PİYASA DENETİMİ


Neredeyse herkes, alışveriş etmek için çarşıya, pazara çıktığında aynı şeyi söylemekte. “Piyasa niye denetlenmiyor.” Evet, piyasa denetlenmiyor. Çünkü 24 Ocak 1980’de alınan ekonomik kararlarla devletçilik rafa kaldırıldı. Yerine serbest piyasa geldi. Gelirken de “Kişisel ve ekonomik özgürlük gelecek, rekabet olacağı için her şey ucuzlayacak.” denerek halkımız, serbest piyasacıların büyük yalanlarına inandırıldı. Oysa serbest piyasa, başta ABD olmak üzere batılı emperyalistlerin dayatmasıydı ülkemize.

Dünyada, bağımsızlık ve özgürlüğü için emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını vermiş bir ulusun çocukları: “ABD ve diğer emperyalistler, bizim piyasamızın nasıl olacağına niçin karışırlar? Ülkemizin devletçi uygulamaları, onları neden bu denli ilgilendirir?” diye sormadılar. Soranlar ise başta serbest piyasanın öncüsü Turgut Özal olmak üzere o dönemin yöneticilerince “özgürlük düşmanı, komünist” olarak suçlanıp karalandılar. Ülkemiz, 12 Eylül darbesinin demir yumruğu, ABD memuru Özal’ın ekonomik kararlarıyla hızla emperyalizmin boyunduruğuna girerken dönemin antidemokratik koşulları gereği halkın büyük bir bölümü yeni sisteme inandırıldı. Bir avuç Kemalist devrimci, bu yıkım kılgısına (projesine) karşı durdular. Ancak güçleri Cumhuriyet kurumlarına ve değerlerine yönelik bu yok etme saldırısını engelleyemediler.

Serbest piyasa, önce devletin elindeki mal varlıklarını yuttu. Koskoca fabrikalar, yok pahasına kapanın elinde kaldı. Halkımızın açlık, yokluk içinde emeği ve alınteriyle bin bir çabayla oluşturduğu devlet fabrikaları uçup gitti elimizden.

Sonrasında piyasada tekelleşme başladı. Market zincirleri oluştu. Üretim ve tüketim kooperatifleri yok edildi egemenlerce. Üretici birlikleri gözden düşürülüp işlevsizleştirildi. Yeni haller yasasıyla üreticinin ürettiklerini pazara getirip tüketiciye doğrudan ulaştırması güçleşti. Piyasa kör bir yazgıya teslim edildi umarsızca.

Serbest piyasa uygulamasından önce pazar yerlerinde satılacak ürünlerin ederleri belediye zabıtalarınca belirlenirdi. Ne yazık ki bu uygulama yıllardır olmuyor ve unutuldu. Üretimin olduğu illerimizden kamyonlara doldurulan sebze, meyve ve diğer tüketim malları pazar yerlerine getirilip aracısız bir biçimde satılırdı üretici tarafından tüketiciye. Bu da aracıların kârını/komisyonunu yok ettiğinden tüketim mallarına ulaşmak ucuz olurdu.

Şimdilerde öyle mi? Üreticilerin dört bit yandan getireceği ürünleri satacakları yerler yok büyük kentlerde. Pazar yerlerinde onlarca kamyon görürdük yurdumuzun kokusunu dört bir yandan getiren. Şimdilerde kamyonlar kentlerin halleri arasında komisyoncuların aracılığıyla gelmekte. Üretici, ürettiğini pazara doğrudan sokamıyor. Tüketici de üreticinin malına birinci elden ulaşamıyor.

Peki, bunca belediyeler var kentlerimizde büyük büyük sözler eden. Niye bu belediyeler hem üreticinin hem de tüketicinin çıkarını düşünüp koruyarak üretici pazarları oluşturmazlar? Halkının çıkarını düşünmeyen belediye olur mu?

Belediye yöneticilerinin çoğu, kendilerini liberal yellere kaptırıp savrulmaktalar. Halk, umurlarında değil. Yoksul, onlar için yapmacık bir acıma duygusuyla bakılacak bir sosyal sınıf. Üretici ise ekonomik tekellere çalışan sosyal makine, modern çağın düşük kazançlı köleleri.

Ülkemizde halkçı-devletçiliği savunan bir belediye olsaydı yurdumuzun dört bir yanından üreticilerin kamyonlarının satış yapması için yerler kurardı. Böylece tüketicileri, üç beş komisyoncunun insafına terk etmezlerdi. Doğaldır ki halkçı-devletçiliği savunup uygulamak çok zor iş. Ayrıca yürek ister serbest piyasacılığa karşı çıkmak. Çünkü bu, katıksız Atatürkçü olmayı gerektirir. Sözde Atatürkçülerin sığ batıcılığı, emperyalizmin reçetelerini uygulamayı bırakıp gerçek Atatürkçülüğü uygulamaları gerek. Bu da onlara epeyce yabancı bir düşünce ve uygulama. Atatürk sömürüsü, halkın sömürüsünü de derinleştirmekte. Sömürülen halk, gittikçe yoksullaşmakta. Çözüm mü ne? Çözüm, Atatürk’te… Kemalizmi yaşama geçirerek yoksulluğu önleriz. O zaman ne duruyoruz?

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       25 Eylül 2023

1 yorum:

  1. Odhan Yüksel10 Ekim 2023 16:30

    "Hangi Atatürk" sorusuna cevaben Atatürkçülerimizin anlaşabileceği bir zemin olduğunu düşünmüyorum. Varlık yayınlarından 1965 yılında çıkan aydınlarca oluşturulmuş bir komisyon tarafından hazırlanmış "Atatürkçülük nedir? " kitabında bile ortak bir zeminin olmadığını görmek mümkün. O zaman kişiden, fikirden ziyade belki sizin de yaptığınız gibi pratikten yola çıkmak, buna göre insanları bilinçlendirmek daha önemlidir. "Kılgı" kelimesini türetmiş olmanızı değerli buluyorum. Keşke sosyal bilimlerle uğraşan eğitmenler dil konusuna sizin kadar önem verebilse. Belki o zaman ikinci bir dil devriminden bahsedebiliriz.

    YanıtlaSil