İbrahim Yıldız, 1926 Aksaray-Ihlara doğumlu… Bir köy çocuğu
olarak İvriz Köy Enstitüsünde okuma şansını yakalayan şanslı bir yurttaş. 1947’de
okulunu bitirip öğretmen olarak Aksaray’ın Karataş köyüne atanır. Cumhuriyet ve
halka hizmet ülküsü, yüreğinde bir coşkuya dönüşmüştür.
İbrahim Yıldız, Karataş’a babasıyla gider bir boz eşekle.
Köye gidince ilk olarak muhtarı ararlar. Muhtarın odasını bulurlar.
“Oda kesme taşlardan örülmüş iki katlı bir binaydı. Dıştan bir
merdivenle üst kata çıkılıyordu. Odanın güney cephesinde sırtlarını duvara
dayamış, şapkalarını gözlerine kapatmış beş altı kişi, güneşe karşı, sanki uyur
gibi oturuyorlardı. Bu insanların yaşları belki kırk, belki elli gibi görünse
de duruşları, konuşmaları ve yüzlerinin kırışmış oluşu, sanki onları daha yaşlı
gibi gösteriyordu. Yani erken yaşlanmışlardı. (İbrahim Yıldız, Köy
Enstitüsünden Öğretmenliğe Öğretmenden Öğrenciye, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 1. Basım, Şubat 2017, İstanbul, sf. 114)” Selam verip yanlarına
giderler. Babası, oğlunun bu köye öğretmen olarak atandığını söyler. İçlerinden
biri: “Desene başımıza bir bela daha geldi. (Aynı yapıt, sf. 115)” der. Bu
sözler, genç öğretmenin içinde taşıdığı çalışma ülküsünü, hırsını, isteğini
kırmaz. Tersine daha çok bilenir. Cumhuriyet ışığının aydınlığına, bu köyün daha
çok gereksinimi olduğunu düşünür. Çünkü o ve arkadaşları, yurt ve ulus
sevgisiyle yetiştirlmişlerdir. Hiçbir olumsuz söz ya da davranış onları,
yurduna ve ulusuna hizmetten alıkoyamazdı.
İlk gün muhtarla görüşemezler. Çünkü o, tarladadır. İbrahim
Öğretmen, daha sonra görevine başlar. Kendisinden önce köyde çalışmakta olan
bir eğitmen vardır. Onunla ve muhtarla işbirliği
yapar. Onun gelmesiyle üç sınıflı olan okul, beş sınıfa çıkar. Çevre köylerde
okumakta olan 4 ve 5. Sınıf öğrencileri toplanır. Üç sınıflı okulu bitirip üst
sınıflara gidemeyen 18 yaş altı çocuklar da okula çağrılır. Böylece öğrenci
sıkıntısı çekilmez. En büyük sorun, bu öğrencilerin nerede okuyacağıdır.
Eğitmen, camide ders yapmaktadır ilk üç sınıfla. Yer aranır ve bir samanlığın
derslik yapılmasına karar verilir.
“Ertesi gün hemen işe başladık. Binanın içindeki saman
kalıntılarını dışarıya çıkardık. Bunu yaparken, köy bekçisiyle beraber
öğrencilerim de canla başla çalışıyorlardı. Bu çalışma iki gün sürdü.
Samanlık olan bir binayı derslik şekline dönüştürmek hiç de
kolay değildi. Kapı ve pencere sorunu çıktı karşımıza. Bir de içinin sıvanması
ve badana edilmesi gerekiyordu. Bütün bu sorunları bile bile bu binada karar
kılmak zorundaydık, çünkü köyde dersliğe dönüştürlecek daha uygun bir bina
bulamamıştık.
‘Nereden kireç bulacağız?’ diye düşünürken öğrencilerim,
köyün yakınında beyaz bir toprak damarının olduğunu söylediler. Orası işimize
yarayabilirdi. (Aynı yapıt, sf 117)” Samanlık sıvanır. Kapı ve pencereleri
öğretmence yapılır. Her şey hazırdır, yalnız önemli bir eksiklik vardır.
“Ancak öğrencileirmizin oturacakları sıralar ve karşıya
asacağımız yazı tahtası eksiğimiz vardı. Onları da şöyle çözdük: Yerlere ucu
sivri sağlam ağaçtan kazıklar çaktık; üstlerine de kalın düzgün tahtaları
çiviledik. Bununla sıra sorunu çözülmüş oldu. Yazı tahtası için de kalınca bir
kontrplak parçasının etrafını çıtalarla çevirdim; öğrencilerim de soba kurumunu
bezir yağına karıştırdılar ve yazı tahtasını bir güzel boyadılar. (Aynı yapıt,
sf.118)” Böylece imeceyle derslik ortaya çıkar. Bu çalışmalar sırasında başta muhtar
olmak üzere köylülerin öğretmene karşı güveni, saygısı, sevgisi artar. Öğretmen
de öğrenciler de mutludur.
Bir süre sonra öğretmenin ataması, Aksaray’a bağlı İncesu köyüne
çıkar. İbrahim Yıldız, bu atamaya üzülür. Çünkü dişiyle tıranağıyala ve
alınteriyle oluşturduğu bir eğitim yuvasından ayrılmak gönlünü kırar. Ataması,
Karataş’ta da duyulur.
“Karataş köyünde bu haber duyulur duylmaz, köyün ileri
gelenleri ayağa kalkmış, gruplar oluşturarak Aksaray’ın yolunu tutmuşlardı. Bu
işleri organize eden grubun başında ise köy muhtarının babası bulunuyordu.
Kimdi bu adam? Hani, ben Karataş köyünü tanımak için ilk kez
babamla birlikte köye gitmiştim ya… Babam, benim öğretmen olarak köylerine
geleceğimi söyleyince, ‘Desene başımıza bir bela daha geldi.’ diyen ihtiyar bir
adam vardı. İşte o ihtiyar adam, köy muhtarının babasıymış. O ihtiyar adamın
öğretmen üzerindeki olumsuz düşüncesi, üç ay içinde olumluya dönüşmüş,
öğretmenin köylerinde kalması için en çok çabayı şimdi o ihtiyar adam
göstermişti. Demek ki öğretmen köyün başına bir bela değil, onlara hizmet eden
yararlı bir kişiymiş. Ben bunu kanıtladım.Köyüm değiştiği için bir yandan
üzülürken, köyde sevildiğimi duyunca da seviniyordum. (Aynı yapıt, sf. 131-132)”
Yukarıda
görüldüğü gibi köy enstitülü bir öğretemnin köyü değiştirme gücünün ne denli
yüksek olduğu anlaşılmakta. Bunu bilen egemen güçler, özellikle de emperyalistler,
köylümüzün uyanmasını, ulusal eğitimimizin gelişmesini istemediler. ABD ile 27 Aralık 1949’da imzalanan
eğitim anlamasıyla enstitülerin idam fermenı da imzalandı. Okulların içeriği
boşaltıldı. Zaten açılmalarıyla başlayan kara çalmalar, daha yüksek perdeden
seslendirildi. Bire bin katıldı ve ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne
çıkarabilecek bir eğitim anlayışı terk edildi. Kin ve ne uğruna? ABD’ye
bağlılık uğruna… Emperyalistlerden üç beş kuruşluk yardım alma uğruna… Yalnız köy enstitüleri mi feda edildi ABD
yoluna? Doğaldır ki değil! Ulusal sanayimizin önü kesildi, Var olan fabrikaların
birçoğu işlevsizleştirildi. Atatürk’ün başlattığı arasız devrim yolundan
dönüldü. Cumhuriyet kurumları çökertildi zaman içinde.
Eğer Atatürk devrimlerini, Cumhuriyet kurumlarını, Türk
Devriminin kazanımlarını geri almak istiyorsak öncelikle emperyalzimden kopmak
gerek. Bu, olmadan kendimiz olamayız ve Atatürk’ün gösterdiği hedeflere koşamayız.
Adil Hacıömeroğlu
31
Mayıs 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder