Aylardır toplumumuzun bir kesimine nefret yüklendi. Bu
nefreti ne kamyonlar ne tren katarları çeker. Bu nefret, insan yüreğine sığmaz.
Sığsa da insanda ne yürek bırakır ne de us. Usu da çürütüp yok eder yüreği de.
İnsanda düşünce ve duygu birliktedir. Duygu, düşüncenin
önüne geçerse usçuluk adım adım yok olup gider. Duygular, türlü türlüdür. Sevgi
de nefret de bir duygu. Sevgi ve saygının yerine nefreti koyarsan insan olma
özelliğin giderek yok olur. Nefret yüklü bir insan yüreği, iyimserliği unutur.
Sürekli kötümser ve karamsar olmaya yol açar nefret. Önce düşman gördüklerinden
nefret edersin. Sonra çember genişler. Kendisi gibi duyup düşünmeyen herkesi
düşman olarak görür. Bir süre sonra şüphecilik başlar kişide. Artık nefretin
yarattığı kötümserlik öylesine her yanını sarmıştır ki yaşadığı toplumdan ve
yerleşim yerinden, en yakınlarından, doğadan, yaşamaktan nefret eder. Öyle ki
herkes, her şey kötüdür. Çevresinde ve hatta dünyada iyi , güzel, olumlu olan
hiçbir şey yoktur ona göre. Bu derin bir tinsel ve sosyal sayrılık durumu...
Son yıllarda ne yazık ki ülkemiz insanları iki ayrı kampa
ayrıldı siyasal olarak. Daha önce benzer örneklerini gördük bu ayrışmayı, türlü
adlar altında. Ayrışma, giderek düşmanlaşmaya yol açtı. Özellikle emperyalist oyun
kurucularının etkisi ve basın-yayın organlarının kışkırtmasıyla derin bir
düşmanlığın tohumları ekildi kardeşliğin güçlü olduğu ülke topraklarımıza.
Tıpkı Irak, Suriye, Yemen, Afganistan, Libya, Ruanda ve birçok ülkede olduğu
gibi. Önce ülkeyi yöneten liderler, diktatör olarak gösteriliyor. Sonrasında da
ne denli kötülük varsa o lidere yükleniyor. Yapılan eleştiri değil, keşke olsa...
Hep aynı suçlamalar, yinelenerek sürekli söylenmekte. Tıpkı bir tarikat
ayininde olduğu gibi. Bu suçlamalar, giderek ağır hakarete ve küfre dönüşmekte.
Yinelenen sözler, suçlamalar bir kör inanca dönüşmekte zamanla. Böylece kısır
bir döngü içinde sormayan, sorgulamayan, usçu düşünmeyen kişilikler ortaya
çıkmakta. Şu soruyu bile soramıyorlar kendilerine nefret köşkleri yıkılmasın
güneşi görmemek için. “Dünyanın neresinde, ne zaman, hangi diktatör yapılan
seçimlerde ikinci tura kaldı?” diye.
Dün (21 Mayıs 2023) Kadıköy’ün bir mahallesindeydik eşim ve
oğlumla. Tanıdığımız bir kadınla söyleşiyoruz ayaküstü. 14 Mayıs seçimlerinde
CHP adına müşahitlik yapmış yaşadığı mahallede. Eşim, ona: “28 Mayıs’ta da
müşahit olacak mısınız?” diye sordu. O: “Hayır!” dedi. Eşim: “Neden?” deyince o
da: “Yapacağım bir şey yok! Zaten sandık kurullarında her şey yasalara uygun
olarak yapılıyor.” dedi. Eşim, aldığı yanıtı pekiştirip doğrulamak için: “Yani
oy çalınmıyor, öyle mi?” diye sorunca o da “Evet, çalınmıyor.” diye yanıtladı onu.
Seçimler öncesi yapay olarak yapılan ve kışkırtılan kamplaşmanın
doğru olmadığını söyledim tanıdığımıza. Bu düşmanlık, nefret, sürekli, suçlama
siyasetinin Atatürk’le ilgisinin olmadığını anlatıyorum. O da keyifle dinliyor
beni. Fevzi Çakmak’la Atatürk ilişkisiyle ilgili ona örnekler vermekteyim. İlk
başta Anadolu hareketine karşı ola Fevzi Paşa’nın nasıl Ankara’ya geldiğini, sonrasında
Atatürk’ün onu nasıl kucakladığını ve Kurtuluş Savaşı’nın mareşali olduğunu anlatmaktayım.
Atatürk gibi geçmişe değil; şu ana ve geleceğe bakalım, diyorum.
Az uzağımızda bir kadın oturmakta. Yüzünden öfke parçaları
düşmekte. Gözleri, bir nefretin karartısıyla kararmış. Yerinden hışımla kalktı.
Bana dönerek: “Siz, bağırarak ne anlatıyorsunuz, rahatsız oluyorum söylediklerinizden.”
diyerek beni azarlamaya girişti. Ben de: “Ben, size anlatmıyorum. Arkadaşıma anlatıyorum.
Siz, niye bizi dinliyorsunuz? Üstelik biz iki kişi konuşuyoruz. Üçüncü kişinin
söyleşimizde ne işi var?” diyerek yanıtlıyorum onu. Yanımızdan ayrılırken geri
dönüp “Yani bana, b.k yemek mi düşer, demek istiyorsunuz?” diyerek öfkeyle
sordu. Normal yaşamda sakin olan ve çok zor sinirlenen bir kişiyim. Böyle deyince
ben de biraz sinirlendim ve ona: “Evet, aynen dediğiniz gibi…” diyerek onayladım
nefret dolu yürekliyi.
Ağzımızın tadı kaçtı. Durup dururken beni de kendisine
benzetmeyi başardı, öfkelendim. Üzüldüğüm konu şu: Atatürk’le ilgili bir gerçeği
anlatmaktayım. Ne yazık ki sorsanız Atatürkçü(!) olduğunu söyleyen biri, bu anlattıklarımı
dinlemek bile istemiyor uzaktan da olsa. Hiçbir biçimde ezberinin bozulmasına
izin vermiyor, ezberini bozacak Atatürk de olsa... Atatürk’le yüzleşmekten
rahatsız olan Atatürkçüler(!) çok…
Ne yazık ki açık bir faşizmle karşı karşıyayız. Kendi
düşüncesinin dışında en küçük bir farklılığa bile saygı göstermeyen bir
faşizanlık. En küçük farklı bir söylemi, bakışı bile susturup boğmak isteyen
bir baskıcılık. Baskıcılık, sonsuz bir saldırganlığa dönüşmekte. Hep kendi
istediklerini işitmekten hoşlanmak nasıl bir tinsel durum? Böyle bir durumdaki
kişi, kendini bir tarikatın “hu çekme” töreninde sanmaz mı?
Başkasının düşüncesine saygı göstermeyen, onları dinlemeyen
birinden demokrat olur mu?
Nasıl bir nefrettir ki, kişiyi gerçeği öğrenmekten ve Atatürk’le
ilgili bir şeye bile kulak kabartmaktan alıkoymakta?
Üzülerek söyleyeyim ki bazı kişiler, önüne geleni
faşistlikle suçlamaktalar. Herkes “Faşist!” diye diye kendilerinin derin bir
faşizm bataklığına gömüldüklerinin bile farkında değiller. Faşizm,
emperyalizmin ve tekelci sermayenin buluşu… Emperyalist kışkırtmalardan
beslenenlerin faşist olması kadar doğal olan ne var?
Adil
Hacıömeroğlu
22
Mayıs 2023
Öncelikle Allah herkese akıl sağlığı ve ruh dinginliği versin. Şunu soralım; sosyal medyada veya kendi yankı odalarında başka görüşteki insanlara ağız dolusu hakaret eden kişiler, bu dediklerini o insanların yüzlerine karşı da söyleyebilirler mi? Büyük ihtimalle hayır. O zaman, mevcut medya ve iletişim tarzının da nefreti büyütücü etkisi var demektir. Yazınızda önemli bulduğum bir diğer husus, Atatürkçülerin, Atatürk'le yüzleşmekten çekilmeleri... Uzun bir süredir çevremde çeşitli örneklerini gördüğüm bir tutum bu. Atatürk'ü kendisine rehber eden bir kişi iki televizyon kanalı, iki gazetenin manipülatif haberleriyle okumamalı hayatı. Dört bine yakın kitap okuyan önderin takipçileri ilimsiz, akılsız ve kitapsız kalırsa her rozet takan şakşakçının, her İzmir marşı söyleyen madrabazın kuyruğuna takılır. Sonuç ise halkına küfreden, halkın değerleriyle dalga geçen, Batı'yı ilah edinmiş bir papyon Atatürkçülüğü olmuştur, başarı şansı sıfırdır.
YanıtlaSilSaygılarımla
İnsan olduğumuzu hatırlasak her şey daha kolay olacak.
YanıtlaSilToplumumuzda nefreti ilk ateşleyen Akapedir. Türk Ulusu, Türk Ordusu ve Atatürk nefretinin artması akapenin ihanetidir. Nefretin bilgisiz nefret doğurması da bundandır. Yok birbirinden farkları
YanıtlaSil