“ANNE, BİRAZ DA AYLİN’LE İLGİLEN!”


         Aylin ve Selin iki kardeş… Aylin sekizinci sınıfta… İşi zor… Lise Giriş Sınavlarına hazırlanmakta. Yoğun bir çalışma içinde… Buna karşın yaşamla bağını kesmemiş. Meraklı biri… Özellikle Türkçenin kökenbilimiyle ilgili… Dilin matematiğine de kafa yormakta. Bilmediği konularda soru sorup öğrenir. Kitap okumayı da sever. Bu nedenle geleceğe çok umutlu bakabilir. Kısa süreli de olsa öğretmeni olma mutluluğunu yaşadım. Ne mutlu bana!

         Selin, daha ilkokul birinci sınıfta… Her gördüğümde bir şeyle meşgul… En belirgin özelliği ise her karşılaşmamızda gülümsemesi… Önemli bir iş yapıyormuşçasına bir tavır takınır. Tek başına evin sahibiymiş gibi davranır. Evin içinde bölümden bölüme geçerken hep ivecen… İkide bir ablasının odasına girip bir şeyler arar, bulamazsa ondan ister. Sanırım bu girip çıkmalar, Aylin’le ilişki kurmanın bir yolu… Bu yolla az da olsa konuşup yardımlaşma fırsatı yakalamakta.

         Selin’in kendine özgü davranışları var. Evlerinin mutfağı, giriş kapısına baktığından orada ders çalışıp ödev yapması ilgi çekici. Yüzü kapıya dönük olmakta hep. Kapıdan gireni, çıkanı kontrol ediyor böylece. Kimi zaman salondadır. Burada da yüzü salonun derinliğine bakar. Bu; çevresine egemen olma, olup biteni görüp anlama isteğidir sanırım. Gören de onun evin muhtarı olduğunu düşünür.

         Aylin ve Selin’in babaları yurtdışında çalışmakta. Anneleri Cansu Hanım, çocuklarına hem anne hem de baba olmakta. O da çalışmakta. İstanbul’da yaşamak da çalışmak da çok zor. İşe gidiş geliş büyük bir sorun… Haftanın beş günü trafikte ter dökmekte. Olağandır ki böyle bir çalışma, onu epey yormakta.

         Her anne gibi Cansu Hanım da çocuklarına düşkün… Eve gelir gelmez ilk işi, çocukları… Yüzü hep güleç… Aylin, annesini işlerine pek karıştırmıyor bütün ergenler gibi. O da neredeyse tüm annelik ilgisini, Selin’e yoğunlaştırmakta. Bu da doğal görülebilir. Çünkü Selin çok küçük… Henüz okula yeni başlamış. Yardıma daha çok gereksinim duyabilir.

         Bir akşamüstü Cansu Hanım, eve gelir gelmez her gün olduğu Selin’le ilgilenir. Bu, her gün yaptığı olağan davranışı. Kızının derslerine yardım etmektir amacı. Bu yolla da onu sevmek… Gün boyunca içinde biriktirdiği çocuk özlemini gidermek... Doğaldır ki bu ilginin asıl nedenlerinden biri de çocuğunu kontrol etme amacı taşımakta. Derslerine çalışıp çalışmadığını görüp denetlemek… Böylece derslerini gevşetmesini, okulu asmasını önlemek…

         Her toplumda küçükler daha çok korunur. Büyükler, onlarla daha çok ilgilenir. Küçüklerin ayakta durmak için yardıma gereksinmelerinin olduğu düşünülür nedense. Onların yanlış yapmasına izin verilmez. Oysa çocuklar, yanlışları yapa yapa doğruları öğrenmekteler. Yanlış olmadan doğru da olmaz. Çocukların deneye yanıla öğrendiklerini unutmamak gerek.

         Annesi, Selin’e yoğun ilgi gösterince çocuk başkaldırıyor: “Anne, biraz da Aylin’le (ablamla) ilgilen!” diyerek sıkıldığını anlatmaya çalışıyor. Aslında bu tümceyle özgürlüğünü istemekte çocuk. Sürekli denetlenmenin baskısını kaldırmadığını haykırmakta. Bu nedenle de annesinin ilgisinin ablasına yöneltmek istemekte. 

    Söyleyişteki inceliğe bakın! “Başımdan git!” demiyor. Yaşından beklenmedik bir saygısını yitirmeden, incelikle ve annesini de kırmadan ablasıyla ilgilenmesini istemekte ondan. Bu, nasıl bir soylu davranış? Keşke bu inceliğin, duyarlılığın onda biri büyüklerde olsa günlük insan ilişkilerinde… Yok olduğunu düşündüğümüz bir davranış, insan ilişkisi inceliği Selinlerin içinde filizlenip boy atmakta.

         Geç, zamansız doğuran kediler vardır. Yavrular, güz mevsiminde gözlerini açar dünyaya. Havalar soğumaya başlar. Doğal olarak yavrular üşür. Onların üşümemesi için anne kedi, üzerine abanır yavrunun. Bir süre sonra yavru, soluk alamaz ve ölür. Bu, bedenen bir ölüm… Çocukların üzerine abanıldığında da onlar, tinsel olarak yok olur.

         Ah Selin ah, o kadar çok haklısın ki bunu nasıl anlatsam. Anne ve babalar nedense çocuklarını hep güçsüz, kendi başlarına iş yapamaz görmekteler. Abanırlar üzerlerine soluk aldırmadan. Onların soluklarının kesildiğini fark etmezler bile. Oysa onlar, derin derin soluklanmak ister. Çocuklar, soluklandıkça büyüyüp olgunlaşacaklar ve kendi kanatlarıyla uçmayı öğrenecekler. Kanat açıp çırpamayan kuş, kuş olur mu hiç?

                                                                                Adil Hacıömeroğlu

                                                                                25 Mayıs 2023

2 yorum:

  1. Ben de bilmiyor olabilirim. Peşin hüküm vermek ve bilgisizce konuşmak istemem, ama ülkemizde kontrolcü aileyle yetişmiş bir bireyin ana karakter olarak işlendiği bir edebi eser duymadım. Yusuf Atılgan daha 1959'da Aylak Adam romanıyla çok büyük bir kapı açmıştı oysaki Türk edebiyatında... 2020 yılında bile psikanaliz dergilerinde Aylak Adam'la ilgili yazı çıkmıştı. Sanırım 60'lardan sonra edebiyatın salt siyasi kavganın dışavurumu olarak görülmesinden de kaynaklanıyor bu durum. Elbette bir "Ecinniler" yazabiliyorsanız, bu da büyük ve değerli! Ancak gördüğüm, sözde büyük yazar diye pazarlanan Orhan Pamuk, Zülfü Livaneli gibilerin edebi olmaktan uzak, ajitasyon ve propaganda içeren metinleri...

    YanıtlaSil
  2. Annelerin çocuklarını yetiştirirken koruyucu olmaları güzel ama kişiliklerinşn gelişip özgüvenlerini kazanmaları açısından , herşey gibi normali olmalı , dozunda fazlası her iki tarafı da yoruyor. .Çocuklar da annede birbirini yıpratıyor sonuç kanatları kırık uçamayan bocalayan çocuklar yetişiyor. Mükemmelliyetçilik kişiyi de karşısındakinide yıpratıyor mutsuz çocuklar yetişiyor..Sağolunuz hocam, kaleminize sağlık🙏🏻✍️Fulya Kırımoğlu

    YanıtlaSil