Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen Osmanlı Devleti, tam bir
teslimiyet anlaşması olan Mondros’u imzaladı. Bunun üzerine batılı
emperyalistler, anlaşmayı dayanak yaparak ve türlü yalanlar üreterek işgal hazırlıklarına
başladılar. Bu iş için gönüllü olan Yunanistan’ı cepheye sürdüler.
Yunanistan, Hıristiyanların Türkler tarafından sistemli kıyıma
uğradıkları yalanını ortaya attı. Zaten batılı emperyalistler bu yalana inanmak
için hazır olarak beklemekteydi. Yunanlılar, Türklerin başka ulusları
yönetmekten aciz olduklarını savladılar. Yunanistan’daki Türklerin güven içinde
yaşadıklarını dile getirdiler. Oysa gerçek böyle değildi. Ayrıca Yunanistan
sözcüleri, Türklerin barbar ve kan içici olduğunu savundular.
“Venizelos, Paris’ten 2 Kasım 1918 tarihinde İngiltere
Başbakanı Lloyd George’a gönderdiği mektupta: ‘…Devletlerin Araplarla,
Suriyelilerle, Ermenilerle meşgul olup da Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Rumları
ihmal eylemesi ne adalet ne siyaset itibariyle doğru olmaz. Ermeniler bütün
medeniyet aleminin sempatisine layıktırlar ve onların mukadderatını ve istikbalini
ihtiva etmeksizin şark meselesinin tanzimi hatıra gelmez. Fakat Rumlar da aynı
derecede sempatiye layıktırlar. Ermeniler kadar çok olan Rumlar, Ermeniler
kadar zulüm gördüler ve onlar kadar imha olundular.’ demekteydi. Yine aynı
tarihli muhtırada Venizelos, ‘Türklerin kötü idaresi, Hıristiyanlar üzerinde
devam ettikçe, ardı kesilmez ihtilaflar olacak ve bu, umumi sulhun üzerinde
aksi tesirler yapacaktır.’ demektedir. Venizelos’a göre 300.000 Rum imha
edilmiştir. (Mustafa Turan, Yunan Mezalimi İzmir, Aydın, Manisa, Denizli
1919-1923, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2018, 4.Baskı, sf. 12)” Görüldüğü
gibi Venizelos, Mondros’un imzalanmasından üç gün sonra kolları sıvayıp
yalanlardan oluşan bir propagandayı başlattı. Türkleri kötülerken, Anadolu’da
bin yıldır barış ve erinç içinde yaşayan Rumların kıyıma uğradığını savladı.
“27 Kasım 1919’da Roma’da Galip Kemali (Söylemezoğlu)’nin
yaptığı mülakatta Venizelos, ‘Rumlara, savaş sırasında pek çok kötü
muamelelerde bulundunuz. İngiltere raporlarına göre 450.000 Rum göçe zorlanmış ve
bir kısmı da gittikleri yerlerde ölmüştür.’ demiştir. (Aynı yapıt, sf. 13)”
Öteden beri Türk devletini suçlayanlar, bağımsızlığımızın yok edilmesini
isteyenlerin sarıldıkları en büyük yalan, Türklerin kendilerinden olmayanları
sürgün edip ve öldürdükleridir. Günümüzde de emperyalist odakların ve onların
işbirlikçilerinin aynı yalanlarla ortaya çıkmaları rastlantı değil.
“2 Kasım 1918’de Patrikhane’de alınan karara uygun olarak
Aydın Mebusu Emanuelidis, İzmir Mebusu Mimaroğlu ve Çatalca Mebusu Dimitriyadis,
üyesi bulundukları Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda verdikleri takrirle azınlıkların
katliamı hakkında hükümetin ne yapmak niyetinde olduğunu sorarak suçluların
cezalandırılmalarını istemişlerdir. 17 Kasım 1918 günü görüşülen bu önergede,
250.000 Rum’un sürülerek mallarının müsadere olunduğu harpten sonra da 550.000
Rum’un çeşitli yerlerde imha edilip mallarının zapt olunduğu iddia edilmiştir.
(Aynı yapıt, sf.13)” Osmanlı Meclisi’ne verilen takririn benzerinin neredeyse
yüz yıl sonra TBMM’ye PKK terör örgütünün siyasal uzantısı HDP’ce verildiğini
gördüğümüzde çok da şaşırmadık. Asıl şaşırdığımız, açılım döneminde Meclis’e
verilen benzer önergelere ve aynı doğrultuda yapılan konuşmalara, zamanın iktidar
partisi AKP’nin açılım, devletimizin kurucusu olan CHP yöneticilerinin ise aymazlık
nedeniyle sessiz kalmaları. Ne yazık ki devletimizi yönetenlerin açılım
dönemindeki emperyalist projelere hizmeti bağışlanır gibi değil.
11 Aralık 1918’de Trabzon’un Rum Asıllı Mebusu Yorgi Efendi;
Samsun, Trabzon ve Giresun Rumlarına mezalim yapıldığını öne sürdü. Tekirdağ’ın
Rum Kökenli Mebusu Efelidis ise Rumlara baskı yaptıklarını savladığı valilerin
adlarını sayarak bu valilerin görevden alınmalarını istemiştir. Edirne Mebusu Faik
Bey bu savları reddetti. Yine aynı gün Atina Ajansı, İzmir ve çevresinde birçok
Rum’un öldürüldüğünü yaydı.
Atina Ajansı: “Türk makamları, Yunan kiliselerine kadar giderek
dua edenleri dahi tevkif edilmişlerdir. Mütareke gününden beri asılı duran
Yunan bayraklarını yırtmışlardır. (Aynı yapıt, sf. 14)” diyerek batılı emperyalistleri,
ülkemiz üzerine kışkırtmakta. Burada ilgi çekiç olan ise o yıllarda da din duygularını
kullanmak söz konusu. Yunan kiliselerinde ibadetin engellendiğini öne
sürmekteler. Günümüzde de aynı propagandanın farklı biçimde yapılması rastlantı
mı? Bu, dinsel duyguların siyasete alet edilmesinin bir emperyalist proje
olduğunu göstermez mi?
“Hıristiyan Batı, insan ırkları arasında tarihte büyük Hıristiyan
düşmanı olarak Türkleri gördüğü gibi Müttefikler de başlıca harp hedeflerinden
birinin, ‘Türklerin kanlı zulümleri altında tutulan milletlerin kurtarılması’
olduğu söylüyorlardı. (Aynı yapıt, sf. 14)” Batılılar sürekli olarak “kanlı
zulümlerden” söz etmekte. Bundan da anlaşılıyor ki batılı ülkelerin
yöneticileri hem kendi hem de dünya kamuoylarını bu yalanlara inandırma
peşinde.
“Lloyd George, Londra Belediyesi’nde yaptığı konuşmada ‘Rumların,
Arapların, Ermenilerin meskûn bulundukları memleketlerde idareye nihayet
verilmesi hususunda cümlemiz müttehit bulunuyoruz.’ demiştir. (Aynı yapıt, sf.14)”
İngilizler çoktan Osmanlının dağılmasına karar vermişlerdi. Bunu da İngiliz
yöneticileri, halka açık toplantılarda dile getirmekteydi.
Fransız D’Esperey, Bab-ı Ali’den: Rumları öldüren Türklerin
cezalandırılmasını istedi.
“İstanbul’da kurulan Amerikan Komisyonu delegesi Luis Heak,
Paris Konferansı’ndaki Amerikan delegelerine İç Anadolu’daki durum hakkında 20
Ocak 1919’da bir rapor göndermiştir. Bu raporda Heak, ‘İç Anadolu Türklerinin,
sürgünden evlerine yeni gelmiş olan Hıristiyanlara, özellikle Rum ve Ermenilere
baskı yaptıklarını’ söylemekteydi. (Aynı yapıt, sf. 15)” Türkiye’nin bölünmesi girişiminde
ABD’yi görmek, bizi hiç de şaşırtmadı. ABD, yıllardır bu düşüncesinden bir
milim bile şaşmadı, geri durmadı.
İngiltere ve Fransa, Türk topraklarının paylaşımı konusunda
İtalya’yı saf dışı bıraktılar. Açıkça İtalya’yı kandırdılar. Bu ülkeye, söz
verdikleri toprakları Yunanistan’a vermek için kolları sıvadılar.
“Diğer Avrupalı devletler nazarında da Türk zulmü kanaati
hakimdi. Belçika’nın İstanbul Temsilcisi S. Marghetitch, 31 Aralık 1919 tarihli
raporunda, ‘…Aşağılık bir ırka mensup olan Türkler, kendi kendilerine bırakıldığı
takdirde, enerji, irade ve ahlaktan yoksun oldukları için, yeniden israf, iflas
ve utanç verici despotizm ve kitle halinde katliamlara başlarlar… Doğu
buhranının pratik yegâne hal çaresi Türk İmparatorluğu’nun müstakil bir devlet
olarak ortadan kaldırılmasıdır.’ demekteydi. (Aynı yapıt, sf.16)” İrili ufaklı
bütün batılı emperyalist devlerin amacı, Türk devletinin ortadan
kaldırılmasıydı. Bunun için de işbirliği yaparak ve yalanlar üreterek bu süreci
hızlandırmaya çalışmaktaydılar.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkemize, ulusumuza karşı bir
Haçlı seferi söz konusuydu. Ne yazık ki Osmanlıyı yönetenler, Türkleri tarihten
silmeye yönelik bir savaşa karşı uyanık değillerdi. Teslimiyet içinde
emperyalistlerin belirleyeceği koşulları beklemekteydiler. Buna karşı çıkan
Atatürk, Anadolu’ya gidip halkla birleşerek bu küresel izlenceyi çöpe attı. Bu
toprakların sonsuza dek Türk yurdu olacağını tüm dünyaya kabul ettirdi. Bunun
içindir ki Atatürk olmadan ne Türk devleti ne Cumhuriyet ne de Türk ulusunun
birliği olur. Bu gerçeği, tarihsel bir zorunluluk olarak görmekteyiz.
Adil Hacıömeroğlu
9
Haziran 2023
Elinize sağlık hocam. Atatürk okumadan Atatürkçü olunmaz. Gösterdiğiniz kaynaklar bir dönemin ruh halini ve bugüne kadar süren siyasetleri göstermesi açısından oldukça önemlidir.
YanıtlaSil