Bugün
24 Eylül… Aylardır süren geceyle gündüzün, yani karanlıkla aydınlığın
savaşımında gece üstün geldi. Bugün, geceler uzarken gündüzler kısalacak. Aynı
zamanda 23 Eylül’e dek süren yaz mevsiminin de sonu. Sarının yeşile egemen
olduğu güzün de ilk günü.
Sabahleyin
uyandığımda minarelerden ezan sesi gelmekteydi gecenin karanlık örtüsünü
yırtarcasına. Camilerden gelen ezan seslerine kulak kesildim sessizce ve
kıpırdamandan Kıpırdarsam tılsım bozulacakmış gibi geliyor bana. Ezanlar bitince
yerimden doğruldum. Gökyüzü alaca karanlıktı. Gerçi kenti aydınlatan sokak
lambalarının ışığından gecenin gündüze evrildiği o olağanüstü değişimi istediğimiz
gibi göremiyoruz ne yazık ki. Böylece büyük bir doğal olayı, dönüşümü kaçırmaktayız.
Balkona
çıktım sabahın serinliğini ve temizliğini duyumsamak için. Önümüzdeki caddeden gürültülü
taşıtlar geçmekte. Henüz kent uykuda. Çevremizdeki yapıların camlarında ışık sızıntısı
bile yok! Karşımızdaki fırından taze ekmek kokusu, şimdilik egzozların yanık,
rahatsız edici kokusunu bastırmakta. Tek tük de olsa fırına gidip ekmek alanlar
var. İçimden fırına gitmek geliyor. Ancak bu aralar ekmeği az tüketmekteyiz.
Üstelik taze ekmek olunca insan çok yiyor ondan. Sıcak ekmeğin yanında tereyağı
ve tulum peynirini de canımız çekmekte.
Temiz
ve serin havayı iyice duyumsadıktan sonra mutfağa geçtim çay demlemek için.
Çaysız güne başlamak, benim için büyük eksiklik… Çay suyu sınırken balkondaki
saksılardan kıl biber ve semiz otu topladım. Onları yıkadım. Yıkadığım suyu
biriktirdiğim plastik kabı yine saksılara döktüm.
Güneş,
daha yüzünü göstermeden korna sesleri işitilmeye başlandı. Kentlerdeki en büyük
sorun, buralarda yaşayanların duygudaşlıklarını unutmaları. Bir de insanın
olmazsa olmazı olan saygıyı geçmişin tozlu, sararmış yapraklarına bırakıp
gelmişiz bugüne. Hiç olmazsa sabahın köründe çalmayın şu kornaları. Hava sıcak
olduğundan evlerin çoğunun pencereleri açık, bir damla yelin getireceği serinlik
için. İnsanlar çoluk çocuk sabah uykusundalar… Ama kim dinler bunu. Minibüsçü,
o tiz rahatsız edici düdüğünü çalıyor sokak aralarındaki yolcuları uyarmak
için. Sanki o ses faciası düdüğünü çalmasa yolcular gitmeyecek gideceği yere,
minibüsü fark edemeyecekler. Minibüsler dışındaki bazı taşıtların sürücüleri de
arada bir düdüklerine dokunmaktalar. Bazı insanlarda olağanüstü bencillik
gelişmiş son zamanlarda. Sanki gittikleri yol, yalnızca kendilerinin... Başka
bir taşıt geçmeyecek o yoldan, kendileri oradayken. Hazret geliyor ya, herkes
çekilsin bir yana, açın yolları, paşamız geliyor. Sıcak ekmek almak için fırına
gidenlerin yolun karşısına geçmesi bile birçok sürücü için dayanılmaz bir şey.
Taşıt
düdüklerine sinirlenirken bağıra bağıra konuşanlar belirdi kaldırımda. Normal
insan sesiyle niye konuşmazsınız? Bu bağırtı ne? Bağırınca söyledikleriniz daha
mı iyi anlaşılmakta? Yoksa yanınızdakiler sağır mı?
“Saygı”
sözcüğünü niye unutur bazıları? Duygudaş olmak çok mu zor? İnsanlara bir sabah
uykusunu çok görmek niye? Tamam, ben çocukluğumdan beri üstüme güneşi
doğdurmam. Bu, benin bitmez bir yarışım, yaşam boyu sürdüreceğim. Ben de isteğim
herkes uyuması… Kent geç uyansın ki sabahın sessizliği uzun sürsün. Çok mu bencilim
bu konuda bilmiyorum.
Az
sonra güneş ışınları, Altıntepe’nin kurşuni yapılarının arasından iplik iplik
sızmaya başladı. Gökyüzü ışığa kesti. Güneş hafifçe yükseldi kurşuni betonları
aştı. Kızıl kiremitleri yalamakta sarı dev. Güneş yüzünü gösterir göstermez
kırlangıçların ritmik çığlıkları doldurdu havayı. Durmak bilmeyen bir kanat çırpış
ve bitmeyen ötüşler. Martılar, çoktan kahvaltı arayışına başladılar bile. Karşı
yapının çatısındaki televizyon antenindeki karga “Ben buradayım.” dercesine gırtlağını
yırtacak neredeyse. Yol kıyısındaki fıstıkçamlarının yapraklarının örtüsü
altından serçe cıvıltıları gelmekte. Kumru ve güvercinlerin gözü cam önlerinde.
Mutfak camımızın kadrolu güvercini Yoluk, çoktan gelmiş, yiyecek dilenmekte.
Kumru Ayşe salon camında. Önce Yoluk’la Ayşe’yi doyurmalıyım. Onlara: “Bulgurları
döke saça yemeyin, alt komşularımızla aramı açmayın!” diye öğütlüyorum. Ancak
dinleyen kim?
Sonbaharın
ilk günü, ancak kuşluk olmadan yaz sıcağı bastırdı. Kahvaltı için biraz daha
bekleyeceğim evdekilerin uyanmasını. Ben yine de çayımı içeyim. Çay kokusu her
yanda… Çay kokusuyla kitap kokusunu birleştirdim balkon kapısının yanındaki koltuğumda.
Yaşamak, doğanın insana verdiği büyük ödül. Bir bardak çay kokusunda derya
kadar mutluluğu soluyanlara günaydın!
Adil Hacıömeroğlu
24
Eylül 2023
Adil hocam ne güzel güz mevsimini şiir gibi dile getirmişsiniz.Ankara’ nında Sonbaharı başka güzeldir .Eylül ayı okullar açılır , çocuklar heyecanlanırkalem , kitap, defterler alınır kaplanır.Umutla , arkadaşlarla buluşma başka dır.Ekim ayı “ CUMHURiYET” tir.Kasım “ATATÜRK”tür.
YanıtlaSilSonbaharın,
Severim o hüzün kokan hallerini de, kızılına, yeşiline, sarısına bezeli rengarenk doğanı da, üşütmeyen tatlı tatlı kendini hissettiren serinliğini de.
🍂
Ne güzel demiş Cemal Süreya;
"Sonbahar sanattır,
diğerleri mevsim."Hafta sonu Bolu/Mudurnu ‘ daydım.Ezan sesiyle uyanıp doğayı sessizceseyretmek insanın ruhunu dinlendiriyor .Bizler erken kalkmaya alıştığımız dan , gün ışığından daha çok yararlanıyorum diye mutlu oluyorum geç kalkanlar bence günışığından yoksun kalıyorlar.Size çayınızı yudumlarkenkıymetli yazılarınızı tez zamanda kitaplaştırmanız dileğiyle , okuru bol olsun👏Fulya Kırımoğlu📚📖📝
Toplumun önüne çıkarılan bireylere bakmak lazım. Üzüm üzüme baka baka kararır. Üzgünüm ki medyanın bu kadar baskın olduğu bir zamanda, önümüzde pek de güzel örnekler yok.
YanıtlaSil