MERAM VE 80 BİNDE DEVR-İ ÂLEM (Dinlence Yazıları 13)


Sabahleyin yine erkenciyiz. Boşa harcayacak zamanımız yok! Üçüncü günümüz Konya’da ve zaman hızla akıp gitmekte. Zamanı iyi kullanmak zorundayız. Günü dolu dolu geçirmeli.

Meram bağlarına gideceğiz. Minibüse binmemiz kolay oldu. Yol uzun, sürücü konuşkan birisi. Ancak arka koltukta bir arkadaşı var. Konuları, sağlık… Sürücümüz yaşulu birisi. Bir sağlık sorunu yaşamış. Arkadaşı da ona ilaçlar getirmiş. Sağaltımcıya gitmiş gitmesine… İlaçlarını otacıdan da almış. Ancak bu yeterli değil onun için. Daha çok da arkadaşı için yetersiz gelmekte ilaçlar. İşin aslı arkadaşına iyilik yapmak istiyor. Onun iyileşmesinde pay sahibi olmayı arzulamakta.

Meram’a yaklaşınca arkadaşı indi. Neyse ki engelsiz bir söyleşimiz oldu kısa sürede. Gezi izlencemizin oluşmasında bize yardımcı oldu.

İniş yerimize geldik. Son durakmış zaten. Yukarı doğru yürüdük mis kokulu çamların arasından. Yukarı çıktıkça Konya’nın görünümü daha güzel. Sağımızda solumuzda gömütlükler var. İlgimizi çeken şu ki, gömütlerde taş yok,  türbe de… Gömütlükler çok eski olabilir. Bu konuda bilgisine başvuracağımız birini bulamadık. Kendi aramızda tartıştık ve bu gömütlüklerde şehitlerin yattığına karar verdik. Keşke bilgilendirici tabelalar olsa…

Tepeye çıktıkça yelin esişi çoğalıyor, ancak güneş de ona koşut olarak yükseliyor. Terliyoruz durmadan. Terledikçe de su içmekteyiz.

Tek tük taşıtlar geçmekte. Sanırım taşıtların içindekilerin çoğu tepelere kartal yuvası gibi konmuş yeiçlere erkenciler kahvaltıya, geç kalanlar ise kuşluğa gitmekteler. Son yıllarda kahvaltıyı yapmayıp kahvaltıyla öğlen yemeğini kuşlukta birleştirenler var. Böylece günde iki öğünle günü geçirmekte bazıları: Bu da son yılların modası…

İyice dolaştık her yeri. Hem sabah yürüyüşü yapmış olduk hem de temiz hava alıp ormanın güzelliklerini gördük. Meram, bozkırın ortasında bir cennet köşe. Öğlen olmadan gezimiz bitti ve geri döndük. Aşağılarda iş makineleri çalışmakta.

İndiğimiz yerden yeniden minibüse bindik. Seksen Binde Devr-i Alem’e gideceğiz. Dinozor heykelleri varmış. Atacan(10), can atmakta buraya gitmek için. Başımızın etini yemekte bir an önce gidelim diye. Neyse ki hemen minibüs geldi, atlayıp gittik. Burası aynı zamanda millet bahçesi…

İçeri girdik. Önce dinozorların olduğu bölümü gezdik. Canlandırmalar güzel. Dinozorların yanına geldiğinizde hareket edip ses çıkarmaktalar. Önlerinde sensörler var. İnsanları algıladığında heykele gerekli komutları veriyor. Bu da çocukların ilgisini çekmekte. Böylece dinozorların gerçek dünyası belleklerde canlanmakta. Burası epeyce zamanımızı aldı. Biz büyükler, belki de çocuklardan daha çok ilgilenmekteyiz dinozor heykelleriyle. Dinozorların önündeki kitabelerdeki bilgilendirmeler güzel. Hem tarih hem de biyoloji öğreniyoruz böylece. Atacan, bunların çoğunu tanıyor ve yanlarına gitmeden başlıyor anlatmaya. Etçil mi, otçul mu, büyüklükleri ne kadar, hangi çağda yaşadılar… Böylece elli tane hareketli dinozoru tek tek inceledik.

Hava sıcak… Biz hem açık havadayız hem de sürekli devinim durumundayız. Sularımız bitti. Gittik su aldık. Çantamızdaki böreklerden birer dilim yedik. Hazır oturmuşken birer bardak da çay içtik. Bu kadarı yeter… Dinlendik sayılır. Dinozorlar bitti. Şimdi sırada Cihan-ı Türk Parkı var.

Nedense belediye, Osmanlıca yazılışları yeğlemiş. Dilde amaç, anlaşmaktır. Yazıda amaç, yazılanın okuyan tarafından kolayca anlaşılmasıdır. “Cihan-ı Türk” yerine, “Türk dünyası” denseydi daha kolay anlaşılmaz mıydı anlatılmak istenen? Hele de Karamanoğlu Mehmet Bey’in topraklarındaysanız bu konuya çok özen göstermelisiniz.

Neyse biz gezimize dönelim. Türk Dünyası Parkı’nda Adriyatik’ten Çin’e dek Türklerin yaşadığı topraklarda oluşturdukları uygarlıkların simgeleri var. Her yapının maketi yapılmış. Maketler ilgi çekici… Ancak benzerlerini İstanbul ve Eskişehir’de gördük. Bu bölümü biraz hızlı geziyoruz. Yine de atlamıyoruz maketlerden hiçbirini. Yüz yirmi maketi inceledik. Altı dilde sesli bilgi veren makineler var burada.

Gezimizin yönlendiricisi Atacan. Dinlenmeden, ara vermeden “Pamuk Şekeri” bölümüne geçtik. İlk önce ülkemizde yapılmış en büyük ahşap kadırga, özgün gemiyi aratmayacak biçimde yapılmış, onu gezdik. Bu tür yapıtlar iyi oluyor, tarihsel bir yolculuğa çıkarıyor insanları. Biz de kadırgayla tarihin derinliklerine kürek çektik.

Çevremiz masal kahramanlarıyla dolu. Teker teker hepsini gezdik. Bolca fotoğraf çektirdik. Kahramanların bildiğimiz özelliklerini konuştuk. Bilmediklerimizi internetten öğrenip birbirimizle paylaştık. Ünlü komedyenlerin görselleri var.

En ilgi çekeni on üç Türk büyüğünün büstleri. En önde Atatürk. Bir yanında Bilge Kağan, diğer yanında Fatih Sultan Mehmet… Ne güzel… Türk tarihine yön veren üç kahraman yan yana. Türk büyüklerinin karşısında bulunan yeiç’e girdik çay keyfi yapalım diye. Övünç duyulacak bir park yaptığı için Meram Belediyesine övgülerimizi yürekten gönderdik. Artık gitme zamanı…

Anayola çıktık. Belediye otobüsü durağında otobüs, minibüs bekledik bir süre. Nedense takside geçmiyor. Küçük bir gölgedeyiz. Sıcakta bekliyoruz ha geldi, ha gelecek diye. Karşımızdaki köpeklerin mama kulübesi ilgimizi çekti, beğendik. Kente gideceğimiz bir taşıt yok. Minibüslere ait bir telefon bulduk. Çaldırıyoruz, ama açan yok! En sonunda otostop yapmaya karar verdik. Çıktım yola el ediyorum. Yüzlerce otomobilden duran yok! Yürümeye karar verdik. Hem yürüyoruz hem de ben geriye bakıp arabaları durdurmaya çalışıyorum. Birkaç yüz metre yürüdük. Yeniden geri dönüp el ettim ardımızdaki arabalara. En sonunda bir araba sinyal verip sağa yanaştı. Bindik. Güler yüzlü bir adam. Sıcak bir söyleşiye kaptırdık kendimiz. Nereden gelip nereye gitmekte olduğumuzu anlattık. Gideceği yere en yakın bir merkezde inebileceğimizi söyledim. “Olmaz.” dedi “Konuklarımızı ortada bırakmam. Gidecekleri yere götüreyim ki yaptığımız iş tamam olsun.” diyerek sözlerini sürdürdü bahçe sulamadan gelen güleç adam. Mevlana’ya gidecektik, bizi orada indirdi. Adını sorduk: “Abdullah Güleç, ama siz sanayide Boyacı Abdullah deyin herkes bilir.” dedi. Eee, atalarımız: “Yiğit lakabıyla anılır.” sözünü boşuna söylememiş. Telefonunu da verdi Abdullah Bey.

Konya’da kaldığımız süre boyunca Boyacı Abdullah, her akşam bizi yemeğe çağırdı. Ama biz gece geç vakit bitirdiğimiz için gezilerimizi bu çağrılara olumlu yanıt veremedik. Seyrek de olsa telefonlaşıyoruz. Bir gün, bir yerde yine yollarımız kesişirse yemek de yeriz, derin söyleşiler de yaparız.

Burada özellikle Konya Büyükşehir Belediyesine bir çift sözüm olacak. Böyle güzel bir parka ulaşım, neden saatte bir olur? Ulaşım ne denli kolay olursa insanlar o denli burayı gezer. Amaç gezdirmekse böyle güzel ve eğitici bir yeri, o zaman ulaşımı kâr-zarar hesabı yapmadan sağlayacaksınız.

                                                                                               Adil Hacıömeroğlu

                                                                                               13 Eylül 2021

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder