Sabahleyin
yine erkenciyiz. Boşa harcayacak zamanımız yok! Üçüncü günümüz Konya’da ve
zaman hızla akıp gitmekte. Zamanı iyi kullanmak zorundayız. Günü dolu dolu
geçirmeli.
Meram
bağlarına gideceğiz. Minibüse binmemiz kolay oldu. Yol uzun, sürücü konuşkan
birisi. Ancak arka koltukta bir arkadaşı var. Konuları, sağlık… Sürücümüz
yaşulu birisi. Bir sağlık sorunu yaşamış. Arkadaşı da ona ilaçlar getirmiş.
Sağaltımcıya gitmiş gitmesine… İlaçlarını otacıdan da almış. Ancak bu yeterli
değil onun için. Daha çok da arkadaşı için yetersiz gelmekte ilaçlar. İşin aslı
arkadaşına iyilik yapmak istiyor. Onun iyileşmesinde pay sahibi olmayı
arzulamakta.
Meram’a
yaklaşınca arkadaşı indi. Neyse ki engelsiz bir söyleşimiz oldu kısa sürede.
Gezi izlencemizin oluşmasında bize yardımcı oldu.
İniş
yerimize geldik. Son durakmış zaten. Yukarı doğru yürüdük mis kokulu çamların
arasından. Yukarı çıktıkça Konya’nın görünümü daha güzel. Sağımızda solumuzda
gömütlükler var. İlgimizi çeken şu ki, gömütlerde taş yok, türbe de… Gömütlükler çok eski olabilir. Bu konuda bilgisine başvuracağımız birini bulamadık. Kendi aramızda tartıştık
ve bu gömütlüklerde şehitlerin yattığına karar verdik. Keşke bilgilendirici
tabelalar olsa…
Tepeye
çıktıkça yelin esişi çoğalıyor, ancak güneş de ona koşut olarak yükseliyor.
Terliyoruz durmadan. Terledikçe de su içmekteyiz.
Tek
tük taşıtlar geçmekte. Sanırım taşıtların içindekilerin çoğu tepelere kartal yuvası
gibi konmuş yeiçlere erkenciler kahvaltıya, geç kalanlar ise kuşluğa
gitmekteler. Son yıllarda kahvaltıyı yapmayıp kahvaltıyla öğlen yemeğini
kuşlukta birleştirenler var. Böylece günde iki öğünle günü geçirmekte bazıları:
Bu da son yılların modası…
İyice
dolaştık her yeri. Hem sabah yürüyüşü yapmış olduk hem de temiz hava alıp
ormanın güzelliklerini gördük. Meram, bozkırın ortasında bir cennet köşe. Öğlen
olmadan gezimiz bitti ve geri döndük. Aşağılarda iş makineleri çalışmakta.
İndiğimiz
yerden yeniden minibüse bindik. Seksen Binde Devr-i Alem’e gideceğiz. Dinozor
heykelleri varmış. Atacan(10), can atmakta buraya gitmek için. Başımızın etini
yemekte bir an önce gidelim diye. Neyse ki hemen minibüs geldi, atlayıp gittik.
Burası aynı zamanda millet bahçesi…
İçeri
girdik. Önce dinozorların olduğu bölümü gezdik. Canlandırmalar güzel.
Dinozorların yanına geldiğinizde hareket edip ses çıkarmaktalar. Önlerinde sensörler
var. İnsanları algıladığında heykele gerekli komutları veriyor. Bu da
çocukların ilgisini çekmekte. Böylece dinozorların gerçek dünyası belleklerde
canlanmakta. Burası epeyce zamanımızı aldı. Biz büyükler, belki de çocuklardan
daha çok ilgilenmekteyiz dinozor heykelleriyle. Dinozorların önündeki
kitabelerdeki bilgilendirmeler güzel. Hem tarih hem de biyoloji öğreniyoruz
böylece. Atacan, bunların çoğunu tanıyor ve yanlarına gitmeden başlıyor
anlatmaya. Etçil mi, otçul mu, büyüklükleri ne kadar, hangi çağda yaşadılar… Böylece
elli tane hareketli dinozoru tek tek inceledik.
Hava
sıcak… Biz hem açık havadayız hem de sürekli devinim durumundayız. Sularımız
bitti. Gittik su aldık. Çantamızdaki böreklerden birer dilim yedik. Hazır
oturmuşken birer bardak da çay içtik. Bu kadarı yeter… Dinlendik sayılır.
Dinozorlar bitti. Şimdi sırada Cihan-ı Türk Parkı var.
Nedense
belediye, Osmanlıca yazılışları yeğlemiş. Dilde amaç, anlaşmaktır. Yazıda amaç,
yazılanın okuyan tarafından kolayca anlaşılmasıdır. “Cihan-ı Türk” yerine,
“Türk dünyası” denseydi daha kolay anlaşılmaz mıydı anlatılmak istenen? Hele de
Karamanoğlu Mehmet Bey’in topraklarındaysanız bu konuya çok özen
göstermelisiniz.
Neyse
biz gezimize dönelim. Türk Dünyası Parkı’nda Adriyatik’ten Çin’e dek Türklerin
yaşadığı topraklarda oluşturdukları uygarlıkların simgeleri var. Her yapının
maketi yapılmış. Maketler ilgi çekici… Ancak benzerlerini İstanbul ve
Eskişehir’de gördük. Bu bölümü biraz hızlı geziyoruz. Yine de atlamıyoruz
maketlerden hiçbirini. Yüz yirmi maketi inceledik. Altı dilde sesli bilgi veren
makineler var burada.
Gezimizin
yönlendiricisi Atacan. Dinlenmeden, ara vermeden “Pamuk Şekeri” bölümüne
geçtik. İlk önce ülkemizde yapılmış en büyük ahşap kadırga, özgün gemiyi
aratmayacak biçimde yapılmış, onu gezdik. Bu tür yapıtlar iyi oluyor, tarihsel
bir yolculuğa çıkarıyor insanları. Biz de kadırgayla tarihin derinliklerine
kürek çektik.
Çevremiz
masal kahramanlarıyla dolu. Teker teker hepsini gezdik. Bolca fotoğraf
çektirdik. Kahramanların bildiğimiz özelliklerini konuştuk. Bilmediklerimizi
internetten öğrenip birbirimizle paylaştık. Ünlü komedyenlerin görselleri var.
En
ilgi çekeni on üç Türk büyüğünün büstleri. En önde Atatürk. Bir yanında Bilge
Kağan, diğer yanında Fatih Sultan Mehmet… Ne güzel… Türk tarihine yön veren üç
kahraman yan yana. Türk büyüklerinin karşısında bulunan yeiç’e girdik çay keyfi
yapalım diye. Övünç duyulacak bir park yaptığı için Meram Belediyesine
övgülerimizi yürekten gönderdik. Artık gitme zamanı…
Anayola
çıktık. Belediye otobüsü durağında otobüs, minibüs bekledik bir süre. Nedense
takside geçmiyor. Küçük bir gölgedeyiz. Sıcakta bekliyoruz ha geldi, ha gelecek
diye. Karşımızdaki köpeklerin mama kulübesi ilgimizi çekti, beğendik. Kente
gideceğimiz bir taşıt yok. Minibüslere ait bir telefon bulduk. Çaldırıyoruz,
ama açan yok! En sonunda otostop yapmaya karar verdik. Çıktım yola el ediyorum.
Yüzlerce otomobilden duran yok! Yürümeye karar verdik. Hem yürüyoruz hem de ben
geriye bakıp arabaları durdurmaya çalışıyorum. Birkaç yüz metre yürüdük.
Yeniden geri dönüp el ettim ardımızdaki arabalara. En sonunda bir araba sinyal
verip sağa yanaştı. Bindik. Güler yüzlü bir adam. Sıcak bir söyleşiye kaptırdık
kendimiz. Nereden gelip nereye gitmekte olduğumuzu anlattık. Gideceği yere en
yakın bir merkezde inebileceğimizi söyledim. “Olmaz.” dedi “Konuklarımızı
ortada bırakmam. Gidecekleri yere götüreyim ki yaptığımız iş tamam olsun.”
diyerek sözlerini sürdürdü bahçe sulamadan gelen güleç adam. Mevlana’ya
gidecektik, bizi orada indirdi. Adını sorduk: “Abdullah Güleç, ama siz sanayide
Boyacı Abdullah deyin herkes bilir.” dedi. Eee, atalarımız: “Yiğit lakabıyla
anılır.” sözünü boşuna söylememiş. Telefonunu da verdi Abdullah Bey.
Konya’da
kaldığımız süre boyunca Boyacı Abdullah, her akşam bizi yemeğe çağırdı. Ama biz
gece geç vakit bitirdiğimiz için gezilerimizi bu çağrılara olumlu yanıt
veremedik. Seyrek de olsa telefonlaşıyoruz. Bir gün, bir yerde yine yollarımız
kesişirse yemek de yeriz, derin söyleşiler de yaparız.
Burada
özellikle Konya Büyükşehir Belediyesine bir çift sözüm olacak. Böyle güzel bir
parka ulaşım, neden saatte bir olur? Ulaşım ne denli kolay olursa insanlar o
denli burayı gezer. Amaç gezdirmekse böyle güzel ve eğitici bir yeri, o zaman
ulaşımı kâr-zarar hesabı yapmadan sağlayacaksınız.
Adil
Hacıömeroğlu
13
Eylül 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder