EMPERYALİZMİN DESTEĞİYLE KURTULUŞ SAVAŞI VERİLİR Mİ?


         22 Mayıs 2023 akşamı hava kararmadan hem gazete almak hem evin birkaç eksiğini gidermek hem de bu bahaneyle biraz yürüyüş yapmak için dışarı çıktım. Uzun süre kitap okumuştum evde. Dışarıda güzel, ılık bir mayıs var. Amacım sahile inip yürümek… Hem yürüyeyim hem de sahildeki yeşil alanlarda baharı yaşayayım, dedim kendimce.  

         Akşam alacası… Sokak lambaları yanıyor. Güneş, ufukta yok! Serin bir esinti, bahar kokusunu yaymakta ortalığa. Arabalar, kornalar, motor gürültüleri… Egzoz ve çöplerin kusturucu kokuları yelle taşınmakta. İnsanlarda bir koşturmaca… Çoğu işten dönmekte. İşten dönenler, ilk bakışta belli olmakta. Çoğu marketlere uğrayıp bir şeyler almakta. Hele kadınların telaşı göze çarpmakta. Onların telaşının nedeni, çoklu sorumlulukları… Birçoğunun kafasında akşam ne pişireceğinin kaygısı…

         Önce gazetemi aldım. Ardından yol üstündeki bir markete uğradım. Alacaklarım çok az. Yürüyüşte de taşıyabilirim onları. Alacaklarım elimde kasaya yürüdüm. Ödemeyi yapan birkaç kişi kasiyerle söyleşmekteler soğan üzerine. Kasadaki genci soğan pahalılığını neden göstererek muhalefete oy vermeye ikna etmenin peşindeler. Ödememi yaptım. Soğan konusu sürmekte. Ben de ister istemez söyleşiye katıldım. Atatürk’ün “Umutsuz durum yoktur, umutsuz insan vardır.” sözünü söyleyerek umutsuz olmanın gereksizliğini anlattım. Ülkemizin önünün açık olduğunu, karamsarlığın bir ulusu öldüren en büyük virüs olduğunu belirttim. Hepsi beni onaylıyor gülümseyerek.

         Kasa önüne yeni müşteriler geldiğinden çıkışa yöneldim. Sonradan baba-kız olduklarını öğrendiğim iki kişi de benimle çıktı. Onlarla söyleşimiz sürmekte. Onlara: “Kişiler üzerinden değil, sistem üzerinden siyaset yapmak gerek.” dedim. Özal’ın 24 Ocak kararlarının ülkemizin ekonomisini, siyasetini, toplumsal yaşamını nasıl değiştirdiğini; her şeyden önce de Cumhuriyet kurumlarını yok ettiğini anlatıyorum güzel güzel. 1980’den beri iktidara gelen hemen her partinin özelleştirme yanlısı ve serbest piyasa uygulayıcısı olduğunu söyledim. “Bu ekonomik düzenin değişmesi ve Atatürk’ün halkçı-devletçi sisteminin uygulanması zorunlu.” dedim.

         Karşımdaki kız sürekli laikliğe sözü getirmek istemekte. Ben de “Bakınız hanımefendi, Atatürkçülüğün temel direği tam bağımsızlık. Tam bağımsızlık olmadan diğerlerinin hiçbiri olmaz.” diyerek konunun özüne dönmek istedim. Atatürk’ün kapitalizm ve emperyalizm hakkındaki sözlerinden örnekler verdim.

         Kızcağız, özgür olmadığını ısrarla vurgulamakta. Ona: “Hangi konuda özgür değilsin?” diye sordum. Sosyal medyadan ve bazı televizyonlardan öğrendiklerini tekerleme olarak söylemekte öfkeyle. Somut bir şey söylemesini istiyorum, nafile…

         Kızcağız: “’. Kurtuluş Savaşı veriyoruz, siz de katılmalısınız bize.” diyor ısrarla.

         “Kime karşı?”

         “AKP’ye, şeriatçılara karşı…” demekte kararlılıkla ve inanarak.

         “Yanınızda kim var?”

         “Tüm uygar dünya…”

         “Uygar dünya dediğiniz batılı emperyalistler değil mi? Emperyalizmin desteğiyle kurtuluş savaşı olur mu? Biz, ulusça Kurtuluş Savaşı’mızı emperyalizme karşı verdik.” diyorum.

         O: “O zamanı koşulları farklıydı.” demekte bilgece.

         Atatürkçülük; köklerinden, bağlamından koparılmış bir laikliğe indirgenmekte. Laik olmayı da batılı bir yaşam biçimi olarak algılanmakta. Batılı yaşam biçiminde olumlu, olumsuz ne varsa benimsemeyi ilericilik sanmaktalar. Tam bağımsızlık gündemlerinde hiç yok! Çünkü dünyayı küreselleşmiş küçük bir köy olarak düşünmekteler. Bu nedenle emperyalizm olgusu belleklerinin köşesinde bile bir kırıntı olarak bulunmamakta! Altıok’un beşi uçup gitmiş bir yanlara. Yalnızca ellerinde laiklik oku kalmış. Diğerleri olmayınca doğaldır ki o da bir işe yaramıyor. Kemalizm, Altıok’un altısıyla var olur. Birini kırıp attığınızda ne Kemalizm ne Atatürk ne de Cumhuriyet kalır.

         En sonunda baba-kız ülkemizde büyük bir şeriat tehlikesi olduğunu söylediler. Ben de bunun olanaksız olduğunu söyledim. Ülkemizin tarihsel birikiminin ve Cumhuriyet’in kurumsal yerleşikliğinin buna izin vermeyeceğini açıkladım. Ülkemizde şeriat isteyenlerin yüzde beşin altında olduğunu belirttim.

         “Siz, Atatürk’e ve onun yaptığı devrimlere güvenmiyor musunuz?” diye sordum.

         Soruma, nedense yanıt alamadım. Baba: “Siz kesinlikle AKP’lisiniz.” diyerek kızgınlıkla ayrılmaya karar verdi.

         Ben: “Bir AKP’linin benim kadar Atatürk’le ilgili bilgisi var mıdır sizce?” diye yeni bir soru yönelttim ona.

         Sustu. Sonrasında “Siz AKP’lisiniz, bizi caydırmaya çalışıyorsunuz.” dedi.

         Ben: “AKP’lileri övüyor, onların Atatürkçü olduğunu söylüyorsunuz.” diyerek yanıtladım onu.

         Güya Atatürkçü olan ve demokrasiyi savunan baba-kızın ne Atatürk’le ne de demokrasiyle ilişkisi var. Kızcağız, kendi yaşam biçimine uymayanlardan söz ederken gözlerindeki öfkeyi, sesindeki kini, sözcüklerindeki tekdüzeliği ve kısırlığı saklayamıyor. Sürekli aynı şeyi yinelemekte. İkisi de ünlü bir üniversitemizde okumuş. Buranın kendilerine kişisel ve toplumsal bir ayrıcalık sağladığını sanmaktalar.

         Kendi karşıtlarını yok sayan bir kafa… Onların yaşam haklarını bile neredeyse ellerinden alacaklar. Kendileri gibi düşünmeyip davranmayanları, giyinmeyenleri, yaşamayanları düşman bellemekteler. Onlarca tümce kurdular. Bir tümcelerinde bile hoşgörü ve mantık yok! İzledikleri televizyonlardaki sözleri us süzgecinden geçirmeksizin yinelemekteler sürekli. Sözlerinde nesnellik bulunmamakta. Yalanlar, yanlışlar çok…

         Baba-kızın söz ve tavırları faşistçe… Bunda savundukları siyasetçinin, izledikleri televizyonların, zamanlarını geçirdikleri sosyal medyanın hiç mi payı yok? Hem de çok…  

         Son zamanlarda okuyup araştıran, kendi kafasıyla düşünen insanlar yerine papağanlar yetiştirilmekte. Onlara: “Mutlu akşamlar…” dileyip ayrıldım. Sahile doğru yürürken akşam alacasında havada son yiyeceklerini toplayan kırlangıçları, yuvalarını ve yavrularını kargalardan ciyaklayarak korumaya çalışan martıları, yapsatçıların testerelerinden kurtulmuş birkaç fıstıkçamının yapraklarının örttüğü kuytulukta ötüşen serçeleri duyumsadım. Kuşlar kadar demokrat olamayan güya eğitimli insanlara bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz. Ne denli başarılı olduğumuz bilinmez. Yine de Atatürk’ü anlatmayı sürdüreceğim bıkıp usanmadan, dilim döndüğünce, gücüm yettiğince.

                                                                                Adil Hacıömeroğlu

                                                                                23 Mayıs 2023

 

 

 

2 yorum:

  1. CHP'nin marjinalleşmesi tabanının agresifleşmesini sağladı. Gerçekle bağın kopması algı ve hezeyanın siyasi kılavuz olmasına sebep oldu. Son 5-6 yılda özellikle FETÖ'cüler tarafından terörize edildi CHP'li seçmen, bunu da maalesef muhalif olmak adına bile isteye kabullendiler. "Hesap ortada" diyenlere sonuç ortada diyorum. Atatürk'ün partisi olmaktan çıkıp Batı emperyalizminin sözcülüğüne ve taşeronluğuna soyunan bir gayya çukuru...

    YanıtlaSil
  2. Kolay gelsin Adil Hocam, aynı dertleri yaşıyoruz, savunduğumuz değerler ne kadar doğru ve değerli olsalar da yetmiş yılı aşkın beyinleri şekillendirmiş dogmaları yıkmak kolay olmuyor... Sevgi ve selam S. Zeki Şanlı

    YanıtlaSil