YEMEK, HAVUZ, BİRAZ DA DENİZ (Dinlence Yazıları-10)

            17 Temmuz 2023 Pazartesi günü otele yerleştik. Eşyalarımızı odaya bırakıp havuza uygun giyindik. Son dakikada öğle yemeğine de yetiştik. Serttaşlarla yemeklerimizi alıp havuz başındaki bir masaya oturduk.

         Bahçede, havuz başında sürekli yel esmekte. Masadaki kâğıt elbezleri uçuşmakta. Ağaçlardan sürekli yapraklar düşmekte. Bej giyimli birkaç görevli ellerinde süpürge ve kürek, sürekli bunları toplamaktalar. Bu görevlilerin hiç duruşlukları yok! Sürekli masalar arasında dolaşıp durmaktalar.

         Garson ve komiler, boşalan tabakları anında almaktalar masalardan. Kimi zaman yarısı bitmiş yemeklerin tabakları da uçmakta masadan. Masaların tümünde tabak bolluğu var. Tabaklar silme dolu. Alınan yemeklerin çoğu bitirilmiyor. Yenen yemeğin neredeyse iki katı çöpe dökülmekte. Böyle bir savurganlığa can dayanmaz. Oysa insan ne kadar yemekle doyacağını bilir. Nedense insanoğlunun karnı doysa da gözü doymuyor.

         İçki bardakları, meyve sularının yarısı içilmeden bırakılıp gidilmiş. Her yanda yiyecek, içecek kapları. Çoğunun içi dolu. Komi ve garsonlar bu konuda deneyimli olduklarından kaplardaki yiyeceklerin, içeceklerin tüketilmeyeceğini bilmekteler. Bu nedenle çabucak toplamaktalar her şeyi yel hızıyla.

         Otelimiz “Her şey dahil” sistemiyle çalışmakta. Geçen yıl Antalya ve Fethiye’deki dinlencemizde de bu sistemi eleştirmiştim. Bu işin yararı çok değil; ancak ülkemize, ulusal ekonomimize zararı çokça. Çöpe giden her lokma, her damla üreticimizin emeğiyle topraklarımızda üretildiğinden ulusal ekonomimize büyük zarar vermekte bu savurgan sistem.

         Bir gün önce yakıcı güneşin altında çok gezip yorulmuştuk. Gece de az uyuyunca yeteri kadar dinlenemedik. Bu nedenle yemekten sonra masadan kalkmadık ve bolca çay içtik. Benim yaşamım boyunca “Hayır!” diyemediğim, bundan sonra da diyemeyeceğim şeylerin başında çay gelir sanırım. Fırsat buldukça sabahtan akşama dek elimden çay bardağı düşmez. Ne yazık ki otelde istediğim bir çay bardağı bulamadım. Çünkü ben, çayı ince belli cam bardakta severim. Çay tabağı da kahvehane tabağı dediğimiz beyaz porselen üzerinde yedi tane kırmızının eşit aralıklarla dizildiği geleneksel tabak olmalı. Çünkü bu kırmızlar, çayın rengini tavşan kanına döndürmekte. Ama ne yapalım? İstediğim bardak ve çay tabağı yok diye çaydan mı vazgeçeceğim?

         Bir ara kalkıp çevreyi gezdik. Otelin bölümlerini öğrenmeye çalıştık. Denize yürüdük. Kumsal güzel ve otele çok yakın. Ne yazık ki çevre düzenlemeleri iyi değil. Yanımızdaki iki yapı yarım kalmış. Akyarlar mezarlığıyla otelimiz arasından bir yol geçmekte. Taşıtlar geçtikçe yol tozumakta. İşte bu yoldan kumsala gidilmekte.

         Akşama dek söyleştik arkadaşlarımızla. Otel çalışanlarıyla tanıştık. Otel çalışanlarının neredeyse hepsi yerdeş. Çalıştıkları konuda eğitimli olanlar neredeyse yok! Ancak hepsi ateş gibi... İşlerini namusu bilen kişiler… Öğrenci olanlar var aralarında. İşte, beni duygulandırıp mutlu eden de bu. Öğrenciyken çalışanlar, yaşamı daha iyi öğrenmekteler. Bu kişilerin duygudaşlıkları daha hızla gelişip güçlenmekte. Yaşamı deneyimleyerek öğrenme fırsatı onlar için. Yaşam, gelecekte yapacakları iş kuramsallıktan uygulamaya dönmekte. Bu da ikinci bir üniversite bitirmek gibi olmakta. Bir de emeğiyle yaşamayı, zorlukların üstesinden gelmeyi öğrenmekteler genç yaşta. Bu kişilerin kazandıkları her kuruş emeğin, alınterinin kutsal hamurunda yoğrulmakta. Ayrıca gelecekteki iş yaşamlarında karşısındaki kişilerle duygudaş olmaları, hoşgörülü davranmaları kolaylaşmakta.

         Oteldeki konukların çoğu yabancı. Ruslar ve Lehler daha çok göze çarpmakta. Atacan ve Can ilk günden yabancı çocuklarla kaynaşmaya başladı bile. Çocuk dili, sınır tanımıyor. Her ikisi de İngilizce bilmekte. Ayrıca Atacan’ın Almancası da var.

         Arada bir yerimden kalkıp otel bahçesinde ve çevresinde yürüyüp gelmekteyim. Telefonumdaki adımsayar beni, buna zorlamakta. Çünkü on bin adımı geçmeliyim. Geçemezsem günlük görevimi yapamamış saymaktayım kendimi. Devinimsiz bir yaşam, sağlık açısında çok zararlı. Atalarımızın “Gezen tilki, yatan aslandan yeğdir.” sözü, bu konuda bana yol göstermekte.

         Zaman, su gibi akmakta. Güneş indi, hava kararmaya başladı. Akşam yemeğini yedik ivedilik göstermeden serin yelin eşliğinde. Bu kez bir ağacın altını mekân tuttuk. Otelden ayrılıncaya dek bu serin masada oturduk çoğu zaman. Neden mi? İki yanı açık… Bu nedenle sürekli yel esmekte masa ve çevresine.

         Yorgunluk ve uykusuzluğumuza karşın gece yarısına dek oturup çay içerek söyleştik. Artık el ayak çekilmeye başladı. Yatıp uyuma zamanımız geldi. Biz de öyle yaptık. Odalarımıza çekilip kendimizi uyku meleğinin kollarına bıraktık.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       9 Ağustos 2023

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder