1979’da
başladığım MEB’deki devlet memurluğum, içinde bulunduğum koşullar nedeniyle
1990’da sona erdi. Çok sevdiğim devlet öğretmenliği görevimden istemeyerek
ayrıldım. Zor oldu mu? Çok zor oldu doğal olarak.
Önce
Ankara’da Ezgi Dersanesi’nde çalışmaya başladım. Burası mutlu olduğum bir
yerdi. Kurumun sahipleri Nurten ve Firuzan hanımlarla Kazım Bey’in
içtenliklerini, dostluklarını unutmam olanaksız. Yaşamımda bazı değişiklikler
yapmam gerekiyordu. Bu nedenle İstanbul’a yerleşmeye karar verdim. Kazım Bey’in
Ezgi’de kalmam yolundaki tüm ısrarlarına karşın istemeden ayrıldım oradan.
Bir
otobüse binerek İstanbul’a gittim. Gider gitmez daha önce sözleştiğim
tanıdığımı aradım. Buluştuk. Onun aracılığıyla Beşiktaş’ta yeni kurulan bir
dersaneyle iş için görüşmeye gittik. Bana önerdikleri ders ederi, (Dersanelerde
aylıkla çalışan öğretmen sayısı çok azdı. Öğretmenlerin büyük çoğunluğu ders
başına para alırıdı.) Ankara’da aldığımın neredeyse on katı. Hemen “evet”
demedim. “Düşüneyim.” diyerek ayrıldım oradan. Bu dersane, derslerde kullanılacak
kitapları, testleri yazan öğretmenlerini, aileleriyle yaz boyu Bodrum’da beş
yıldızlı bir konukevine götürmüştü. Öğretmenler hem çoluk çocuk dinlencelerini rahatça
geçirdiler hem de kitap ve testleri hazırladılar. Bu durum, dillere destan
olmuş. Öğretmenler, burada çalışmak için can atmaktalar. Üstelik ders ederleri
de piyasanın çok üstünde… Görüştüğüm kurumun müdürü, bunu ballandırarak anlattı
bana.
Ankara’dan
Kazım Bey’in selamını iletmek üzere aynı gün Bakırköy’de bir dersaneye gittim.
Selamı ileteceğim kişiler, karı koca… İkisi de gittiğim eğitim kurumun
kurucuları ve öğretmen kökenliler… Kuruculardan kadın olanı Türkçe öğretmeni…
Kazım Bey’in adını işitince ikisi de çok mutlu oldu. Eskiye dayanan bir
arkadaşlıkları varmış. Hoşbeşle çaylar gelip gitti. Türkçe ile ilgili
söyleştik. Söyleşimizin ortasında ikisi birden bana kendileriyle çalışıp çalışmayacağımı
sordular. Çalışma koşullarımı anlattılar. Ben dinledim. En sonunda ders ederimi
söylediler. Beşiktaş’taki dersanenin önerdiği ederin yarısından az aşağıda.
Bana mantıklı geldi bu durum. Çünkü yeni, tanımadığım bir kente gelip
yerleşeceğim. Ayağımı sağlam basmalıyım yere. Bir macerayı kaldıramam.
İşi,
Bakırköy’de bulunca buraya yerleştim. Artık yıllarca bu kentte yaşayacaktım. İlk
çalıştığım dersanede bazı sorunlarla karşılaştım. Yeni olduğum için zamana
gereksinmem vardı. Kendimi, işimde kanıtlamam gerekiyordu. Bu nedenle sıktım
dişimi, işimi en iyi biçimde yapmaya çalıştım. Çünkü başarmalıydım.
Beşiktaş’ta
iş için ilk görüştüğüm dersaneden haberler alıyorduk ara sıra. Zaten öğretmen
odasında konuşuluyordu öğretmenlerce çok bilinen bir yer olduğundan.
Öğretmenler, ilk aylıklarını almışlardı, ancak ardı gelmedi bu aylığın. Herkes
perişan… Dersane kapandı kapanacak. Yasal soruşturmalar başladı. İş, yargıya ve
basına yansıdı. Bir banka müdiresi ve anlamadığım kredi ve para işleri yazılıp
çizildi. Dersanenin kurucusunun kardeşi, bu yüksek kredinin öznesi. Bu eğitim
kurumun fiyakalı kuruluşu da o krediyle yapılmış. Değirmenin suyunun nereden
geldiği ortaya çıktı. Bankadan hortumlanan para, öğretmenlere verilerek büyük
bir tanıtım kampanyası yapıldı. Buna karşın yeterli öğrenci bulunamayınca çark
işlemez oldu, sistem çöktü.
Beşiktaş’taki
dersaneye gitmediğimi öğrenen arkadaşlarım bana kızmışlardı o zaman. “Böylesine
yüksek para veren, Bodrumlarda dinlence yaptıran bir yer reddedilir mi?” diye
sorarlardı bana. Ben de: “Bıldır yediğin
hurmalar, gün gelir kıçını tırmalar.” diye yanıtlardım onları. Bazıları ileri
giderek arkamdan “akılsız” olduğumu bile söylediler. İşin aslı ortaya çıkınca bana
kızıp beni suçlayanlar: “Ne akıllı adammışsın. Buranın batacağını nasıl anladın?”
diye sordular bana sık sık. Ben de: “Ben İstanbul’da da dersanecilikte de
yeniyim. Piyasanın çok üstünde bu denli yüksek bir parayı bana niye versin bu
adamlar? Üstelik öğrencilerden alınan paraları toplayarak bir sınıfın toplam
ederini çıkardım kafamda. Öğretmenlerden en az eder benim için uygun görülmüş
yeniyim diye. Öğretmenlere verilen para, öğrencilerden alınanın çok üstünde.
Üstelik bu kurumun başka giderleri de var.” diye yanıtlardım onları. Onlar da
bana: “Gerçekten sana ne kadar ders ederi alacağın söylenince bu hesapları
yaptın mı?” diye sorarlardı şaşkınlıkla. Ben de: “Evet, dersane müdürü bana
alacağım parayı söyleyince yerimden kalkmadan bu hesabı yaptım.” derdim.
Şimdilerde
gündem, bir banka dolandırıcılığı… Aklı başında sandığımız ve toplumun önünde
olan kimileri, yüksek kazanç elde etmek için tuzağa düştüler keklik gibi. Neredeyse
her gün basın yayın organlarında ağlaşmaktalar. Ağlamakla yârin ele
girmeyeceğini bilmiyorlar nedense. Belki yaşadıkları deneyimlerle bunu öğrenirler.
Atalarımız:
“Hesapsız kasap ya bıçak kırar ya masat.” sözünü boşuna mı söylediler? Anlayana…
Adil
Hacıömeroğlu
3 Aralık 2023
Esasında bu bir işletmeler sorunu değil, sistem sorunu. Sizin gibi kavramsal ve geniş düşünen birisinin böyle bir tuzağa düşmemesi normal. "Daha ucuz, burs da veriyor hem, kendi sınavlarındaki sorular ÖSS-ÖYS'de doğrudan çıkıyor" diyerek onlarca aile ideolojik olarak yakın olmasa bile çocuklarını Fetöşün dershanelerine göndermedi mi? Bu da işin veli ve öğrenci tarafı...
YanıtlaSil11 yıllık kamu öğretmenliği ile özel dershane öğretmenliğini artı ve eksileriyle kıyaslayan yazınızı okumak isterdim.gözlemleriniz,deneyimleriniz ve dönemin sosyal siyasi iklimi ile birleşen bir yazı güzel olmaz mı sayın Adil hocam.
YanıtlaSil