstlenilemiyeceği şeklindeki "hassas" (!) yaklaşımlarla sürekli ertelendi ve gerçekleşmesi sağlanamadı. Sizin yazınızda değindiğiniz gibi "bürokrasinin" şeklindeki bir yaklaşımı tüm Yurtta her kesimde yerleşmiş... Oluru değil de olmazı baz alarak çıkıldığında da "zaten olmayacaktı" "ben size dememiş miydim" gibi tesellilerle (!) avuntu yolu yeğlenmekte. İyi ki siz gezip görüp aktardınız. Ben de İst.Üni.Ed.Fak. Hititoloji Bölümü ile aynı üniversitenin Eski Önasya Dilleri böl. öğrencilerine yazınızı aktardım. Hiç değilse bir nebze oranın "havasını" >>tahayyülüne>>= imgelemelerine yarar. sağolun. esenkalın.
YanıtlaSil