Kahvaltımız bittikten sonra Canlar kalktı İstanbul’a dönmek
için. Yolları uzun… Vedalaşıp onları yolculadık. Biz masamıza dönüp çay içmeyi
sürdürdük. Atacan’ın ateşini ölçtük. Normal… Zaten oturduğu yerde duramıyor. Bu
da iyileştiğinin göstergesi. Artık biz de yola çıkabiliriz. Kahvaltımızı
yaptık. Çaylarımızı da içtik. Öğlen yemeği başlamak üzere. Hatta görevlilerden
bir hanımefendi: “Yemek yiyip öyle gidin!” diyerek ısrar etti. Kabul etmedik.
Gidip göreceğimiz çok yer var.
Milas-Muğla yoluyla Denizli-Tavas’a gideceğiz öncelikle. İlk
uğrağımız, “Ormancı” türküsünün geçtiği yer olan Çaybükü köyü. Amacım, türküde
geçen Belen kahvesini görmek. Yemyeşil bir doğadan geçmekteyiz. Fıstık çamları
her yanı kaplamış. Arabamızın camlarını açtık çam kokusu içeriye dolsun, biz de
rahatça soluyalım diye. Bir yandan derin söyleşideyiz. Karya uygarlığından
Menteşe Beyliğine dek geldik. Sonrasında doğal özelliklerini konuşuyoruz
yörenin. Muğla ilinde çok sayıda endemik bitki olduğundan söz ettik. Bunların
çoğunun yok olma tehlikesi altında olduğunu anlatıp üzülüyoruz. Bilinçsiz
yapılaşma, doğanın en büyük düşmanı. Söyleşirken bir yandan da gözüm yolun
sağında Çaybükü tabelasını göreyim diye. Bir an ilgim dağıldı, çevreye bakayım,
dedim ve Çaybükü sapağını kaçırdım. Fark etmesine fark ettim, ama geç oldu.
Otoyolda geri dönmek zor. Neyse bir başka zaman bu isteğime kavuşurum.
Muğla’ya uğramadan geçtik. Daha önce defalarca gezdiğimiz
bir kent. Geç kalmamak amacımız. Muğla-Denizli yolu, yer yer yeni yapılmakta.
Ancak büyük bir bölümü çok güzel. Yol boyunca köyler var. Hepsi birbirinden
ilginç. Duygudaşlık yapıp o köyleri içselleştirmeye çalışmaktayım. İyice
yükseldik deniz düzeyinden. Menteşe dağlarının doruklarının arasındaki
vadilerden geçtik. Denizli il sınırına girdiğimizde doğa değişmeye başladı.
Ekili, dikili alanlar çoğalırken ormanlar azalmaya başladı. Kale ilçesini
geçtik. Tarım alanlarındaki varsıllık ilgimizi çekti.
Uzaktan Tavas göründü. Tavas deyince Özay Gönlüm gelmekte
uslara. Tavas’ın eski adının Yarengüme olduğunu Gönlüm’den öğrendik yıllar
önce.
Eşimin anneannesi Tavaslı. Çocukken birkaç kez gelmiş. Bu
eski yerleşim yeri, sırtını dağlara dağa dayamış. Eskiler, nerelere ev
yapılacağını çok iyi biliyordu. Depremden korunmak için kayaların üzerine
konmaktaydılar. Tavas’a girerken bir motosiklete rastladık. Üstünde iki kişi
vardı ve yolun kıyısında durmaktaydı. Hangi adrese gideceğimizi söyledik.
Önümüze düşüp bizi götürdüler. Eşimin uzaktan akrabası olan kişinin dükkânına
vardık. Soğuk bir tavırla karşılaştık. Bir çay ısmarladı ısmarlamasına, ama
sirke içmiş gibi olduk. Hazret, miras yüzünden geldiğimizi sandı sanırım.
Eşimle ilk kez karşılaştılar ve tanışmıyorlardı. Çaylarımız bitince hemen
kalktık oradan.
Arabaya binmeden önce Köpekçi Nuri Efe’nin evini sorduk. Yol
gösterdiler. Zaten kent meydanına yakın bir yerdeymiş. Çok uzak değil.
Arabamızı Mestan Ağa Camisi’nin yakınında eğleyip indik. Önünde durduğumuz
kuruyemişçi dükkânına Nuri Efe’nin evinin yerini göstermesini istedik. Güler
yüzlü bir adam var karşımızda. Sıcak bir insan… Mestan Ağa Camisi ile ilgili
bir şeyler konuştuk. Ardından İzmir’in işgalinden bir gün sonra, yani 16
Mayıs’ta bu alanda yapılan işgali protesto mitinginden söz ettim. Bu nedenle
Tavaslıların Kurtuluş Savaşı’nın örgütlenmesinde birçok yerleşim yerimiz gibi
öncülük ettiğini anlattım. Sonrasında Köpekçi Nuri Efe’nin evini gösterdi.
Giderken eşim leblebi almamızı önerdi. Çünkü Tavas ve Kızılhisar’ın (Ne yazık
ki bu güzel ilçemizin adı, komünizm propagandası olmasın denerek Serinhisar
olarak değiştirildi.) leblebisi çok ünlü. Bir kilo kadar leblebi koydu torbaya
Kuru yemişçi Ali Usturoğlu (Usturaoğlu). Ne yaptıysak paramızı almadı.
Gerekçesi de: “Yahu Ağabey, sen uzaklardan gelip benim ilçemin tarihini
anlattın bana. Benim bilmediğim bilgileri öğrettin. Bu kadar bilginin karşılığı
şuncacık leblebi olmuş, çok mu? Bu da bizim armağanımız olsun size. Afiyetle
yiyin.” deyince bu sözün üzerine söz olmaz artık. Bize de “Sağol!” demek düşer,
bir de helallik almak.
Ali Bey, soyadının nereden geldiğini de anlattı bize. Bir
gün Ali Bey’in büyük dedesi, arkadaşlarıyla karpuz kesip yiyeceklermiş. O
dönemde de bıçaksız gezmezmiş kimse. Buna karşın arkadaşlarının hiçbirinde
bıçak yokmuş. Usturoğlu’nun dedesi de cebinden ustura çıkarıp karpuzu kesip
arkadaşlarına bölüştürmüş. Böylece adı usturacıya çıkmış. Soyadı yasası çıkınca
da bu soyadı almış. Yiğit namıyla anılır diyelim. Böylece biz de ondan birden
çok harf öğrendik.
Ali Bey’in kuruyemişçisinden çıktık. Meydanda büyük bir
Atatürk Anıtı var. Güzelin güzeli… Tavas zeybeği oynayan Atatürk. Atatürk’ün
zeybeği, Tavaslıların da Atatürk’ü çok sevdikleri belli. Fotoğraf çektirmeden
geçmek olmaz. Bol bol fotoğraf çektiriyoruz, çekiyoruz.
İzmir Yunanlılarca işgal edildikten bir gün sonra sabah
namazı için Tavaslılar, Atatürk Anıtı’nın yanında bulunan Mestan Ağa Camisi’nde
toplanır. Buradaki vaazla halk, düşman işgaline karşı direnişe çağrılır.
Namazdan sonra Hükümet Meydanı’nda protesto mitingi yapılır. Bu alanda olmak, bizleri
duygulandırmakta ve tarihsel bir yolculuğa çıkarmakta.
Anıt’ın önünden yürüyüp Köpekçi Nuri Efe’nin evine doğru
gittik. Evin yanında birine sorduk. Alıp götürdü bizi eve. Bahçe kapısını açıp
içeri girdik. Bahçede iki yaşulu… Biri erkek, diğeri kadın… Bir de komşularının
genç gelini var. Selam verdik. Üçü de ayağa kaktı. Allah’ın selamı oturarak
alınmaz ülkemin topraklarında. İçten kopan “Hoş geldiniz.” dedi üçü birden.
Baktım ki ben oturmasam oturmayacaklar. Bir iskemleye çöktüm. Niye geldiğimizi
anlattım. Buyur ettiler evin içine. Eşim kapıların, pencerelerin, tavanların,
eşyaların fotoğraflarını çekti. Evin şimdiki sahibi Abdullah Bey. Yurtdışında
çalışmış uzun süre. Evin sanırım dördüncü sahibi. Bu anıt eve, gözü gibi
bakmış. Efe’ye ait her şeyi korumuş. Yaşlı karı kocanın ayakta duracak
durumları yok! İkisi de sayrıevinden gelmiş. Şekerleri çok yükseldiğinden umar
aramaktalar sağaltımcılardan. Hava da çok sıcak… Evi gördükten sonra oturmamızı
istediler. Nasıl oturalım ki… Dinlenmeleri gerek bu yaşuluların. Komşu kadın:
“Oturun, ben yaparım gerekeni. Teyzemle amcamı yormam.” diyor içten ve gözleri
parlayarak. Denizli’ye gitmemiz gerektiği söyledik akşam olmadan.
Abdullah Bey, bize Köpekçi Nuri Efe’yi anlattı ayaküstü.
Efe, hiç evlenmemiş. Üç katlı evin giriş katında yatıp uyurmuş hep, düşmanları
onun alt katta yatacağını düşünmeyecekleri için. Uyurken giysilerini
çıkarmazmış. Silahı da yatağında bulunurmuş. Seksene yakın atı varmış. Yanı
sıra yüz baş da ineği… Her sabah adamları atları, inekleri yaylıma götürürmüş
otlamaya. Buruk bir vedayla ayrıldık evden. Bu güzel insanlardan ayrılmak zor
geldi bize.
Neden Köpekçi Nuri Efe?
Yunanlılar, İzmir’i işgal edince yüze yakın adamıyla silaha
sarılmış Efe. Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’nin buyruğuna girmiş. Düşman;
Nuri Efe öncülüğünde Gandak Süleyman, Harmandalı oğlu Mustafa, Kocamanoğlu
Emin, Hacı Ahmet, Ahmet Çavuş efeler sayesinde Tavas’a da Denizli’ye de
girememiş. Daha burada adını sayamadığımız kahramanlar silah kuşanıp düşmana
karşı yürümüş. Tavaslı efeler, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi öncülüğünde
Sarayköy ve Nazilli’nin savunmasına koşuyor. Tavaslızade Ömer Bey ve kendi köylüleriyle
oluşturduğu müfrezenin Sarayköy savunmasındaki başarıları övgüye değer.
Nuri Efe’nin dört köpeği vardı; Zeybek, Zorbaz, Tokman ve
Kırık. Her yere köpekleriyle gidermiş. Bu köpekler, onun can yoldaşı. Sanırım
biraz da korunmak için köpekleriyle dolaşmaktaydı. Efe; kendini malıyla canıyla
halkına, yurduna, toprağına adamış bir kahraman. Ağabeyi Albay Hamdi Bey’in torununun oğlu Dr.
Odhan Yüksel benim öğrencim ve arkadaşım. Tavaslılar, Efe’nin Kurtuluş
Savaşı’nda yaptığı hizmetleri unutmamış. Onun anıtını yaptırmışlar Denizli
yanından ilçeye girişe. Ayrıca adını da bir caddeye vermişler. Halkımız,
ülkemize yararı dokunanları sevip sayar, unutmaz. Çünkü onlar halkın gönlüne
yer etmişlerdir.
Köpekçi Nuri Efe’nin evinden çıktıktan sonra yeniden Atatürk
Anıtı’nı ve Mestan Ağa Camisi’ni hayranlıkla izledik. Sonrasında arabamıza
binip Denizli’ye doğru yol aldık. Vakit, ikindiydi.
Adil
Hacıömeroğlu
14
Ağustos 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder