Bahçede, havuz başında sürekli yel esmekte. Masadaki kâğıt
elbezleri uçuşmakta. Ağaçlardan sürekli yapraklar düşmekte. Bej giyimli birkaç
görevli ellerinde süpürge ve kürek, sürekli bunları toplamaktalar. Bu
görevlilerin hiç duruşlukları yok! Sürekli masalar arasında dolaşıp
durmaktalar.
Garson ve komiler, boşalan tabakları anında almaktalar masalardan.
Kimi zaman yarısı bitmiş yemeklerin tabakları da uçmakta masadan. Masaların tümünde
tabak bolluğu var. Tabaklar silme dolu. Alınan yemeklerin çoğu bitirilmiyor.
Yenen yemeğin neredeyse iki katı çöpe dökülmekte. Böyle bir savurganlığa can
dayanmaz. Oysa insan ne kadar yemekle doyacağını bilir. Nedense insanoğlunun
karnı doysa da gözü doymuyor.
İçki bardakları, meyve sularının yarısı içilmeden bırakılıp
gidilmiş. Her yanda yiyecek, içecek kapları. Çoğunun içi dolu. Komi ve
garsonlar bu konuda deneyimli olduklarından kaplardaki yiyeceklerin,
içeceklerin tüketilmeyeceğini bilmekteler. Bu nedenle çabucak toplamaktalar her
şeyi yel hızıyla.
Otelimiz “Her şey dahil” sistemiyle çalışmakta. Geçen yıl
Antalya ve Fethiye’deki dinlencemizde de bu sistemi eleştirmiştim. Bu işin yararı
çok değil; ancak ülkemize, ulusal ekonomimize zararı çokça. Çöpe giden her
lokma, her damla üreticimizin emeğiyle topraklarımızda üretildiğinden ulusal
ekonomimize büyük zarar vermekte bu savurgan sistem.
Bir gün önce yakıcı güneşin altında çok gezip yorulmuştuk. Gece
de az uyuyunca yeteri kadar dinlenemedik. Bu nedenle yemekten sonra masadan
kalkmadık ve bolca çay içtik. Benim yaşamım boyunca “Hayır!” diyemediğim,
bundan sonra da diyemeyeceğim şeylerin başında çay gelir sanırım. Fırsat
buldukça sabahtan akşama dek elimden çay bardağı düşmez. Ne yazık ki otelde
istediğim bir çay bardağı bulamadım. Çünkü ben, çayı ince belli cam bardakta
severim. Çay tabağı da kahvehane tabağı dediğimiz beyaz porselen üzerinde yedi
tane kırmızının eşit aralıklarla dizildiği geleneksel tabak olmalı. Çünkü bu
kırmızlar, çayın rengini tavşan kanına döndürmekte. Ama ne yapalım? İstediğim
bardak ve çay tabağı yok diye çaydan mı vazgeçeceğim?
Bir ara kalkıp çevreyi gezdik. Otelin bölümlerini öğrenmeye
çalıştık. Denize yürüdük. Kumsal güzel ve otele çok yakın. Ne yazık ki çevre
düzenlemeleri iyi değil. Yanımızdaki iki yapı yarım kalmış. Akyarlar mezarlığıyla
otelimiz arasından bir yol geçmekte. Taşıtlar geçtikçe yol tozumakta. İşte bu
yoldan kumsala gidilmekte.
Akşama dek söyleştik arkadaşlarımızla. Otel çalışanlarıyla
tanıştık. Otel çalışanlarının neredeyse hepsi yerdeş. Çalıştıkları konuda
eğitimli olanlar neredeyse yok! Ancak hepsi ateş gibi... İşlerini namusu bilen
kişiler… Öğrenci olanlar var aralarında. İşte, beni duygulandırıp mutlu eden de
bu. Öğrenciyken çalışanlar, yaşamı daha iyi öğrenmekteler. Bu kişilerin
duygudaşlıkları daha hızla gelişip güçlenmekte. Yaşamı deneyimleyerek öğrenme
fırsatı onlar için. Yaşam, gelecekte yapacakları iş kuramsallıktan uygulamaya dönmekte.
Bu da ikinci bir üniversite bitirmek gibi olmakta. Bir de emeğiyle yaşamayı, zorlukların
üstesinden gelmeyi öğrenmekteler genç yaşta. Bu kişilerin kazandıkları her
kuruş emeğin, alınterinin kutsal hamurunda yoğrulmakta. Ayrıca gelecekteki iş
yaşamlarında karşısındaki kişilerle duygudaş olmaları, hoşgörülü davranmaları
kolaylaşmakta.
Oteldeki konukların çoğu yabancı. Ruslar ve Lehler daha çok
göze çarpmakta. Atacan ve Can ilk günden yabancı çocuklarla kaynaşmaya başladı
bile. Çocuk dili, sınır tanımıyor. Her ikisi de İngilizce bilmekte. Ayrıca
Atacan’ın Almancası da var.
Arada bir yerimden kalkıp otel bahçesinde ve çevresinde
yürüyüp gelmekteyim. Telefonumdaki adımsayar beni, buna zorlamakta. Çünkü on
bin adımı geçmeliyim. Geçemezsem günlük görevimi yapamamış saymaktayım kendimi.
Devinimsiz bir yaşam, sağlık açısında çok zararlı. Atalarımızın “Gezen tilki,
yatan aslandan yeğdir.” sözü, bu konuda bana yol göstermekte.
Zaman, su gibi akmakta. Güneş indi, hava kararmaya başladı.
Akşam yemeğini yedik ivedilik göstermeden serin yelin eşliğinde. Bu kez bir
ağacın altını mekân tuttuk. Otelden ayrılıncaya dek bu serin masada oturduk
çoğu zaman. Neden mi? İki yanı açık… Bu nedenle sürekli yel esmekte masa ve
çevresine.
Yorgunluk ve uykusuzluğumuza karşın gece yarısına dek oturup
çay içerek söyleştik. Artık el ayak çekilmeye başladı. Yatıp uyuma zamanımız
geldi. Biz de öyle yaptık. Odalarımıza çekilip kendimizi uyku meleğinin
kollarına bıraktık.
Adil
Hacıömeroğlu
9
Ağustos 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder