İzmir, 15 Mayıs 1919’da İtilaf devletlerinin desteğiyle Yunanlılarca
işgal edildi. Bu güzel kentimiz; üç yıl, üç ay, yirmi dört gün sonra düşman
işgalinden kurtarıldı. Burada sözü, İzmir’e ilk giren birliklerin başındaki
Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Altay’a bırakalım.
“İzmir’e giriş: 9 Eylül
Bu sabah ortalık ağarırken Sabuncubel’e ilerleyen İkinci
Süvari Tümeni’nin 20. Alay 4. Bölüğü’nden Teğmen Enver komutasındaki keşif kolu
düşmanın buralardan savuşmuş olduğunu görerek ileri tepelere çıkmış ve harikulade
bir manzara ile karşılaşmıştır: Sabah güneşinin tatlı ışıkları altında bir
tablo gibi beliren güzel İzmir ve önündeki mavi suları ile Akdeniz ve bunları
çevreleyen latif yeşilliklerden yüksek dağlardan terekküp eden bu tabii tabloda
biraz kara noktalar körfezdeki ecnebi harp gemileri idi. Bu bahtiyar genç subay
raporunu yazarken başkumandanın (Atatürk’ün) verdiği Akdeniz hedefine ilk
ulaşanın kendisi olduğunu düşünerek ne kadar heyecana tutulduğunu tahmin etmek
güç değildir. Raporu göndermeye lüzum kalmıyor tümeni kendine ulaşıyor, hep
beraber ilerleme devam ediyor, Bornova üstündeki tepelere çıkınca buranın büyük
evlerinde ecnebi bayraklarının sallandığı görülüyor. İkinci Tümen’in 13. Alay
Komutanı Binbaşı Atıf (Milletvekili Esenbel) Fransızca bildiğinden alay ile
buraya gönderilerek ecnebilerle görüşmesi ve onların emniyetini sağlaması
bildiriliyor. Tümen, Mersinli yolunda İzmir’e doğru ilerlerken Birinci Tümen de
bunun solundan yürüyor. İkinci Tümen’in öncülüğünü Binbaşı Reşat komutasındaki
Dördüncü Alay yapıyor. Alayın önünde de Yüzbaşı Şerafettin komutasında iki bölük
gidiyor, sokaklardan geçerken Yunanlı evlerinden toplu süvarilerin bir ateşe
uğramaması için sekiz er ellerinde tüfek, yaya olarak en önde yürüyorlar.
Bunlar Halkapınar Köprüsü’nü geçip Tuzakoğlu Fabrikası’na yaklaşınca fabrika
pencerelerinden ani bir ateşe uğruyorlar, içlerinden dördü yerlere seriliyor sonra
Şeref anlatıyor: Bu yavrucakların mübarek cesetleri önümüzde birer ok gibi
başları İzmir’e doğru yatıyor ve sanki bize durmayın ilerleyin diyordu. İzmir’in
kucağına girdikleri anda bu uğura canlarını veren ve Akşehirli Bekir oğlu
Mehmet, Antalyalı Ömer oğlu Hakkı, Nevşehirli Ahmet oğlu Seyit Ahmet
isimlerinde olan bu fedakârların ruhlarını İzmir halkı oracıkta yaptırdığı bir
anıt kabirle şad etmiştir. Dördüncüleri ağır yaralı olarak hastanede vefat
etmiştir. Öncü alayı bu şanlı cesetleri atlayarak geçiyor, fabrikada kimseyi
bulamıyor. Arkadan gelmekte olan tümen Mersinli yanında yirmi bir Yunan subayı
ile binden fazla erden mürekkep bir kafileyi esir alıyor ve tümen komutanı
bunlardan ele geçirdikleri bir otomobile binerek hükümete doğru ilerliyor.
Kemer istasyonundan geçen bir süvari alayı da Aydın
cihetinden gelen bir trende bir yüzbaşı dört subay ve yedi yüz erden mürekkep
diğer bir kafileyi esir ediyor. Öncü alayı İzmir rıhtımından geçerken parke taşlarının
çıkardığı nal sesleri Akdeniz’in bu taşlara çarparak çıkardığı hafif dalga
seslerine karışıyor, bir zafer marşı gibi nağmeleniyor. Bazı pencerelerden
atılan çiçekler de süvarilerimizin başlarına konuyor ve zafer tacı (Anlamı olmayan
bir sözcük yerine kullanmayı uygun buldum. AH) oluyor. Bu hal heyecanı artıyor,
yürüyüşteki sürat gitgide artıyor, bir oluktan akan su gibi süvariler hükümete
doğru akmaya başlıyor. Pasaport yanından geçerken bir manga kadar İngiliz deniz
askeri tarafından selamlanan öncü birlikleri az ileride sivil bir şahsın attığı
el bombası ile karşılaşıyor, Yüzbaşı Şeref’le birkaç er hafifçe yaralanıyorlar
fakat aldırış etmeyerek soluğu hükümet kapılarında alıyorlar. Yunanlılar
hükümeti kapamış ve kaçmışlar; bir odacı kadın kapıları açıyor, Şeref birkaç
erle hemen balkona çıkıyor, şanlı sancağımızı öperek direğine çekiyor ve
selamlıyor, sancak yükselirken ay yıldızının bir kısmına yüzündeki yaranın
kanının bulaştığını görüyor ve bu saadete ermekten taşan heyecanını gözlerinden
boşaltıyor. Hıçkırıklarını tutamıyor, bir an sonra kendisini topluyor,
yanındakilere:
‘Arkadaşlar vazifemiz bitmemiştir. Millet bizden daha çok
şeyler bekliyor.’ diyerek aşağıya iniyorlar. Bu defa da oraya toplanan
İzmirlilerin coşkun alkışları arasında kucaklanıyor, öpülüyor, öpülüyor…
[Bu aziz arkadaş yirmi beş sene sonra albay rütbesinde ağır
bir hastalıktan Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Onu İzmir şehitleri arasında
saymak ve o vakit İzmirlilerin, kendisine İzmir’e ilk giriş hatırası olarak
verdikleri kılıcı milli müzeye almak yerinde olur.]
Başka taraftan İzmir’e ilk giren 1. Süvari Tümeni’nin 14.
Alayı’nın öncüsü Yüzbaşı Zeki (Hava Orgenerali Zeki Doğan) de kumandanlık
dairesine gelerek buraya al bayrağımızı çekiyor ve kışla meydanına toplanan esirlerin
başına nöbetçileri dikiyor, üç sene evvel Yunanlıların İzmir’i işgallerinde burada
gaddarane şehit ettikleri Albay Süleyman Fethi ve arkadaşlarının aziz ruhlarını
şad ediyor.
Şehirde emniyeti sağlamak için 4. Alay Komutanı Binbaşı
Reşat alayı ile İzmir’in üstündeki Kadifekale’ye çıkıyor bin senelik eski
yüksek bir burcun üstüne ay yıldızlı bayrağı dikiyor ve bununla İzmir etrafına İzmir’in
ana vatana kavuştuğunu gösteriyor. Bu yüksek mahalle halkının, kadınları ve çocukları
evlerindeki yiyecek ve içeceklerini birbirleriyle müsabaka edercesine alayın
önüne taşıyor ve kahraman askerlerimize ikram ediyorlar. Göztepe ve Seydiköy
istikametine kaçan firarileri takip kolları gönderiliyor Reşadiye (Güzelyalı) civarında
bir erimiz şehit düşüyor.
Bu olaylar olurken otomobille gelen 2. Tümen Komutanı Albay
Zeki (Soydemir) hükümet konağına halkın alkışları arasında çıkıyor ve toplanan
şehir ileri gelenlerinin intihabı ile eski Duyun-u Umumiye Müdürü Abdülhalim
(Bey)’i vali vekili tayin ediyor ve kolorduya yazdığı raporu Kurmay Yüzbaşı
Cevdet (Bilgişin) ile ve otomobille gönderiyor, halka da bir beyanname
neşrediyor. Biraz sonra 1. Tümen Komutanı Mürsel (Bakü) Paşa hükümet konağına
varıyor, o sırada limandaki Fransız zırhlısından gelen bir Fransız subayı
gemisinin telsizi emirlerine hazır olduğunu bildiriyor. Mürsel Paşa bununla
İzmir’e girildiği müjdesini Ankara’ya veriyor. Onun bu yazısı doğru bir işlem
değildi Ankara’ya bilgi ancak başkomutan (Mustafa Kemal Paşa) verecekti. O
günün büyük heyecanı yüzünden bunun üzerinde durulmadı.
Bu sabah Menemen civarında bir düşman çetesinin mukavemetini
kıran ve bir subay ile iki erini şehit veren 14. Süvari Tümeni halkın şiddetli
alkışları arasında Menemen’e girmiş izaz ve ikram olunduktan sonra İzmir’e
doğru yürüyüşüne devam etmiştir. Karşıyaka’da İzmirlilerin hararetli alkışları
ile karşılanan bu tümen vapur iskelesi yanına yerleştirdiği bataryasının 21
ateşiyle İzmir’i selamlamıştır. Limandaki düşman savaş gemileri ilkin bu
atıştan ürkmüşler fakat işi çabuk anlamışlar. Körfezde bulunan Yunan savaş
gemileri de Uzun Ada’ya doğru çekildiler.
3. Piyade Tümeni’nin Teğmen Besim komutasındaki süvari
bölüğü de uzun bir yürüyüşten sonra saat on üçte İzmir’e gelmiştir. Kolordu karargâhı
ile İzmir’e girerek kışlada kumandanlık dairesine yerleştim. İzmir’in salimen
alındığına ve asayişin muhafaza edilmekte olduğuna dair yazılan raporu Kurmay
Yüzbaşı Feridun (Dirimtekin) ile ve otomobille Nif istikametinde Garp Cephesi
Orduları Komutanlığı’na gönderdi. Hükümet konağına giderek vali vekili ile beraber
halkın tebriklerini kabul ettim. Bir merkez kumandanlığı teşkil edilerek emrine
inzibat kıtaları verildi ve belediye ile işbirliği yapıldı. Şehirdeki yüz binden
fazla Rum, Ermeni ve Musevilerin ileri gelenleri hükümete getirilerek asayişin
muhafazası ve saklanmış düşman asker, silah ve eşyanın kışlaya gönderilmesi tembih
edildi. Tümenlere iskân bölgeleri verilerek iaşeleri temin olundu. Yunan Ordusu’nun
terk ettiği mühimmat ve eşya depoları muhafaza altına alındı.
Halkın yapmakta oldukları şenliklerin gece yarısına kadar
devamına müsaade edilerek ondan sonra herkesin evine çekilmesi ve sükûnetin
muhafazası bildirildi.
Karşıyaka’da yalılar boyunda küçük bir evde oturan ihtiyar
annemle teyzemi görmek için oraya doğru gittim. İhtiyar babam ve tüccar olan
kardeşim Rodos’a kaçmak zorunda kalmışlardı. İzmir’de kalan teyzemin kocası
Eczacı Yüzbaşısı Ahmet’i Yunanlılar işgal günü şehit etmişler, böylece iki
ihtiyar kadın yalnız başlarına ev bekçisi kalmışlar.
Savaş sırasında zaman zaman gözlerimin önüne gelen evimize
yaklaştığım sırada çarşaflı ve uzun boyu ile eğile eğile gelmekte olan anamı
tanıdım. Bilmiyorum nasıl bir duygu içindeydim o anda. Atımı insiyaki bir şekilde
ona doğru sürdüm ve önünde atımdan atlayıp ellerine sarıldım. Annem belki de o
anda dünyanın en mutlu insanlarından birisiydi. Önce vatanı kurtulmuştu. Sonra
ben onun oğlu muzaffer ordumuzun generallerinden birisi olarak İzmir’e ilk
giren süvari birliklerinin kumandanıydım… Ve her şeyden önce beni sağ salim
karşısında bulmuştu. İşte ihtiyar anacığım çeşitli heyecanlar içinde geçen
ömründe bu yeni heyecanın ağırlığına dayanamadı ve:
‘Vay Fahrim...’ diyerek düşüp kaldı. Arkadaşlarım onu
kucakladılar ve evimize götürdüler. Yaşlı anacığım askerlerimizden benim
hakkımda bir bilgi alabilir miyim diye dışarı çıkmış imiş…
Evde biraz oturdum. Teyzem küçük bir tepsi içinde bir dilim
ekmekle biraz tuz ve karabiber ikram etti.
‘Hayrola…’ diye sorduğum vakit aldığım cevap şu oldu:
‘İşte evladım son günlerde buna kalmıştık…’
Hasretimi bir parça olsun gidermiş, bu akşam işlerimin çok
olduğunu bu sebeple gelemeyeceğimi ancak ertesi gün öğle vakti yemeğe
gelebileceğimi söyledikten sonra tekrar ellerini öpmüş ve görevimin başına
dönmüştüm, yapılacak işimiz o kadar çoktu ki anamıza doya doya bakmamıza bile
vaktimiz yoktu.
‘İzmir hükümet konağında İzmirlilerin ziyaretlerini kabul
ederken’ nasıl bir sevinç içinde olduğumu anlatmam mümkün değildir.
Geceyi şimdiki Atatürk heykelinin bulunduğu yerde sonra
yangında yanan Kramer Oteli’nde geçirdim, otel dolu olduğu için sahibi Naim Bey
bana kendi dairesini verdi, emir subayıma da aralıkta yer hazırladı. Otelin
kapısında da Abdurrahman isminde İzmirli bir delikanlı otomobili ile sabaha
kadar beni beklemiş. Bu arada otel sahibi,
‘Örfi idare var mı, oteli kaça kadar açık bulundurabilirim?’
diye sorduğu vakit ona dedim ki:
‘Biz İzmir’e örfi idare için gelmedik. Memleketimizin
kurtulmuş olmasını bu gece kutlamak lazımdır… Her taraf sabaha kadar açık
kalır. Herkes eğlenecek bayram yapacak…’
Ben ise çok fazla yorgun olduğum için yatmaya gidiyordum. Naim
Bey de gece yarısı oteli kapatmak için müsaade istedi ve gitti.
Sabaha karşı saat 3 sıralarında şiddetli tüfek sesleri ile
uyandım. Emir subayım Üsteğmen Fevzi de hemen fırladı birlikte otomobile
atlayarak ilkin Rum mahallesine girdik (şimdiki Kültür Park bölgesi). Kiliseler
ve büyük evler hınca hınç insan dolmuş kadınlar çocuklar ağlaşarak pencerelere yığılmışlardı.
Bunlara korkmamalarını ve bu gibi şeylerin artık geçici olduğunu söyleyip
teskin ede ede sokaklardan geçip Basmane civarındaki İslam mahallesine gittik.
Orada anladık ki, bizim kolordunun ağırlıkları ile geride kalan bando takımı
geç vakit İzmir’e girerken aşka gelen bando takımı İzmir Marşı’nı çalmaya
başlamış halk da heyecanlanarak sokaklara dökülmüş ve havaya silahlar atmaya
başlamış. Şenlik yapılıyormuş. Onları da sükûnete getirdikten sonra yukarı
mahalle ve sokaklardan geçip otele döndük.
Yunanlıların İzmir’e girdikleri vakit yaptıkları fenalıkları,
şehir ve köylerimizi yaktıklarını bildiğimiz halde bizim onların millettaşlarına
kötülük değil, iyilik yaptığımızı acaba şimdi vicdanlarında muhakeme ediyorlar
mı? (Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası [1912-1922), Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, I. Baskı, Ocak 1922, İstanbul, sf. 330-331-332-333-334-335-336-337)”
Fahrettin Altay Paşa’nın yukarıdaki sözlerine ekleyeceğimiz
bir yorum olabilir mi? İzmir’e ilk giren birliklerin komutanının gözlemleri,
düşünceleri ve duyguları var bu sözlerde. Üstelik İzmir’de yaşayan bir ailenin
çocuğu Altay Paşa.
İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun 101. Yılı Türk
ulusuna ve İzmirlilere kutlu olsun.
Adil Hacıömeroğlu
9
Eylül 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder