BODRUM’DAN TAVAS’A (Dinlence Yazıları-15)


         Kahvaltımız bittikten sonra Canlar kalktı İstanbul’a dönmek için. Yolları uzun… Vedalaşıp onları yolculadık. Biz masamıza dönüp çay içmeyi sürdürdük. Atacan’ın ateşini ölçtük. Normal… Zaten oturduğu yerde duramıyor. Bu da iyileştiğinin göstergesi. Artık biz de yola çıkabiliriz. Kahvaltımızı yaptık. Çaylarımızı da içtik. Öğlen yemeği başlamak üzere. Hatta görevlilerden bir hanımefendi: “Yemek yiyip öyle gidin!” diyerek ısrar etti. Kabul etmedik. Gidip göreceğimiz çok yer var.

         Milas-Muğla yoluyla Denizli-Tavas’a gideceğiz öncelikle. İlk uğrağımız, “Ormancı” türküsünün geçtiği yer olan Çaybükü köyü. Amacım, türküde geçen Belen kahvesini görmek. Yemyeşil bir doğadan geçmekteyiz. Fıstık çamları her yanı kaplamış. Arabamızın camlarını açtık çam kokusu içeriye dolsun, biz de rahatça soluyalım diye. Bir yandan derin söyleşideyiz. Karya uygarlığından Menteşe Beyliğine dek geldik. Sonrasında doğal özelliklerini konuşuyoruz yörenin. Muğla ilinde çok sayıda endemik bitki olduğundan söz ettik. Bunların çoğunun yok olma tehlikesi altında olduğunu anlatıp üzülüyoruz. Bilinçsiz yapılaşma, doğanın en büyük düşmanı. Söyleşirken bir yandan da gözüm yolun sağında Çaybükü tabelasını göreyim diye. Bir an ilgim dağıldı, çevreye bakayım, dedim ve Çaybükü sapağını kaçırdım. Fark etmesine fark ettim, ama geç oldu. Otoyolda geri dönmek zor. Neyse bir başka zaman bu isteğime kavuşurum.

         Muğla’ya uğramadan geçtik. Daha önce defalarca gezdiğimiz bir kent. Geç kalmamak amacımız. Muğla-Denizli yolu, yer yer yeni yapılmakta. Ancak büyük bir bölümü çok güzel. Yol boyunca köyler var. Hepsi birbirinden ilginç. Duygudaşlık yapıp o köyleri içselleştirmeye çalışmaktayım. İyice yükseldik deniz düzeyinden. Menteşe dağlarının doruklarının arasındaki vadilerden geçtik. Denizli il sınırına girdiğimizde doğa değişmeye başladı. Ekili, dikili alanlar çoğalırken ormanlar azalmaya başladı. Kale ilçesini geçtik. Tarım alanlarındaki varsıllık ilgimizi çekti.

         Uzaktan Tavas göründü. Tavas deyince Özay Gönlüm gelmekte uslara. Tavas’ın eski adının Yarengüme olduğunu Gönlüm’den öğrendik yıllar önce.

         Eşimin anneannesi Tavaslı. Çocukken birkaç kez gelmiş. Bu eski yerleşim yeri, sırtını dağlara dağa dayamış. Eskiler, nerelere ev yapılacağını çok iyi biliyordu. Depremden korunmak için kayaların üzerine konmaktaydılar. Tavas’a girerken bir motosiklete rastladık. Üstünde iki kişi vardı ve yolun kıyısında durmaktaydı. Hangi adrese gideceğimizi söyledik. Önümüze düşüp bizi götürdüler. Eşimin uzaktan akrabası olan kişinin dükkânına vardık. Soğuk bir tavırla karşılaştık. Bir çay ısmarladı ısmarlamasına, ama sirke içmiş gibi olduk. Hazret, miras yüzünden geldiğimizi sandı sanırım. Eşimle ilk kez karşılaştılar ve tanışmıyorlardı. Çaylarımız bitince hemen kalktık oradan. 

         Arabaya binmeden önce Köpekçi Nuri Efe’nin evini sorduk. Yol gösterdiler. Zaten kent meydanına yakın bir yerdeymiş. Çok uzak değil. Arabamızı Mestan Ağa Camisi’nin yakınında eğleyip indik. Önünde durduğumuz kuruyemişçi dükkânına Nuri Efe’nin evinin yerini göstermesini istedik. Güler yüzlü bir adam var karşımızda. Sıcak bir insan… Mestan Ağa Camisi ile ilgili bir şeyler konuştuk. Ardından İzmir’in işgalinden bir gün sonra, yani 16 Mayıs’ta bu alanda yapılan işgali protesto mitinginden söz ettim. Bu nedenle Tavaslıların Kurtuluş Savaşı’nın örgütlenmesinde birçok yerleşim yerimiz gibi öncülük ettiğini anlattım. Sonrasında Köpekçi Nuri Efe’nin evini gösterdi. Giderken eşim leblebi almamızı önerdi. Çünkü Tavas ve Kızılhisar’ın (Ne yazık ki bu güzel ilçemizin adı, komünizm propagandası olmasın denerek Serinhisar olarak değiştirildi.) leblebisi çok ünlü. Bir kilo kadar leblebi koydu torbaya Kuru yemişçi Ali Usturoğlu (Usturaoğlu). Ne yaptıysak paramızı almadı. Gerekçesi de: “Yahu Ağabey, sen uzaklardan gelip benim ilçemin tarihini anlattın bana. Benim bilmediğim bilgileri öğrettin. Bu kadar bilginin karşılığı şuncacık leblebi olmuş, çok mu? Bu da bizim armağanımız olsun size. Afiyetle yiyin.” deyince bu sözün üzerine söz olmaz artık. Bize de “Sağol!” demek düşer, bir de helallik almak.

         Ali Bey, soyadının nereden geldiğini de anlattı bize. Bir gün Ali Bey’in büyük dedesi, arkadaşlarıyla karpuz kesip yiyeceklermiş. O dönemde de bıçaksız gezmezmiş kimse. Buna karşın arkadaşlarının hiçbirinde bıçak yokmuş. Usturoğlu’nun dedesi de cebinden ustura çıkarıp karpuzu kesip arkadaşlarına bölüştürmüş. Böylece adı usturacıya çıkmış. Soyadı yasası çıkınca da bu soyadı almış. Yiğit namıyla anılır diyelim. Böylece biz de ondan birden çok harf öğrendik.

         Ali Bey’in kuruyemişçisinden çıktık. Meydanda büyük bir Atatürk Anıtı var. Güzelin güzeli… Tavas zeybeği oynayan Atatürk. Atatürk’ün zeybeği, Tavaslıların da Atatürk’ü çok sevdikleri belli. Fotoğraf çektirmeden geçmek olmaz. Bol bol fotoğraf çektiriyoruz, çekiyoruz.

         İzmir Yunanlılarca işgal edildikten bir gün sonra sabah namazı için Tavaslılar, Atatürk Anıtı’nın yanında bulunan Mestan Ağa Camisi’nde toplanır. Buradaki vaazla halk, düşman işgaline karşı direnişe çağrılır. Namazdan sonra Hükümet Meydanı’nda protesto mitingi yapılır. Bu alanda olmak, bizleri duygulandırmakta ve tarihsel bir yolculuğa çıkarmakta.

         Anıt’ın önünden yürüyüp Köpekçi Nuri Efe’nin evine doğru gittik. Evin yanında birine sorduk. Alıp götürdü bizi eve. Bahçe kapısını açıp içeri girdik. Bahçede iki yaşulu… Biri erkek, diğeri kadın… Bir de komşularının genç gelini var. Selam verdik. Üçü de ayağa kaktı. Allah’ın selamı oturarak alınmaz ülkemin topraklarında. İçten kopan “Hoş geldiniz.” dedi üçü birden. Baktım ki ben oturmasam oturmayacaklar. Bir iskemleye çöktüm. Niye geldiğimizi anlattım. Buyur ettiler evin içine. Eşim kapıların, pencerelerin, tavanların, eşyaların fotoğraflarını çekti. Evin şimdiki sahibi Abdullah Bey. Yurtdışında çalışmış uzun süre. Evin sanırım dördüncü sahibi. Bu anıt eve, gözü gibi bakmış. Efe’ye ait her şeyi korumuş. Yaşlı karı kocanın ayakta duracak durumları yok! İkisi de sayrıevinden gelmiş. Şekerleri çok yükseldiğinden umar aramaktalar sağaltımcılardan. Hava da çok sıcak… Evi gördükten sonra oturmamızı istediler. Nasıl oturalım ki… Dinlenmeleri gerek bu yaşuluların. Komşu kadın: “Oturun, ben yaparım gerekeni. Teyzemle amcamı yormam.” diyor içten ve gözleri parlayarak. Denizli’ye gitmemiz gerektiği söyledik akşam olmadan.

         Abdullah Bey, bize Köpekçi Nuri Efe’yi anlattı ayaküstü. Efe, hiç evlenmemiş. Üç katlı evin giriş katında yatıp uyurmuş hep, düşmanları onun alt katta yatacağını düşünmeyecekleri için. Uyurken giysilerini çıkarmazmış. Silahı da yatağında bulunurmuş. Seksene yakın atı varmış. Yanı sıra yüz baş da ineği… Her sabah adamları atları, inekleri yaylıma götürürmüş otlamaya. Buruk bir vedayla ayrıldık evden. Bu güzel insanlardan ayrılmak zor geldi bize.

         Neden Köpekçi Nuri Efe?

         Yunanlılar, İzmir’i işgal edince yüze yakın adamıyla silaha sarılmış Efe. Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’nin buyruğuna girmiş. Düşman; Nuri Efe öncülüğünde Gandak Süleyman, Harmandalı oğlu Mustafa, Kocamanoğlu Emin, Hacı Ahmet, Ahmet Çavuş efeler sayesinde Tavas’a da Denizli’ye de girememiş. Daha burada adını sayamadığımız kahramanlar silah kuşanıp düşmana karşı yürümüş. Tavaslı efeler, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi öncülüğünde Sarayköy ve Nazilli’nin savunmasına koşuyor. Tavaslızade Ömer Bey ve kendi köylüleriyle oluşturduğu müfrezenin Sarayköy savunmasındaki başarıları övgüye değer.

         Nuri Efe’nin dört köpeği vardı; Zeybek, Zorbaz, Tokman ve Kırık. Her yere köpekleriyle gidermiş. Bu köpekler, onun can yoldaşı. Sanırım biraz da korunmak için köpekleriyle dolaşmaktaydı. Efe; kendini malıyla canıyla halkına, yurduna, toprağına adamış bir kahraman.  Ağabeyi Albay Hamdi Bey’in torununun oğlu Dr. Odhan Yüksel benim öğrencim ve arkadaşım. Tavaslılar, Efe’nin Kurtuluş Savaşı’nda yaptığı hizmetleri unutmamış. Onun anıtını yaptırmışlar Denizli yanından ilçeye girişe. Ayrıca adını da bir caddeye vermişler. Halkımız, ülkemize yararı dokunanları sevip sayar, unutmaz. Çünkü onlar halkın gönlüne yer etmişlerdir.

         Köpekçi Nuri Efe’nin evinden çıktıktan sonra yeniden Atatürk Anıtı’nı ve Mestan Ağa Camisi’ni hayranlıkla izledik. Sonrasında arabamıza binip Denizli’ye doğru yol aldık. Vakit, ikindiydi.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       14 Ağustos 2023

          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder