Tavas’tan ayrıldık hem mutlu hem de buruk. Denizli’ye doğru
yol aldık. Burası anamın memleketi. Bu topraklarda atalarım var. Dayı ve teyze
çocuklarım ve yakınlarım yaşamakta. Bu nedenle kendi memleketimdeymişim gibi duyumsamaktayım
kendimi. Doğup büyüdüğüm, eğitim yaşamımı geçirdiğim baba memleketim Trabzon-Of
… Ancak çocukluğumdan beri bu topraklarla bağım hiç kopmadı.
Annem, Denizli’nin Çal ilçesine bağlı İsabey kasabasından. Denizli
tabelalarını her gördüğümde ve bu kentin adını her işittiğimde heyecanlanırım.
Çocukluğumdan beri gidip geldiğimiz bir yer. Her görüşümde kent genişleyip
değişmekte. Bir sanayi kenti… Pamuklu dokuma sanayinin kökleri tarihin
derinliklerinde. Yüzyılların deneyimi aktarılmış bugünkü tekstil sanayicisine.
Bursa ipekli, Denizli de pamuklu dokumanın başkenti olmuş Anadolu’da
yüzyıllarca. Denizli insanının acarlığını, üretkenliğini, çalışkanlığını da
belirtmeliyim. Bu nedenle göç almakta kent. Göç olunca da kent, her geçen gün
büyümekte.
Of’tan otobüse binerdik. O yıllar yollar bugünkü gibi
değildi. Hem dolambaçlı hem de bozuktu. Otobüsler de bugünkülerle
karşılaştırıldığında ilkel sayılırdı. Yolculuklar çok uzun, zor olurdu. Genellikle
yaz dinlencelerinde giderdik ana memleketimize. Bu nedenle iklimleme olmayan
otobüsler sıcak olurdu. Bir de üstüne üstlük sigara içilirdi o zamanlar
taşıtların içinde. Sigara kokusu her yana sinerdi. Her yan leş gibi kokardı. Hava,
hava olmaktan çıkardı. Babam ve annem, sigaradan nefret ederdi, biz çocuklar da
öyle. Araba serinlesin, sigara kokusu dağılıp gitsin diye camlar açılırdı. Bu
nedenle cereyanda kalırdık çoğu zaman. Bu nedenle çoğumuz sayrı olurduk.
Molaları severdik, hem de çok. Çünkü mola yerlerinde soluklanırdık. Yol boyunca
ne kadar tabela varsa okurduk. Birbirimizle yarışırdık bu konuda. Aynı yolda yolculuk
yapa yapa tabelaların tümü belleğimize kazınırdı. İller, ilçeler arasının kaç
kilometre olduğu, il ve ilçelerin nüfusları, illerin deniz düzeyinden
yükseklikleri, tarihsel, kültürel yerler… Geceleri uyumazdım yolculuklarda. Bu
huyum bugün de değişmedi. Ay ışığı olduğunda çok sevinirdim. Arabanın camından
uçsuz bucaksız bozkırları izleyip düşler kurardım. O zamanlar köylerimizde
elektrik yoku. Bozkırın toprak damlı evlerinden bir damla ışık sızmazdı
dışarıya. Bir karanlık yazgı, teslim alırdı köylerimizi. Of’tan Denizli-İsabey’e
dek iklimler değişirdi. İklimlere bağlı olarak coğrafya, bitki örtüsü, konuşmalar,
toprak farklılaşırdı. Gece, gündüz demeden gözümüz yollarda ve doğada olurdu. Ne
yemek ne de içmek gelirdi usumuza.
Önce
Ankara’ya gelirdik gün ışıken. Uykulu, yorgun inerdik otogarda. Ardından babam
koşturup Denizli otobüsünden bilet alırdı. Annem ve dört çocuk beklerdik
eşyalarımızın başında. Babam, zaman geçirmeden gelirdi biletler elinde. Herkes
taşıyabileceği bir yükçe ya da torba alır onun peşine takılıp giderdik bineceğimiz
otobüsün kalkacağı yere. Çok beklemezdik. Yolun ikinci kısmını genellikle gündüz
geçerdik. Koyun, keçi sürüleri, tarla ve bahçelerde çalışanları izlerdik
camlardan. Afyon’daki her molada lokum ve haşhaşlı çörekler alırdık. Ne
lezzetli olurdu bunlar. Tadına doyamazdık. Birer paket de Denizli merkezde oturan
dayıma ve dedemlere götürürdük.
Yol biter ve biz Denizli otogarına gelirdik. Yükçe ve torbalarımızın
bazılarını bırakırdık otobüs yazıhanesine. Teyzemin eşi Ali Çelik’in tanıdığı
çoktu garajlarda. Onun adını verince eşyalarımızı bırakmak sorun olmazdı. Bir
kez olsun eşyalarımıza bir zarar gelmedi orada. Ragıp dayım, o yıllarda adliyede
başkatipti. Annemlerin en büyüğüydü. Karaman Mahallesinde otururlardı. Akşam
olmadan onlara varırdık. Evleri bahçe içindeydi. Bahçenin içindeki arıktan su
akardı şırıl şırıl. Kapılarını çaldığımızda dayımı görürdük pijamaları üstünde
ve güleç yüzüyle. Yanında yengem ve üç çocuğu sıralanırdı. Bizler de dizilirdik
kapının önüne. Birden sarmaş dolaş olurduk. Bir sevinç ve mutluluk yumağına
dönüşürdü ev. Köyümüzde yetiştirdiğimiz ürünlerden, başta fındık olmak üzere
getirirdik onlara.
Kardeşlerimin en büyüğüydüm. Dayımın en büyük çocuğu Zehra,
benden büyüktü. Dedemin adını taşıyan Mustafa ile akrandık. Kâzım ise benden iki
yaş kadar küçüktü. Biraz söyleştikten sonra hemen oyuna başlardık. Az sonra Perihan
yengemin bizi sofraya çağıran sesini işitirdik. Ah, bir sofranın başına dizilip
yediğimiz o yemekler ne güzeldi… Hele sabah kahvaltıları…
Karaman Mahallesinde birkaç gün kaldıktan sonra otogara
gidip İsabey otobüsüne binerdik. Yolcuların çoğu, bizi tanırdı ilk görüşte. O
güler yüzlü, sıcak bakışlı, içten insanların bize “Hoş geldiniz.” demeleri kadar
güzel bir şey var mıydı bu dünyada? Otobüsümüz, İsabey’e yaklaştıkça heyecandan
ölürdük neredeyse. Otobüs, belediyenin önünde durup yolcularının çoğunu
indirirdi. Sonrasında Demirler Mahallesine tırmanırdı tekerlekler. Bu kısa yol,
bize bitmeyecek gibi gelirdi. Çünkü heyecan basardı her yanımızı. Dibekbaşı’na geldiğimizde
dedemi arardı gözlerimiz. Çünkü o genellikle hep orada olurdu. Dut ağaçlarını
altındaki kahvenin önünde çay içip söyleşirdi arkadaşlarıyla.
Dedemi gördüğümüzde ayaklanırdık otobüs durmadan. Dedem de
mavi mavi bakardı otobüse. Araba durduğunda inerdik uçarcasına. Sarılırdık uzun,
sarışın, ak sakalı adama. O, titremeye başlardı heyecandan. Mavi mavi
gözyaşları dökülürdü sakallarından. Eşyalar ellerimizde girerdik avlu içine. Orası
bayram yerine dönerdi birden. Anneannemler, dayımlar, çocuklar dökülürdü coşkun
bir çağlayan gibi avlu içine. Fatma anneannem esmer esmer bakar, boncuk boncuk gözyaşlarını
tutamazdı. Annem, ne denli ağlamamak için dirense de koyuverirdi kendini en
sonunda. Annemin özlem dolu gözyaşlarını görünce dayanamaz, ben de içten içe
ağlardım fark ettirmeksizin. Çıkardık dam üstüne, kendimizi verirdik ovanın
ılık yeline. Hâl hatır sorulurdu önce. Sonrasında derin söyleşi başlardı. Zaten
konu komşu, hısım akraba da gelirdi çoktan. Babamı baş köşeye oturturdu dedem. Babamı
dinlemekten zevk alırdı toplananlar.
İkinci gün dedem, koyun ya da keçi keserdi bizler için. Bağa
gederdik birlikte. Alaca düşmüş üzümlerden toplardık. Bir aya yakın kalırdık
ana topraklarında. Gözüm kaşım deyinceye dek geçerdi zaman. Anlamazdık
dinlencemizin nasıl bu denli hızla geçtiğini. Bir sabah yükçelerimizi
hazırlardık. Asmalarından akşamdan koparılmış çekirdeksiz, kadınparmak, razakı üzümlerinin
konduğu sepetleri, tarhana, nohut, kuru üzüm dolu torbalarla otobüse binerdik. Dönüşümüz,
biraz üzüntülü olurdu. Ne zamanki Ankara’da aktarma yapıp binerdik ilçemize giden
otobüse, normale dönerdik. Memleketimize ulaşma heyecanı kaplardı bu kez
içimizi.
İkindi güneşi ufka doğru boynunu eğdiğinde Denizli’ye
girdik. Kent, canlı ve kalabalık… Taşıtlar her yana gidip gelmekte.
Pamukkale’ye gideceğiz hava kararmadan. Biz daha önce birkaç kez gördük bu doğa
harikasını. Ancak Atacan görmedi hiç. Zamanı iyi kullanmak adına burayı aradan
çıkarmalıyız. Pamukkale’ye gidinceye dek geçmişin tatlı anılarıyla dalıp
gittim. Bugün birçoğu yaşamayan büyüklerimin yüzleri, gülüşleri, sesleri geçti
gözümün önünden. Hele genç yaştan sonsuzluğa göçen benim bir küçüğüm olan kız
kardeşim Hürriyet, usuma gelince sanki yüreğime bir bıçak saplandı. Anılarım
derin bir üzüntüye gömüldü.
Pamukkale’ye vardık çok geçmeden. Arabamızı eğledik uygun
bir yere. İnip içeri girdik. Terliklerimiz ellerimizde. Atacan, terlikle
dolaşmakta tüm ısrarlarımıza karşın. İlk kez gördüğü aklığa hayran kaldı. En sonunda
o da çıkardı terliklerini. Fotoğraf üstüne fotoğraf çektik. Akşam karardığında
oradan ayrıldık yüreğimizden bir parçayı bırakarak. Şimdi sorun, kalacak yer
bulmada. Ayrıca yorgun ve açız… Öğlen yemeği de yememiştik.
Öğretmenevine gittik. Yer yok… Görevli bayan, yer ayırtan
bir kişiyi arayıp gelip gelmeyeceklerini sordu. Telefondaki kişi, gelmeyeceklerini
söyleyince kalacak yer sorunumuz halloldu. Odamıza birkaç parça eşya çıkardık. Burada
yemek yok bu saatte. Yemeğe gitmeyi önerdim. Eşim de Atacan da istemedi. Çok güzel
çay demlemişler öğretmenevinde. Arabadaki azıklarımızdan getirip orada yedik. Geç
olmadan odamıza çekildik. Sabahleyin erken kalkmalıyız, çünkü yollar bizi
beklemekte.
Adil
Hacıömeroğlu
15
Ağustos 2023
O kadar güzel ve akıcı anlatım varki sanki kendim yaşamış gibi.dedenin Sevinç gözyaşları.
YanıtlaSil