Tarih boyunca dünyada her toplumda ve dinde hurafeler olmuştur.
Hurafesi olmayan din ve toplum yok! Bazı toplumlarda çok yaygın olmakla
birlikte bazılarında ise daha azdır hurafeler. Hurafelerin bazıları,
toplumların eski çağlarda inandıkları dinlerden kaynaklı. İnsanlar, yeni dini
kabul etmelerine karşın eski dinlerinde yer alan birçok kuralı, inancı yeni dinin
içine sokuşturur. Bunlara da yeni dinle ilgili kimlikler kazandırır. Dinde sorgulama
söz konusu olmadığından eski inançlardan gelen ve zamanla hurafeye dönüşen
inançlar, biçimsel, törensel ritüellere inanılır.
Bazı hurafeler ise dinlerin yanlış yorumlanmasıyla ortaya
çıkar. Kimi zaman da bazı kişiler, dinsel inancı aşırıya kaçırdığında hurafeler
ortaya atılır. Bu da çoğu toplumda sorgusuz sualsiz inanca dönüşür.
Doğaldır ki hurafelerin toplumlarda yaygınlaşmasının asıl
nedeni, insanların inandığı dinleri birincil kaynaklardan öğrenmemeleri. Kulaktan
dolma, söylentilere dayalı bir din bilgisi kişinin hurafelere inanmasının
yolunu açmakta. Burada, dinden çıkar sağlamak isteyenlerin hurafeleri hem
ortaya attıklarını hem de yaygınlaştırdıklarını söylemeli.
Osmanlı döneminde din ve inanç sanılan birçok hurafe vardı
toplumun inandığı. Hurafelerin inanca dönüşmesi, kişileri de toplumları da geri
bıraktırır. Osmanlıda da böyle olmuş. Hurafelerle savaşım, aydınların önemli
görevi olmuş.
“Dinle hiçbir ilgisi olmadığı besbelli olan bu sorun
Abdülmecit ve Abdülaziz, hatta kısmen Abdülhamit devirlerinde dinsel ve siyasal
konular arasındadır. Tanzimat’tan az önce Hariciye Nazırı bulunan Koca Reşit
Paşa’yı idam ettirmek isteyen Sadrazam Hüsrev Paşa gerekçeleri arasında onun “Frenkçe
konuşmasını” ve Frenkler gibi gözlük takmasını da ileri sürmüştü. (Yusuf Hikmet
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, Cilt I, Kısım II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Dördüncü
baskı, 1991, Ankara, sf. 44)” Bir ülkenin dışişleri bakanının yabancı dil
bilmesi kadar doğal olan ne vardır ki? Gözleri bozuk olduğu için gözlük takan
birini “gâvurlukla” suçlamanın din ve inançla ne ilişkisi var? Görüldüğü gibi
hurafe, devletin en üst orunlarına dek egemen olmuş. Böylece hurafe, devlet
yönetimini kendi kurallarına uydurmuş. Oysa “Bana bir harf öğretenin kırk yıl
kölesi olurum. (Hz. Ali)” özdeyişini çocukluğumuzdan beri işitegeliriz. Ancak bu
değerli söz, yaşama geçirilmediğinde hurafe alır başını gider.
“Halbuki mesela Abbasi Halifesi Me’mun Yunanca bilip bu
dilden Arapçaya eser tercüme edenlere avuç dolusu altın verirdi. Mevlâna da
güzel Rumca bilirdi. Bu yönler XIX. yüzyılın başlarında Osmanlının en az bin
yıl geri olduğunu gösterir. (Aynı yapıt, sf. 44)” Abbasiler, Me’mun ve Mutasım
dönemlerinde en parlak dönemini yaşadı. Bu da rastlantı olmasa gerek. Yine Osmanlının
en büyük ve başarılı padişahı çok sayıda dil bilen Fatih’tir. Fatih’in dehası,
bildiği yabancı dillerle ve bilim alanında kendini geliştirmesiyle doruğa
çıkmıştır. Olasıdır ki Sadrazam Hüsrev Paşa’nın Fatih’ten haberi bile yok.
“Şuursuz taassubun başka bir belirtisi de elle yemeği bırakıp
çatal bıçak kullanmanın doğurduğu tepkidir. Bu biçim yemek yiyiş önce Avrupa’da
elçilik etmiş olanların evlerinde görülmüş, Abdülaziz devrinde yayılmaya
koyulmuş, ancak hemen her eve girişinde ihtiyarların, hocaların sözlerine
dayanan, birçok itirazlarına dinin elden gittiği feryatlarına yol açarak güçlükle
yerleşebilmiştir. Bu aletlerle yemek yiyenlere de epey bir süre boyunca “Gâvur”
denilmiştir. (Aynı yapıt, sf. 45)” Çok yalın bir uygarlık göstergesi olan çatal,
bıçakla yemek yemenin hurafece günah görülmesi ne denli ilginç değil mi?
Yeniliğe karşı çıkmayı din ve dindarlık sananlarca toplumumuz
birçok konuda geç kaldı. Bu yüzden sanayi devrimi ıskalandı. Matbaa, yıllarca
ülkemize gelmedi bize. Bilimsel gelişmelerin okutulduğu çağdaş okulların açılması
geciktirildi. Bu nedenle teknolojik gelişim sağlanamadı. 1699 Karlofça
Anlaşmasıyla başlayan yenilgiler silsilesiyle koca imparatorluk parça parça
edildi. Cihan imparatorluğu, bir topluiğne bile üretemez duruma getirildi.
“İlim Çin’de de olsa alınız. (Hz. Muhammet)” diyen bir
peygamberin yolundan gidenler, ilme karşı çıkmayı Müslümanlık sandılar. Oysa bu
düşünüşleriyle İslam’a ne denli ters düştüklerinin bile farkında değillerdi.
Bir toplum, hurafeden ne denli çok arınırsa o denli ileri
gidip gelişir. Hurafeye saplanan toplumlar, gelişemedikleri gibi emperyalist
ülkelere köle olurlar. Köle olmanın da bir hurafesi çıkarılır ve sonrasında
topluma inandırılır bu. Giderek de yaygınlaşır. Bu da tutsaklığın yalın bir
düşünüşü, inancı olur.
Tarih okumalı. Özellikle toplumu yönetenler daha çok okuyup
öğrenmeli tarihi. Neden mi? Ders almak için… Tarihin tekerrür etmemesi için…
Adil Hacıömeroğlu
7
Haziran 2023
Genel olarak okumak ve daha çok düşünmek faydalıdır. Ancak okuryazarlık, yerini sosyal medya okurluğuna bırakmamalı. Okuyan kişi, gerçek bir birikime sahip olmak istiyorsa bilgiye kendisi ulaşmalı. Kendisine ait bir okuma planı olmalı ve bu plana da sadık kalabilmeli. Arayan bulur! Oysa sosyal medyaya bakıp kendisine sunulanla yetinen ve bu pasifliği özgürlük sananlar kolayca yolunu şaşar. Sosyal medya okurluğu veya her biri bir partinin borazanı olmuş gazete okumaktansa hiç okumamak zihni ve kalbi berrak tutmak adına daha değerlidir.
YanıtlaSil