ANAMIN MEMLEKETİ, DENİZLİ (Dinlence Yazıları-16)


         Tavas’tan ayrıldık hem mutlu hem de buruk. Denizli’ye doğru yol aldık. Burası anamın memleketi. Bu topraklarda atalarım var. Dayı ve teyze çocuklarım ve yakınlarım yaşamakta. Bu nedenle kendi memleketimdeymişim gibi duyumsamaktayım kendimi. Doğup büyüdüğüm, eğitim yaşamımı geçirdiğim baba memleketim Trabzon-Of … Ancak çocukluğumdan beri bu topraklarla bağım hiç kopmadı.

         Annem, Denizli’nin Çal ilçesine bağlı İsabey kasabasından. Denizli tabelalarını her gördüğümde ve bu kentin adını her işittiğimde heyecanlanırım. Çocukluğumdan beri gidip geldiğimiz bir yer. Her görüşümde kent genişleyip değişmekte. Bir sanayi kenti… Pamuklu dokuma sanayinin kökleri tarihin derinliklerinde. Yüzyılların deneyimi aktarılmış bugünkü tekstil sanayicisine. Bursa ipekli, Denizli de pamuklu dokumanın başkenti olmuş Anadolu’da yüzyıllarca. Denizli insanının acarlığını, üretkenliğini, çalışkanlığını da belirtmeliyim. Bu nedenle göç almakta kent. Göç olunca da kent, her geçen gün büyümekte.

         Of’tan otobüse binerdik. O yıllar yollar bugünkü gibi değildi. Hem dolambaçlı hem de bozuktu. Otobüsler de bugünkülerle karşılaştırıldığında ilkel sayılırdı. Yolculuklar çok uzun, zor olurdu. Genellikle yaz dinlencelerinde giderdik ana memleketimize. Bu nedenle iklimleme olmayan otobüsler sıcak olurdu. Bir de üstüne üstlük sigara içilirdi o zamanlar taşıtların içinde. Sigara kokusu her yana sinerdi. Her yan leş gibi kokardı. Hava, hava olmaktan çıkardı. Babam ve annem, sigaradan nefret ederdi, biz çocuklar da öyle. Araba serinlesin, sigara kokusu dağılıp gitsin diye camlar açılırdı. Bu nedenle cereyanda kalırdık çoğu zaman. Bu nedenle çoğumuz sayrı olurduk. Molaları severdik, hem de çok. Çünkü mola yerlerinde soluklanırdık. Yol boyunca ne kadar tabela varsa okurduk. Birbirimizle yarışırdık bu konuda. Aynı yolda yolculuk yapa yapa tabelaların tümü belleğimize kazınırdı. İller, ilçeler arasının kaç kilometre olduğu, il ve ilçelerin nüfusları, illerin deniz düzeyinden yükseklikleri, tarihsel, kültürel yerler… Geceleri uyumazdım yolculuklarda. Bu huyum bugün de değişmedi. Ay ışığı olduğunda çok sevinirdim. Arabanın camından uçsuz bucaksız bozkırları izleyip düşler kurardım. O zamanlar köylerimizde elektrik yoku. Bozkırın toprak damlı evlerinden bir damla ışık sızmazdı dışarıya. Bir karanlık yazgı, teslim alırdı köylerimizi. Of’tan Denizli-İsabey’e dek iklimler değişirdi. İklimlere bağlı olarak coğrafya, bitki örtüsü, konuşmalar, toprak farklılaşırdı. Gece, gündüz demeden gözümüz yollarda ve doğada olurdu. Ne yemek ne de içmek gelirdi usumuza.

         Önce Ankara’ya gelirdik gün ışıken. Uykulu, yorgun inerdik otogarda. Ardından babam koşturup Denizli otobüsünden bilet alırdı. Annem ve dört çocuk beklerdik eşyalarımızın başında. Babam, zaman geçirmeden gelirdi biletler elinde. Herkes taşıyabileceği bir yükçe ya da torba alır onun peşine takılıp giderdik bineceğimiz otobüsün kalkacağı yere. Çok beklemezdik. Yolun ikinci kısmını genellikle gündüz geçerdik. Koyun, keçi sürüleri, tarla ve bahçelerde çalışanları izlerdik camlardan. Afyon’daki her molada lokum ve haşhaşlı çörekler alırdık. Ne lezzetli olurdu bunlar. Tadına doyamazdık. Birer paket de Denizli merkezde oturan dayıma ve dedemlere götürürdük.

         Yol biter ve biz Denizli otogarına gelirdik. Yükçe ve torbalarımızın bazılarını bırakırdık otobüs yazıhanesine. Teyzemin eşi Ali Çelik’in tanıdığı çoktu garajlarda. Onun adını verince eşyalarımızı bırakmak sorun olmazdı. Bir kez olsun eşyalarımıza bir zarar gelmedi orada. Ragıp dayım, o yıllarda adliyede başkatipti. Annemlerin en büyüğüydü. Karaman Mahallesinde otururlardı. Akşam olmadan onlara varırdık. Evleri bahçe içindeydi. Bahçenin içindeki arıktan su akardı şırıl şırıl. Kapılarını çaldığımızda dayımı görürdük pijamaları üstünde ve güleç yüzüyle. Yanında yengem ve üç çocuğu sıralanırdı. Bizler de dizilirdik kapının önüne. Birden sarmaş dolaş olurduk. Bir sevinç ve mutluluk yumağına dönüşürdü ev. Köyümüzde yetiştirdiğimiz ürünlerden, başta fındık olmak üzere getirirdik onlara.

         Kardeşlerimin en büyüğüydüm. Dayımın en büyük çocuğu Zehra, benden büyüktü. Dedemin adını taşıyan Mustafa ile akrandık. Kâzım ise benden iki yaş kadar küçüktü. Biraz söyleştikten sonra hemen oyuna başlardık. Az sonra Perihan yengemin bizi sofraya çağıran sesini işitirdik. Ah, bir sofranın başına dizilip yediğimiz o yemekler ne güzeldi… Hele sabah kahvaltıları…

         Karaman Mahallesinde birkaç gün kaldıktan sonra otogara gidip İsabey otobüsüne binerdik. Yolcuların çoğu, bizi tanırdı ilk görüşte. O güler yüzlü, sıcak bakışlı, içten insanların bize “Hoş geldiniz.” demeleri kadar güzel bir şey var mıydı bu dünyada? Otobüsümüz, İsabey’e yaklaştıkça heyecandan ölürdük neredeyse. Otobüs, belediyenin önünde durup yolcularının çoğunu indirirdi. Sonrasında Demirler Mahallesine tırmanırdı tekerlekler. Bu kısa yol, bize bitmeyecek gibi gelirdi. Çünkü heyecan basardı her yanımızı. Dibekbaşı’na geldiğimizde dedemi arardı gözlerimiz. Çünkü o genellikle hep orada olurdu. Dut ağaçlarını altındaki kahvenin önünde çay içip söyleşirdi arkadaşlarıyla.

         Dedemi gördüğümüzde ayaklanırdık otobüs durmadan. Dedem de mavi mavi bakardı otobüse. Araba durduğunda inerdik uçarcasına. Sarılırdık uzun, sarışın, ak sakalı adama. O, titremeye başlardı heyecandan. Mavi mavi gözyaşları dökülürdü sakallarından. Eşyalar ellerimizde girerdik avlu içine. Orası bayram yerine dönerdi birden. Anneannemler, dayımlar, çocuklar dökülürdü coşkun bir çağlayan gibi avlu içine. Fatma anneannem esmer esmer bakar, boncuk boncuk gözyaşlarını tutamazdı. Annem, ne denli ağlamamak için dirense de koyuverirdi kendini en sonunda. Annemin özlem dolu gözyaşlarını görünce dayanamaz, ben de içten içe ağlardım fark ettirmeksizin. Çıkardık dam üstüne, kendimizi verirdik ovanın ılık yeline. Hâl hatır sorulurdu önce. Sonrasında derin söyleşi başlardı. Zaten konu komşu, hısım akraba da gelirdi çoktan. Babamı baş köşeye oturturdu dedem. Babamı dinlemekten zevk alırdı toplananlar.

         İkinci gün dedem, koyun ya da keçi keserdi bizler için. Bağa gederdik birlikte. Alaca düşmüş üzümlerden toplardık. Bir aya yakın kalırdık ana topraklarında. Gözüm kaşım deyinceye dek geçerdi zaman. Anlamazdık dinlencemizin nasıl bu denli hızla geçtiğini. Bir sabah yükçelerimizi hazırlardık. Asmalarından akşamdan koparılmış çekirdeksiz, kadınparmak, razakı üzümlerinin konduğu sepetleri, tarhana, nohut, kuru üzüm dolu torbalarla otobüse binerdik. Dönüşümüz, biraz üzüntülü olurdu. Ne zamanki Ankara’da aktarma yapıp binerdik ilçemize giden otobüse, normale dönerdik. Memleketimize ulaşma heyecanı kaplardı bu kez içimizi.

         İkindi güneşi ufka doğru boynunu eğdiğinde Denizli’ye girdik. Kent, canlı ve kalabalık… Taşıtlar her yana gidip gelmekte. Pamukkale’ye gideceğiz hava kararmadan. Biz daha önce birkaç kez gördük bu doğa harikasını. Ancak Atacan görmedi hiç. Zamanı iyi kullanmak adına burayı aradan çıkarmalıyız. Pamukkale’ye gidinceye dek geçmişin tatlı anılarıyla dalıp gittim. Bugün birçoğu yaşamayan büyüklerimin yüzleri, gülüşleri, sesleri geçti gözümün önünden. Hele genç yaştan sonsuzluğa göçen benim bir küçüğüm olan kız kardeşim Hürriyet, usuma gelince sanki yüreğime bir bıçak saplandı. Anılarım derin bir üzüntüye gömüldü.

         Pamukkale’ye vardık çok geçmeden. Arabamızı eğledik uygun bir yere. İnip içeri girdik. Terliklerimiz ellerimizde. Atacan, terlikle dolaşmakta tüm ısrarlarımıza karşın. İlk kez gördüğü aklığa hayran kaldı. En sonunda o da çıkardı terliklerini. Fotoğraf üstüne fotoğraf çektik. Akşam karardığında oradan ayrıldık yüreğimizden bir parçayı bırakarak. Şimdi sorun, kalacak yer bulmada. Ayrıca yorgun ve açız… Öğlen yemeği de yememiştik.

         Öğretmenevine gittik. Yer yok… Görevli bayan, yer ayırtan bir kişiyi arayıp gelip gelmeyeceklerini sordu. Telefondaki kişi, gelmeyeceklerini söyleyince kalacak yer sorunumuz halloldu. Odamıza birkaç parça eşya çıkardık. Burada yemek yok bu saatte. Yemeğe gitmeyi önerdim. Eşim de Atacan da istemedi. Çok güzel çay demlemişler öğretmenevinde. Arabadaki azıklarımızdan getirip orada yedik. Geç olmadan odamıza çekildik. Sabahleyin erken kalkmalıyız, çünkü yollar bizi beklemekte.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       15 Ağustos 2023

        

1 yorum:

  1. O kadar güzel ve akıcı anlatım varki sanki kendim yaşamış gibi.dedenin Sevinç gözyaşları.

    YanıtlaSil