SEL, SEL, SEL, YİNE SEL


         Ülkemizin neresinde olursa olsun yağmur yağdığında neredeyse hep sel olmakta. Her selde de birkaç yurttaşımız canını yitirmekte. Can yitiklerinin genellikle kentlerde yaşanması rastlantı mı, yoksa yazgı mı?

         Sel, önce Samsun ve Giresun’da yaşandı. Özellikle Samsun’un cadde ve sokakları savaş alanına döndü neredeyse. Ardından Ankara ve Aksaray illerimizi vurdu sel. Bu illerimizde mal yitikleri oldu. Aksaray’da hala sel sularına kapılıp bulunamayan bir yurttaşımız var.

         Selin vurduğu illerden biri Kırklareli… Şimdilik üç kişi yaşamını yitirdi. Sel sularına kapılıp giden üç kişi de aranmakta. Selin asıl zararı, İğneada’da oldu. Burası, bakir bir yerdi yakın zamana dek. Buraya güzellik katan da su ormanları. İğneada longozu dünyaca ünlü. Su ormanına yakın yerlere evler yapıldı. Konaklama alanları kuruldu. Yeme içme yerleriyle yazlıkçıların çekim merkezi oldu bir anda. Çadırcılar, karavancılar akın etti buraya. Çoğu kişi, olası İstanbul depreminden kaçmak için burada yaşamayı yeğlemekte. Oysa buranın adı belli: su ormanı... Üstelik de Karadeniz kıyısında… Yağmurun çokça yağdığı Yıldız dağlarının denizle birleştiği yerde. Bu dağların kuzey yamaçlarına yağan yağmur derelerde toplanıp derelerle Karadeniz’e boşalmakta. Bu yağmurlar nedeniyle burada su ormanı oluşmakta. Kişi, depremden kaçmasına kaçıyor aklınca; ancak gittiği yerin toprak, iklim koşullarını incelemiyor nedense.

         Kırklareli’nden bir gün sonra yağmur akşamüstü İstanbul’a geldi. Bir anda Avrupa yakasındaki ilçelerde sel baskını oldu. İki yurttaşımız yaşamını yitirdi. Cadde ve sokakların taşları, asfaltları söküldü. Derelerin sıkıştırıldığı kanallar patladı. Dere yataklarındaki yapılaşma suyun altında kaldı daha önce olduğu gibi. Selin vurduğu Arnavutköy ve Başakşehir ilçeleri yeni yapılaşmaların olduğu yerler… Bu sel baskını büyük derslerle dolu. Yeni yapılaşan bir yerin alt yapısı neredeyse yok! Yollar, ırmağa dönüştü. Su gidecek yer bulamayınca caddelerden, sokaklardan akmak zorunda kaldı. Cadde ve sokaklara sığmayan sular, yapıların duvarlarını yıkıp geçti, kendine yol açtı.

         İstanbul’da sel ilk kez mi oluyor? Tabi ki hayır. Birkaç yılda bir bu seller yineleniyor. Her defasında da can ve mal yitikleri olmakta. Buna karşın İstanbul’u yöneten yerel yöneticiler ve hükümetçe kalıcı önlemler alınmamakta. Yöneticilerimiz sel olduğunda üzülürmüş gibi yapıp kaldıkları yerden uygulamalarını sürdürmekteler. Nedense kentlere uygun altyapı oluşturmakta beceriksizler. Yalnızca beceriksiz mi? Vurdumduymaz, ihmalkârlar…

         Ülkemizde deniz kıyısındaki kentlerin neredeyse hapsince cadde ve sokaklar deniz koşut. Oysa cadde ve sokaklar denize dik olmalı. Bu yolla deniz havası, kokusu kentin iç kısımlarına girer. Hem de Kıyıdan uzaktaki yapılarda yaşayanlar cadde ve sokakların denizden uzak bölümlerinde yaşayanlar da denizin görselliğinden yararlanırlar. Üstelik denize dik olan yollardan yağmur suları kolayca denize akar. Böylece seller de önlenir. Yollar, denize koşut olarak yapılınca sağı solu yapılarla dolmakta. Deniz kıyısı bir kalenin duvarları gibi yapılarla doluyor. Böylece denize kavuşmak isteyen suların önünde baraj olmakta bu duvarlar. Böylece sular akamayıp orada birikmekte.

         Kentlerde, dere yatakları kapatılıp üstlerine yol yapılmakta. Dereler, biz istedik diye daracık kanallardan akmaz. Dünyada her şeyin kendine göre bir yatağı vardır, suyun da… Sulara kelepçe takmak olanaksız. Çünkü onlar tutsak değil. Yapsatçıların kazançları için oluşturulan bir kent, insanların ve diğer canlıların yaşamasına uygun olmamakta. Doğaya saygı duyarak kentler oluşturulmalı.

         Kıyıdaki kentlerde yağmur sularını denize akıtamayan belediyecilik, sel sularıyla sürüklenmekte foseptik çukurlara. Bunca felaketten ders almayan bir yöneticilik olur mu? Yağmur sularının akacağı kanalları yapamayanlardan çağdaş yönetici olarak adlandırılabilir mi? Bu tür yöneticilerin yedikleri, içtikleri haram.

         Yurdumuzda en çok sel felaketinin yaşandığı yerlerden biri Doğu Karadeniz Bölgesi. Nerdeyse her yıl olan seller yüzünden üzülüyoruz can ve mal yitiklerine. Yerel seçimler yaklaşmakta. Trabzon yaylalarından birindeki kaçak yapılaşma görüntüleri içimizi sızlattı derinden. Nasıl olsa seçim var, af çıkar düşüncesiyle yaylalar betona çevrilmekte. Yazık değil mi bu güzelliklere? Yaylalar; halkın ortak malı, tıpkı deniz kıyıları gibi. Buraları yapılaştırmak ülkemize de insanımıza da ihanet. Ne olur kıymayalım doğamıza da yaşamımıza da…

                                                                                Adil Hacıömeroğlu

                                                                                6 Eylül 2023

1 yorum:

  1. Öğretmenim çok güzel yazmışsınız bu yazınızı gazete köşelerine de taşiıyın herkes okusun.

    YanıtlaSil