Cumhuriyet’imizin
kuruluşuyla başlayan fırsat eşitliğine dayalı parasız eğitimimiz, ülkemizin
siyasal alanda ABD’ye yanaşmasıyla yok edildi adım adım. Eğitim izlencelerinin
içeriklerinin sık sık olumsuz yönde değiştirilmesi; okullardaki eğitimin
farklılaşması; iller, ilçeler, mahalleler bulunan okullarda fırsat eşitliğinin
yok edilmesi, öğretmenlerin yurt sathına dengesiz dağılması, yıllar içinde
okullara ayrılan ödeneklerin kısılması, yöneticilikte liyakatin günlük siyasal
çıkarlar uğruna göz ardı edilmesiyle devlet okullarının kamucu özellikleri
ciddi anlamda değişti.
Aynı
kentte, hatta aynı mahallede bulunan okullar arasında eğitim farklılıkları var.
Bu nedenle veliler, çocuklarını bazı merkezi okullarda okutmak istemekteler. Bu
nedenle bu okullarda yığılmalar olmakta. Liseler, giriş sınavıyla öğrenci
aldıklarından bu iş, kâğıt üzerinde çözülmüş gibi. Ancak yine de veliler,
çocuklarını kazandıkları okullara bağış yaparak kayıt ettirmekteler.
İlk
ve orta okullarda ise belli okullara yığılmayı önlemek için bağış alınmakta
velilerden. Her okula girişin bir bedeli var. Bağış oranları da okullara
gösterilen ilgiye göre belirlenmekte. Anlaşılacağı üzere arz talep dengesi
oluşmuş okullara kayıtta. Yani parayı veren düdüğü çalmakta. Yalnızca bu
kadarla iş bitiyor mu? Doğaldır ki hayır.
Okullardaki
öğrencilerin çoğunluğu mahalle dışından gelmekte olduğu için servis araçlarına
binmek zorunda. Bu da bir eder yüklemekte okul giderlerine. Okullarda yemek
paralı… Yemek ederleri okuluna göre değişmekte. Yemeğe katılmayan öğrenciler,
kantinden beslenmek zorunda. Kantinler, ateş pahası. Ne yazık ki evden
sefertasıyla okula sağlıklı yiyecekler getiren öğrenci sayısı yok denecek kadar
az. Kitaplar, son yıllarda parasız verilmekte öğrencilere. Ancak defter ve
diğer kırtasiye ederleri ateş pahası. Yardımcı kitaplar el yakmakta. Öğretim
yılı boyunca her öğrenci türlü kağıtlar kullanmaktalar dersleri için. Bu da ek
bir yük getirmekte velilere. Çünkü ülkemizdeki kâğıt fabrikaları
özelleştirildi. Bu nedenle bazıları, üretimin dışında kaldı. Kâğıt, dışardan
dövizle alınmakta. Bunun için kâğıt oldukça pahalı. Kitapların parasız olması
böylece bir işe yaramıyor. İvedilikle kâğıt fabrikaları açılmalı, Taşıma suyla
değirmen dönmez. Görüldüğü gibi elden gelen övün olmuyor, o da zamanında,
istediğimiz ederle gelmiyor.
Okulların
çoğu, kurslar düzenlemekte çocuk kulübü adı altında. Burada yapılan bir
kandırmaca. Öğretmenlerin aylıkları çok düşük. Bu kurslar, onlara bir ek gelir
sağlamakta. Bunu da yaparken yine bir kandırmaca söz konusu. Bu kurslardan
aslan payı, okul yönetimine kalmakta. Öğretmenler, velilerin ödediği paranın
yarısını bile alamıyorlar ne yazık ki.
Devletçilik
rafa kaldırıldığından çoğu okula doğru düzgün ödenek verilmemekte.
Hizmetlilerin, okul memurunun ve ücretli öğretmenlerin aylıkları velilerin
sırtına bindirilmekte. Yalnız bu kadar mı? Değil… Okulların birçok masrafı
velilerden alınan bağışlarla karşılanmakta. Anlaşılacağı üzere resmi ve gayrı
resmi bir ekonomik düzen kurulmuş durumda okullarda. Bu düzenin nasıl
işlediğini öğretmenler, veliler, sendikalar, öğrenciler, Millî Eğitim
Bakanlığının en yukarısından en aşağısına dek tüm yöneticiler bilmekte. Ne
yazık ki bu kara düzen herkesin bilmesine karşın sürmekte yıllardır.
Bazı
okullarda müdür atanmak için büyük torpiller gerekmekte. Bazı okul müdürlerinin
oturdukları odalarındaki konfor, orta büyüklükteki bir işadamında yok! Birkaç
yılda bir oturduğu odanın döşemesini (mefruşatını) değiştiren okul müdürleri
çoğunlukta.
57.
Hükümet döneminde “Nereden buldun?” yasası çıkarılmıştı Zekeriya Temizel’in
öncülüğünde. Kıyamet koptu. Ne yazık ki bu yasa yürürlüğe girmedi bile. Devlet
memurlarının aylıkları belli. Devlet memuru olan bir yönetici; en pahalı
arabaya biniyor, en lüks semtte ev alabiliyor, çok pahalı ve savurgan bir yaşam
sürdürüyorsa bu devlet ona: “Bu değirmenin suyu nereden geliyor?” diye
sormayacak mı? Ne yazık ki 12 Eylül’den sonra bu tür sorular, devlet katında
unutuldu. Çünkü serbest piyasacılık haksız kazancı tetikledi. “Kır şişeyi, dön
köşeyi.” liberal anlayışı, topluma egemen oldu ne yazık ki. Kamuculuk
unutulunca ve yerine bireycilik konunca haksız kazanç olağanlaştı.
Okullara
birer işletme gözüyle bakılmakta. Böyle olunca eğitim eylemi ikincil olmakta.
Yoğunlaşılan konu, işletmenin ekonomik olarak dönmesi. Türkiye; her alanda
gelişmek, ileri gitmek, demokrasiyi tüm kurallarıyla yaşama geçirmek, bireyler
arasındaki adalet ve eşitliği sağlamak istiyorsa yapacağı ilk iş
halkçı-devletçi sistemi yeniden topluma egemen kılmaktır. Bunun dışındaki
hiçbir çözüm, ulusumuzu esenliğe çıkaramaz.
Adil Hacıömeroğlu
17
Eylül 2023
Tebrik drtim degerli hocam.her cumlesine katildigim bir yszi kileler okusa keske.
YanıtlaSilAtatürk ilkelerinden halkçılık ve devletçilik ilkesine bağlı kalarak öğrencileri yetiştirmeye çalışan koca yürekli öğretmenlerimiz hala var Adil hocam sözlerinize katılmamak elde değil biz velilerede bilinçli ebeveynler olarak görev düşüyor ben çalıştığım halde 2 oğlumuzda sınıf anneliğimi kabul ettim okul aile birliğinde görev aldım maalesef şimdi bilinçsizce zaman geçiriliyor, umarım düzelebiliriz.Fulya kırımoğlu saygılar .Esen kalınız.
YanıtlaSilEğitime odaklanıp aslında bir yakın tarih dersi veriyorsunuz. Zekeriya Temizel'i eleştirenler ne demişlerdi? Sıcak para yurtdışına kaçar bu zihniyetle demişlerdi. Üstelik bunu söyleyenlerin çoğu sağcı bilinen insanlardı. Sonra o sağcıların iktidarında ne gördük, solcularımız ülkede "guguk" olmazsa sıcak para kaçar diye ağlamaya başladılar. Demek ki bu eğitim sistemi ne sağcısını eğitebilmiş, ne solcusunu.
YanıtlaSil