Bazı yurttaşlarımız, Atatürk’ün Samsun’a çıkarak Kurtuluş
Savaşı’nı başlatmasının saltanatın isteği ve desteğiyle olduğuna inanırlar.
Bunu da Atatürk’ün Samsun’daki 9. Ordu müfettişliği görevinin Padişah ve
zamanın hükümetince verilmesini gösterirler. Oysa bu görevlendirme, yurdu
kurtarmak için değil. Tersine Samsun ve çevresindeki Müslüman olmayan halkın
güvenliğini sağlamak için. Bu güvenliğin sağlanmasını isteyenler de İngilizler.
Mustafa Kemal Paşa, Samsun’dan Havza’ya geçerek halk içinde kurtuluş
mücadelesini örgütlerken acaba İstanbul hükümeti ne yapıyordu? Kimlerin
yararına kararlar almaktaydı?
“İzmir’in işgaliyle doğan durumu görüşmek üzere Saltanat
Şurası toplandı. Bakanlar Kurulu, Devlet ileri gelenleri, Danıştay, Sayıştay,
Temyiz Mahkemesi başkanları, din adamları, profesörler, basın temsilcileri,
siyasi parti ve dernek temsilcilerinden 130 kişinin katıldığı toplantı, Padişah’ın
kısa bir açış konuşmasıyla başladı. Konuşmasından sonra Padişah toplantıyı
Damat Ferit’in yönetimine terk ederek ayrıldı ve çıkarken ‘Karılar gibi
ağlıyorum!’ dedi. Konuşmalar 15 dakika ile sınırlandırıldı. Yalnızca çözüm yolu
üzerinde konuşulması şartı konuldu. Damat Ferit, kurtuluş yolunun İngiltere ve
Fransa’nın Türkiye’ye dostluk eli uzatması olduğunu söyledi. Konuşmacıların
bazıları İngiliz himayesini, bazıları Amerikan mandasını savundular. Hukuk
Fakültesi temsilcisi Profesör Selahattin Bey, açıkça manda görüşüne karşı
çıkarak tam bağımsızlığı savundu. Yalnızca görüş alma amacıyla toplanan
Saltanat Şurası’ndan herhangi bir sonuç alınamayacak, şura sonucu ‘komedya,
maskaralık, fiyasko’ gibi sözcüklerle nitelenecektir. Saltanat Şurası 22 Temmuz
1920’de bir kere daha toplanacak, Topçu Feriki Rıza Paşa dışında şuraya
katılanlar Sevr Anlaşması’nın uygun bulacaklardır. [İstanbul gazeteleri], (Zeki
Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1993,
sf.278)”
Yukarıda anlatıldığı gibi Sultan Vahdettin başkanlığındaki
Saltanat Şurası, kurtuluş mücadelesiyle hiç ilgili değil. Üstelik yaptıkları
toplantıda manda tartışması yapmaktalar. Ayrıca bu Saltanat Şurası üyelerinden biri
dışında (Topçu Feriki Rıza Paşa) hepsinin Sevr’i uygun bulmalarında zerre kadar
yurtseverlik var mı?
Peki aynı gün, yani 26 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa
Havza ‘da ne yapmakta?
“Dün Havza’ya gelen Mustafa Kemal, kendisini ziyaret eden
Havza ileri gelenlerine ‘Hiçbir zaman umutsuz olmayacağız, çalışacağız. Uçurumun
kenarındayız. Bizi canlı canlı mezara atmak istiyorlar. Son bir cüret, belki
bizi kurtarabilir.’ dedi. [TD III:1001; Gökbilgin I: 141] (Aynı yapıt,
sf. 278)” Burada da görüldüğü gibi Paşa, Anadolu’da halk temsilcileriyle yaptığı
ilk buluşmada, hangi emperyalist ülkenin mandası olmayı konuşmuyor; görüştüğü
kişilere, kurtuluş umudundan söz ediyor.
“Mustafa Kemal, İngiliz Muhipler Cemiyeti Başkanı Sait Molla’nın
23 Mayıs’ta belediyelere çektiği, İngiliz himayesinin talep edilmesini isteyen
telgrafı üzerine, illere ve mutasarrıflıklara bir genelge gönderdi: Milli
bağımsızlık ve siyasetimizin kurtarılması milletin bir bütün olarak savunması
ile kabil olacaktır. (Aynı yapıt, sf.278)” Sait Molla gibi İngiliz
işbirlikçileri, halkın direnme gücünü yok etmek için topraklarımıza bozgunculuk
tohumu ekerken, Mustafa Kemal Paşa ise “Milli bağımsızlık”tan söz ederek ulusal
birliğin oluşturulması için çaba göstermekte.
“Ankara halkı Yunan işgalini bir mitingle protesto etti.
Hükümetin mitingleri yasak etmesine rağmen, dün ve bugün yapılan mitinglerle Bafra,
Beyşehir, Haymana ve Pazarcık’ta İzmir’in işgali lanetlendi. (Aynı yapıt, sf.
278)” İstanbul’da, Saltanat ve çevresinde mandacılık düşleri kurulurken Anadolu’nun
birçok yerinde emperyalist işgallere karşı halk ayaklanıp sesini yükseltti.
Bunu da mitingler yaparak göstermekte. Ankara, işgallere karşı ayağa
kalktığında Mustafa Kemal Paşa, henüz Ankara’ya gelmemiştir bile, gelebileceği
de bilinmemekte.
Yukarıda dört alıntı yapıp yorumlarımı kısa tuttum. Alıntılarım,
yalnızca 26 Mayıs 1919 Pazartesi gününden… Bir günde olanlardan bazılarına yer
verdim. Bu bir günde yaşananlar bile kimlerin kurtuluş mücadelesi için ölümü
göze alarak halkla bütünleşip emek harcadığını, kimlerin de kendi kişisel
geleceklerini düşünerek kendi ülkesini, halkını emperyalist devletlerin
egemenliğine terk etmek için tartışıp görüştüklerini açıkça anlatmakta.
Günümüzde kurtuluş ve kuruluş tarihimize kara çalıcıların
her fırsatta Atatürk’e saldırmalarının nedeni, genlerine işlemiş emperyalist
uşaklığındandır. Ne yazık ki bazı yurttaşlarımız, özellikle İngilizlerce ortaya
saçılan kirli propagandaların, yanlış bilgilerin tutsağı olmaktalar. Böyle
olunca da kendi ülkelerine, tarihlerine, kurtarıcılarına zarar vermeye
çalışmaktalar emperyalistler adına. En kötüsü de içinden çıktıkları ulusun, tüm
ezilenlere örnek olan bir kurtuluş destanına kara çalmaktalar. Bunun asıl
nedeni, okuyup araştırmamak... Tarihsel bilgi yerine, söylentilere inanılması…
Aradan 104 yıl geçmesine karşın, gerçekleri bir türlü anlamak istemeyenlere ne
demeli?
Adil
Hacıömeroğlu
26
Mayıs 2023
Tarihi bilmemek eksikliktir, ama tarihte konumlanmak büyük yanlıştır. Günümüz siyasetinde gördüğümüz kamplaşma bize bunu öğretti sanırım. Sakarya'da, Dumlupınar'da, 9 Eylül'de İzmir'de Mustafa Kemal'in yanında olanlar, bugün kasetçi Kemal'in Londra'dan getireceği sözde 300 milyar doları müjde olarak kabul edebiliyor. Jeremy Rifkin'i danışman olarak sindirebiliyorlar. O zaman sorun sadece tarih bilmemek sorunu değildir kanımca...Tarihi hissedememek, zamanın akışını, diyalektiğini yakalamamaktır sorun. Bu sorun ancak tarihi, mevcut toplumu ve dünyayı okuyarak aşılır. Buna meta-okuma, üstokuma denir ki bunu yapabilenlerin sayısı o ülkedeki gerçek aydın sayısını verir.
YanıtlaSil