Babam, aramızdan ayrılalı tam tamına yirmi sekiz yıl oldu.
Yirmi sekiz yıl önce 29 Mayıs 1995 Pazartesi günü uçmağa vardı. Almış yedi
yıllık yaşamı, bir solukta sona erdi. Yalnızca babam mıydı o? Doğaldır ki
hayır! İyi bir arkadaştık. Saatlerce söyleşsek de bıkmazdık. Usumuza düşen her
sorunun yanıtını arar, her sorunun çözümünü bulmaya çalışırdık. Onunla en çok
yürümeyi severdim. Hele doğa içindeyse bu yürüyüş, bulunmaz bir değerlikti
(hazineydi). O değerlik, gün geçtikçe benim için daha da değerlenmekte.
Babam, bir doğa dostuydu hayvanı, bitkisi, ağacı, böceğiyle.
Ağaçlarla bakışır, hayvanlarla göz dokunuşu sağlardı. Bir çimenin ezilmesine
bile gönlü razı olmazdı. Hayvan delisiydi. Evimizde beslediğimiz hayvanlara
dostça davranırdı. Onların bakımına özel ilgi gösterirdi. Hayvanların bakımıyla
beni görevlendirdi. Ben de bu sorumluluğu eksiksiz yerine getirmeye çalışırdım.
Belki de bahçe ve tarlada çalışmayı bunun için savsaklardım. Onun doğaya
duyarlılığı, beni çok etkilerdi.
Babamın en çok gözlerine ve ellerine bakardım. Ela bakardı,
ela gülerdi. Kızınca ela büyürdü. Elleri büyük değildi. Parmakları inceydi.
Oysa çocukluk ve gençlik döneminde o eller, toprak ve işçilikle ekmek
sağlamıştı ailesine. Buna karşın elleri büyümemişti. Parmakları
kalınlaşmamıştı. Zarif parmaklarıyla her şeyi özenle tutardı. Tuttuğu her şeyi
düşüp kırılacakmış gibi elleriyle tutar, parmaklarıyla kavrardı.
Çocukluğundan başlayarak önce tarlada çalışmıştı. Elleriyle
tarla bellemiş, mısır çapalamıştı. Fasulye, kabak ve salatalık ocaklarını
kazmasıyla düzeltmişti o eller. Bu ocaklara hayvan gübresi, kül taşımıştı
verimi artırmak için. Eline aldığı çalakopla fındık ocaklarını seyreltip
düzenlemişti. Ayrıca o ocakları çapalamıştı yıllarca bıkıp usanmadan.
Yetim bir çocuk olarak kendisinden iki yaş büyük ağabeyiyle
ailenin tüm gereksinmelerini karşılamak için var güçleriyle çalışmaktaydılar
çocuk bedenleriyle. Yaşıtları oyunlar oynarken onlar çocuk bedenleri, minicik
elleriyle yaz ve güzde mevsimlerinde kışlık odun yaparlardı kışı geçirmek için.
Kocaman kızılağaçları, dişbudakları ve yaşlanıp kurumaya yüz tutmuş diğer
ağaçları hızar ve baltayla devirirlerdi. O küçük bedenler, kocaman kütüklerin
altına girerdi korkusuzca. O eller, kütükleri parçalamak için günlerce balta
sallardı. Patlayan avuçlar, şişen parmaklar, yorulan kollara aldırmazdı ağabey
ve kardeş. Sonrasında o eller, parçalanan odunları diğer kardeşleriyle saçak
altlarına dizerdi. Çünkü odunlar ıslanmamalı ve kurumalıydı. Çünkü odun her
şeydi. Hem ısınmayı sağlar hem de ekmeği ve yemeği pişirirdi. Uzun, karanlık
kış gecelerinde alevleriyle aydınlanırdı aşhana.
Babam, on bir yaşına gelince bir vapurun ambarına binerek
yedi günlük yolculukla İstanbul’a gitti. İlk gurbetiydi bu. Yanında ağabeyi ve
köyümüzden bazı yetişkinler de vardı. Dört beş ay ne iş bulduysa çalıştı.
Yemeyip içmeyip kazandığını biriktirdi. Yine bir vapurun ambarında sılaya
döndü. Geceleri tilki uykusu uyudu ne olur ne olmaz diye. O incecik parmakları
uykusunda bile üç beş kuruşluk kazancının bulunduğu cebini sıkıca kavramıştı.
Trabzon limanına gelince dünyalar onun oldu. Elleriyle silip ovuşturdu çapaklan
gözlerini. Bir sabah güneşinin yağmur yüklü bulutları kovduğu bir sabahtı.
Geminin güvertesinde kıldı sabah namazını. On kişiyi aşkın köylülerimizle
birlikteydi. İlk buldukları taşıtla Of’a geldiler. Elleri, hala cebindeydi. O
cepte, parmaklarının altında bir ailenin nafakası, değerliği vardı.
İlçe merkezine inince vakit yitirmeden koyuldular yola yayan
yapıldak. Karnı açtı, olsun anası pişirirdi bir şeyler nasıl olsa. Aylarca onun
yemeklerinin özlemi içinde değil miydi sanki? On yedi kilometrelik yolda kuş
olup uçtular. Sırtlarında birkaç parça eşyalarının olduğu küçük tahta bavulla
bir de çuvalları. Dere yataklarından geçip tepelere tırmandılar patikalardan.
Yorgunluk, onlardan uzaktı. Anasının elleriyle kurduğu fasulye turşusunun
kavruttasıyla sıcak mısır ekmeği kokusu gelmekteydi burnuna kilometrelerce
öteden. Bir de yanında tereyağında yumurta olsa… Yaşamı boyunca sevmekten
bıkmadığı yiyeceklerdi bunlar. Aslında burnunda tüten ana kokusuydu. Aylardır
görmediği kardeşlerinin sesiydi. Var olduğu toprağın özlemiydi içini yakıp
kavuran.
Her yaz, Bafra’ya tütün dizmeye gitti. O zarif elleriyle
işçiler arasında en çok tütün dizerek hep birinci olmak için çalışmaktaydı.
Kazanacağı her kuruşun ailesi için ne denli değerli ve önemli olduğunun
farkındaydı. Bafra’nın bitek, sulak, nemli ovasındaki sivrisineklere aldırmadan
elleri çalışırdı.
Gurbet gecelerinde Kuran okurdu durmaksızın. Çalıştığı evlerin
sahipleri de dinlerdi onun okumasını. Bu nedenle ona küçük ayrıcalıklar
tanınırdı. O ellerle kim bilir kaç kez çevirmiştir yanında taşıdığı Mushaf’ın
yapraklarını?
On dördüne geldiğinde ağabeyiyle hızarcılık yapmak için
babadan kalma hızarı yüklenip Çarşamba, Samsun ve Bafra’ya yollandılar. Bu
yıllarca sürdü. Babamın ellerine bakardım hep. Baktıktan sonra amcamlarla
yaşadığımız evin çatısında duran hızarın yanına gidip incelerdim onu. Babamın
ellerinin hızarı nasıl kavradığını düşlerdim çatıda. O çocuk parmaklarının
nasıl bir duruma geldiğini düşünürdüm uzun uzun. Günlerce o kurduğum düşler,
gözümün önünden gitmezdi.
Bir gün evimize tahta gerekli oldu. Babamla amcam, kocaman
bir kızılağaç kestiler fidanlığımızdan. Ağacı taşınabilir duruma getirip komşularımızın
yardımıyla evimizin yanına getirdiler. Hemen düzenek kuruldu. Önce baltayla
kalsalar tıraşlandı. Kabuk bölümü, yani kapaklar ayıklandı. Babamın her balta
sallayışında gözlerim mıhlanmıştı ellerine. İncecik parmaklarıyla sevgi ve
kararlılıkla kavradığı baltanın sapındaydı bütün ilgim. Tıraşlama bitince bir
kapta ıslatılmış kızılağaç talaşına, bir kınnap (Yörede kırnap denir.) bu kızıl
suya batırıldı. İyice suya bulandı ip. Ak ip, kızıla döndü. Kınnap, boydan boya
kalasın üzerinde gerildi, iki kişi uçlarını gergince tuttu. Amcam, ipi yukarıya
doğru kaldırıp bıraktı. Bırakınca dümdüz kızıl bir çizgi oluştu kalasta. Tahta
kalınlığı hesap edilerek eşit aralıklarla çizgiler çizildi. Bu çizgiler,
kalasın üst yanına da çizildi hesap kitap yapılarak. Sonrasında kalası, düzeneğe
çıkardılar. Düzenek hem önde hem de arkada çapraz olarak çakılmış iki sağlam
sırıktan oluşmakta. Kalas, bunların arasına yerleşince dönüp kaymıyor. Babam
yukarıya çıktı, amcam aşağıda. İşin ustası amcam... O yönlendirmekte her şeyi.
Çizgileri izleyerek biçme işi sürdü. Tahtalar birer bire büyük bir emekle
ortaya çıktı. Ben, babamın ellerine bakmaktayım. O ellerin ürettiği tahtaları
anıtlaştırmaktayım gönlümde.
Babam, insanlarla tokalaşırdı sık sık. Yine ellerinde olurdu
gözlerim. Elimden tutup yürüdüğümüzde de ellerine bakardım sürekli. Yemek
yerken, su içerken, bir şey taşırken, ellerinde hiçbir şey olamadığında da
ellerindeydi gözlerim.
Öğretmenim olduğunda tebeşirle karatahtada yazarken de
parmak uçları aklaşmış ellerindeydi gözüm. Hele dolmakalemle yazarken bayılırdım
ellerine.
Kitap, dergi ve gazete okurken elleri bir farklı gelirdi
bana. Yaprakları çevirişindeki özen, görülmeye değerdi. Kâğıda, mürekkebe,
yazıya duyduğu saygı parmak uçlarından dökülürdü sanki okuduğu yapraklara.
Yirmi sekiz yıldır hep o ellere hayranlık, minnet duydum.
Aşımızı soframıza getiren ellerine… İlk yürümeye başladığımda minicik ellerimi
kavrayan elleri. Beni havalara zıplatan o iki güzel, becerikli el… Bugün de o
eller yine gözümün önünde şefkat, beceri, inceliğiyle…
Adil Hacıömeroğlu
29
Mayıs 2023
Tebeşir tozlu ve mürekkepli elleri öpülesi öğretmenlerimizdi onlar. Hayata öğretmen bir babayla hazırlanmanın avantajını yaşayan biri olarak öğretmenlerimize çok şeyler borçlu olduğumuzu biliyorum. Hayatta olanlara sağlıklı bir ömür, ölenlere rahmet diliyorum Hocam.
YanıtlaSilKöy enstitülu, örnek bir vatandaş, sürekli okuyan, ağaç aşılamayı, çay ureticiligini ve benzeri işleri sürekli en iyi şekilde yapan Ali dedem nurlar içinde, ışıklar içinde uyu.
YanıtlaSilAdil hocam , köy enstitüsü babanın evladı olmak Cumhuriyetimiz değerleriyle bir çok öğrenci yetiştiren babaya sahip olmak gurur verici saygıyla yad ediyorum.Baba olmak evlatlarına örnek olmak , onlara arkadaşlık etmek sohbet etmek çok önemli , kalem tutan , evinin rızkını el emeğiyle kazanan bütün babalar kıymetlidir.Ne güzel sizin gibi değerli vatanına hizmet eden hocalarımızı yetiştiren koca yürekli insanlara iyi ki yaşamışlar İz bırakmışlar.Benim içinde babam ın dolma kalemle imza atması , cebinden çıkarmayışı , itina ile güzel sözleri yazması , eller önemli sevgi yüklü olup bize derste ne yaptınız diye sorup tekrar ettirmesi , sabah gazetesini elleriyle çevirip okumasını ,tarihimizi mutlaka kitap okuyarak öğrenmemizi , briç oynamasını hiç unutmuyorum .Akşam mesai bitiminde mutlaka alışveriş yapıp fileyle gelişini bizim onu dört gözle bekleyp karşılayışımızı düşününce eller , dostluklar sohbetler sevgi yüklü olup , kötülük beslemeyen güzel insanlarımızdı babalarımız her zaman felsefesi iyilik ve çalışmak ,çiçek , doğa , toprak sevgisiydi.İnsanı , misafiri çok severdi bizim evimiz hiç boş kalmazdı elleriyle tokalaşıp kucaklaşırdı . Dostluk , vefa önemliydi , Hocam babanızla biz de babamızı yad ettik onlar yaşıyorlar ve bizleri takip ediyorlar ben eminim ışıklar da uyusunlar .Siz de yazılarınızla bizlere geçmişimizi yaşatıyorsunuz .Koca yürekli babalara selam olsun.Fulya Kırımoğlu
YanıtlaSilKıymetli Adil hocamın çok kıymetli babası Ali öğretmenimizin anısına saygıyla...
YanıtlaSilBabanız ailesinin sorumluluklarını daha çocuk yaşta sırtına yüklenip yaşam mücadelesi vermiş.Çalışmış,çok çalışmış.Yaşamın zorluklarını çalışarak mücadele ederek aşmış.Ve durmamış köy enstitülerinde okuyup öğretmen olmuş.Ve Cumhuriyetin öğretmeni olarak nice köy çocuklarını okutmuş cumhuriyet ilke ve devrimlerinin ışığında köy çocuklarının yasamlarını aydınlatmış.Babanız ve nice köy enstitüleri mezunu öğretmenlere bu halk çok şey borçlu.Hepsinin ruhu şad olsun.Işıklarda uyusunlar.
YanıtlaSil