Lezzetli gözlemelerimizi yiyince kendimize geldik. Artık
karnımız tok, sırtımız pek… Milas’a doğru yol almaktayız. Yol, çok işlek… Her
iki yandan taşıtlar aralıksız gelmekte. Söke yönüne gidenler daha çok. Hafta
sonu yazlıklarına dinlenceye gidenler, işlerine yetişmek için geceden
dönmekteler. Onun için yel gibi uçmaktalar yolda.
Milas’a ulaştık. Önce öğretmenevine gittik. Yer yok! Az önce
bir odayı vermişler. Görevli: “Az önce arasaydınız, odayı size ayırırdım.” dedi.
Oysa yol boyunca telefon ettik oraya. Telefon sürekli meşgul. Çaldığında ise
açılmıyor. Oradan ayrılmadan birkaç oteli aradık, odalar dolu. Öğretmenevindeki
görevlinin verdiği başka bir oteli aradık. Yüksek bir eder söyledi. Bu da gece
yarısı fırsatçılığı… Boşu boşuna zaman geçirmiş olduk orada.
Bodrum’a yollandık. Yer bulamazsak çekeriz arabayı kent
içinde bir yere uyuruz birkaç saat. Zaten sabaha ne kaldı ki… Bir yandan da
telefon etmekteyiz bazı otellere. Bodrum merkezinde bir butik otel bulduk. Hem
oda var hem de ederi uygun… Yerimizi ayırttık. Gece yarısı Bodrum’a girdik.
Sokaklar insan dolu. Otelimizin olduğu sokağın kesiştiği caddede iki aşevinin
önündeki cebe arabamızı eğledik. Aşevleri, cebe ne sandalye atmışlar ne de kuka
koymuşlar. Bize de bir şey demediler. Taşıtımız pazartesi öğlene dek orada
durdu. Birkaç kez gidip yüklüğünden bir şeyler alıp bir şeyler koyduk. Böyle
hakka hukuka saygılı esnaflarla karşılaştığımız için çok mutlu olduk.
Otele varır varmaz parayı ödeyip odamıza geçtik. Epeyce
yorulmuşuz. Eşimle Atacan uyudu. Onlar uyurken ben azıcık dolaştım. Otel
görevlileriyle söyleştim bir süre. Sonrasında gecenin iki buçuğunda ben de
uyudum.
Sabah erkenden uyandım. Çünkü beden saatim böyle… Güneşten
önce uyanıp teslim almalıyım dünyayı. Bu yarışı yitirdiğim an, beden saatim
bozuldu demektir. Bu da sağlığımın iyice bozulduğu anlamına gelir. Bunun
bilimsel bir dayanağı yok, benim düşüncem böyle.
Duşumu alıp giyindikten sonra bizimkileri de uyandırdım.
Onlar da kalkıp hazırlandılar. Onlar hazırlanırken ben birkaç parça eşyamızı
arabanın yüklüğüne götürüp koydum. Günler sonra bir gazete aldım. Biraz
dolaştıktan sonra geldim odamıza. Tam da çıkmak üzereydi Atacan’la eşim.
Yürüyerek öğretmenevine kahvaltıya gittik. Güzel bir kahvaltı yaptık. Üçümüz de
çay içmeyi sevmekteyiz. Görevliler çay makinesini kaldırana dek içtik çayımızı.
Çay bitince kalkma zamanımız da geldi. Bu kadar dinlenme yeter.
Bodrum sokaklarında yürüdük. Yeni yerler, renkler,
özellikler keşfetmeye çalıştık. Sokaklar boş ve temiz. İnsanlar, böyle güzel
sabahı nasıl uyuyarak geçirirler? Ben buna hayret ederim. Sabahın temizliğini,
sessizliğini, aydınlığını, karanlığa yengisini kaçırmak büyük yitik. Kimi
esnaf, dükkânını açmakta. Kimi ise temizlik yapmakta dükkânında. Bazıları sabah
çayıyla keyif çatmakta. Göz göze geldiklerime “Hayırlı işler!” diliyorum yüksek
sesle. Sahil boyunca yürüdük bir süre. Sonrasında kentin ara cadde ve
sokaklarına girdik. Eşim yürüyüşümüz sırasında sürekli vitrinlere bakıp bir
şeylere bakıyor. Bizse keşif peşindeyiz Ata ile. Bir ara yitirdik birbirimizi.
Saat bire gelirken nasıl olduysa birden karşılaştık eşimle. Atacan: “Bizi nasıl
buldun?” diye sordu. O: “Kokunuzdan…” diye yanıtladı onu. Beni ve oğlunu
öylesine tanıyor ki bizim nerelere gideceğimizi çok iyi biliyor. Bu nedenle
bizi bulmakta zorlanmıyor hiç. Bu durumu defalarca yaşadık.
Neredeyse üç gündür sağ gözümün çevresinde şiş, kızarıklık ve kaşıntı var. Fırsat bulup sağaltımcıya gidemedim. Bir otacıdan ilaç d alamadım. Arabamıza yürürken bir otacı gördük. Girdim içeri. Gözümle ilgili bir ilaç adı söyledim. O: “Dediğiniz iyi gelmez size başka bir ilaç vereyim.” dedi. Ben de aldım ilacı cebime koydu. Önümüzdeki caminin ayakyolunda ellerimiz yıkadım güzelce. Sonrasında gözümün çevresine merhemi sürdüm.
Bir hafta kalacağımız otele Atacan’ın arkadaşı Canlar da
gelecek. Bir gün önce Can’ın babası Cem, beni aramıştı. Onlar Didim’de
geçirdiler pazar gecesini. Sabahleyin oradan çıkıp gelecekler. Otele giriş
saatimiz belli. Yarım saat kala arabamızın yanına gittik. Artık hareket zamanı.
Gideceğimiz yer Akyarlar. Güneş tepede. Yollarda taşıt
bolluğu başladı bile. Bodrum’da bol olan iki şey var: taşın ve beton… Bazı
yerlerde zor ilerlemekteyiz. Dağ taş yapılaşmış. Tepeler yazlık ve otellerle
dolu. Bodrum’un yeşili, yerini betona bıraktı. Kıyıların çoğu, otellere teslim
olmuş. Para hırsı ne ağaç bıraktı ne toprak.
Bodrum Hâkimi türküsünün ilk dörtlüğünün birinci dizesi
“Bodrumlular erken biçer ekini” diye başlar. Bodrum’da ne ekin kaldı ne de onu
biçecek tırpanı sallayacak kollar. Ekin tarlalarının yerini, beyaz boyalı beton
yapılar aldı çoktan. Aynı türkünün ikinci kıtasının ilk dizesi ise “Şu
Bodrum’un dağlarında ceylanlar dolaşır.” demekte. Bodrum dağlarında ceylanın
otlayacağı yer, ayak basacağı toprak kaldı mı acaba? Bu arada türkü formundaki
bu ezginin bestecisi Nazmi Yükselen’i da saygıyla analım.
Bodrum’un verimli toprakları, birçok endemik bitkinin ev
sahibi. Ne yazık ki bunların birçoğu yok oldu ya da var olmaları tehlike
altında. Bodrum’a özgü orkideden beş yüz kök kaldığını bilim adamları
belirlemiş. Bunların çoğu da mezarlıklarda yaşamakta. Ölülerin koruduğu Bodrum
orkidesini, diriler koruyamıyor ne yazık ki.
Ak kirecin örttüğü taş yığınları arasında ilerlemekteyiz.
Her yan banka, market, emlakçı, giyim ürünleri satan tekelleşmiş mağazalar…
Türkiye’nin her yanına yayılmış bu işletmeler, Bodrum’un da kaymağını yemekte. Bu
dükkân zincirlerinin birçoğunun sahibi yabancılar. Küçük
girişimcilerin ekmek tekneleri yok olmakta giderek, çünkü büyüklerle rekabet
etmeleri olanaksız.
Otele tam saatinde vardık. Serttaş ailesi, az önce gelmiş. Bizi
gülerek karşılıyor Can, Gönül ve Cem kabulyerinde. Arabamızı eğleyeceğimiz bir
yer buluyor otelin güvenlikçisi. Cem, geçiyor direksiyona arabamızı görevlinin
söylediği yere bırakıyor. Odamız belli… Yüklükteki eşyalarımızı elbirliğiyle
taşıyoruz odaya. Modern tutukevine girdik kendi isteğimizle. Bir hafta
buradayız.
Adil
Hacıömeroğlu
8
Ağustos 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder