İnsanlar, niye dinlenceye gider? Dinlenmek için tabi ki…
Peki, insan nasıl dinlenir? Dinlenmek, yan gelip yatmak mıdır sabahtan
akşam, akşamdan sabaha dek?
Kentteki yaşam yoğunluğunu, gittiğimiz yere taşımak mıdır
dinlence? Yoksa hısım akraba, eş dost, cümbür cemaat bir eve tıkılıp yiyip
içmek, denize girmek midir dinlenmek?
Sorular uzayıp gider. Ben, dinlence deyince ne anlıyorum,
bunu anlatayım burada. Çünkü her insanın dinlenceden anladığı birbirinden çok
farklı. Dinlenmek de kişiden kişiye değişmekte.
Yıllardır yaşamakta olduğum İstanbul, kimi zaman üstüme
karabasan gibi çöker. Kendimi soluksuz sanırım o anlarda. İnsan kalabalığı
üstüme üstüme gelir. Korna sesleri, motor gürültüleri kulaklarımı işitmez
yapar. Gri ve karanın egemen olduğu kent, tinsel bir sıkıcılığın nedenidir çoğu
kez. Neredeyse her gün bir koşturma içindeyiz şu koca kentte. Hep bir yerlere
yetişme, geç kalma kaygısıyla tinsel bir gerilimin içindeyiz. Zamanın nasıl
geçip gittiğini anlayamıyoruz bu koşturmaca içinde. Gün, çok kısa kentte…
“Kentte insan, neyi özler?” diye sorsalar bana. “En çok
sessizliği, zamanın ağır ağır akmasını, tenhalığı ve doğayı özlerim.” derim.
İşte, dinlence anlayışımı da oluşturan bu.
Neredeyse ülkemizin her ilinde ve birçok ilçesinde
tanıdıklarım var. Yeni insanlarla tanışmayı, onlarla kısa zamanda dostluklar
kurmayı severim. Zaten her gezimde onlarca insanla yeni dostluklar kurmaktayım.
Hep aynı kişileri görmekten sıkılırım. Bu nedenle yeni dostları, yeni insanları
yaşamıma sokmak, beni çok mutlu eder.
Gittiğim yerlerde tanıdıklarımı pek aramam, zorunlu bir durum
yoksa. Çünkü bu dostlarımla ya da akrabalarımla buluştuğumda söyleşiler uzun
sürer. Böylece uzun olmayan dinlence günleri asıl amacının dışına taşar. Konukluk
söz konusu olunca yeni kişileri tanımak, yeni yerleri keşfetmek amacı da suyu
düşer. Bu nedenle hısım akraba, eş dost ziyaretlerini farklı zamanlarda yapmaktayım.
Çünkü dinlence izlencesini bozmamaya özen gösteririm.
Dinlencelerde kalabalık ortamlardan kaçmaktayım. Zaten
dinlenceye gitmemin nedeni, İstanbul’un kalabalığından uzaklaşmak. Dinlencenin
amacı, biraz da tekyaşam (inziva) değil mi?
Kaldığımız yazlıkta, telefonlar çekmiyor çoğu zaman.
İnternet de neredeyse yok! Televizyonu arada sırada izlemekteyiz. Yaşamımızda
gazetede yok diyebilirim. Önümüz deniz…
Sessizlik egemen her yana… Farklı kuş sesleri, doğanın derin ezgisiyle tinsel
varsıllık sağlamakta. Biraz yüzdükten sonra zeytin ağaçlarının gölgesinde
doğanın sesine kulak vererek kitap okumak, eşsiz bir güzellik ve keyif.
Gereksinmelerimizi karşılamak için markete gittiğimizde
insanlarla karşılaşmaktayız. Arabamızı eyleyecek yer bulmak zor, her yerde
olduğu gibi. Bahçedeki serinlik, markete gidip gelirken cehennem sıcağına
dönmekte. Mürefte’de çay bahçelerinde denize karşı oturmak keyif verici. Buralarda
oturanların çoğu okey oynamakta. Söyleşenler, çok az. Denizin görkemiyle baş
başa kalanlar ise yok neredeyse. Deniz yüzeyindeki su, Çanakkale Boğazı’na
doğru akmakta. Bunu gözlemlemek olanaklı. Bu akış, çoğu zaman büyük bir ırmağı andırmakta.
Denizlerdeki akıntı ve dalgalardan erke üretmek niye düşünülmez?
Dinlencede yalnızlığı sevmekteyim. Hem de çok… Bunu fırsat
bilerek yeni denizlere kulaç atmak gerek. Ülkemiz tarih, doğa, kültür varsılı.
Her gezimizde yeni yerler, yeni yapıtlar keşfetmek ne güzel!
Dinlencede kişinin kendini dinlemesi gerek. İç sesine kulak
vermeli insan.
Zaman zaman köylere gitmekteyiz. Köyler, sonsuz bir evren bakıp
anlayana. Gizli kalmış doğal, tarihsel, kültürel değerler yaşamakta buralarda.
İçine girdikçe derinleşen bir enginlik var. Üreten ellere dokunmak, onların
sesini işitmek, köylüleri anlamak, çiftçilerin yaşama dört elle sarılışını
görmek insana erinç vermekte.
Toprağı da toprağın üzerindekileri de gökyüzünü de çok seviyorum.
Yer ve gökle baş başa kaldığımda içimdeki coşkulu sonsuzluk duygusu artrmakta. Kentte
yaşamımın önündeki engeller yok olmakta birden. Doğa, toprak, deniz her türlü
sayrılığın sağaltım yeri.
Dinlencede okuduğum kitapların içerikleri daha da
güzelleşmekte. Yediğim her lokmanın, içtiğim her yudum suyun, aldığım her
soluğun tadı ve anlamı bir başka olmakta. Esen yelin getirdiği koku, kutsal bir
soluk gibi. Geceyi gece gibi, gündüzü gündüz gibi yaşamakta insan. Gündüzleri doğanın
gücünü, varsıllığını; geceleri ise başımı kaldırdığımda gökyüzünde sayılamayacak
kadar yıldıza baktığımda evrenin sonsuzluğunu duyumsamaktayım. İşte, dinlencelerde
beni doğanın içine içine çeken bu. Doyamadığım toprağı, sırrına erişemediğim
göğü yaşamaktır ereğim.
Dinlencelerde yaşam erkeme erke katmak için uğraşmaktayım.
Yalnızlığım, doğayı dinlemek ve evrende bir damla olarak farkındalığımı
artırmak için.
Adil
Hacıömeroğlu
3
Ağustos 2023
Kaleminize sağlık, değerli hocam. Kişinin nasıl dinleneceğini bilmesi de çok önemli. Aslında huzur insanın önce kendi iç dünyasında var olmalı, sonra bunu çekirdek ailesine yaymalı...Böyle dalga dalga tüm topluma yayılır bulunduğu yer neresi olursa olsun. Tabiki bahsettiğiniz anlamda doğa harikası yerlerin insan psikolojisine yaptığı katkıları hafife almamakta gerek
YanıtlaSilDinlenirken,kendimizisade,yalın sessizliğe büründürmek tabbiki çok sevdiğim huzurdur. Adil hocamızın bahs ettiklerini günümüzde çok az kişilerin yaşadığı bir toplumdayız. Köylerden,köy topraklarından ve köylerimizde yaşayayan büyüklerimize ne kadar çok minnettar kaldığımızın bir yorumudur,hocamızın dile getirmiş olduğu hikayesi...
SilÇocukluğumuzda okul çıkışından sonra anne ve babalarımıza yardımcı olduktan sonra deniz sefasını geceleri daha rahat yapardık. Geceleyin denize girebilmenin ne kadar güzel ve zevkli olduğunu tariflere sığdırmak zordur. Günde iki,üç saatlik zamanımızı da okul kitaplarına bulabildiysek elden ele dolaşan hikaye ve yazarların, şairlerin kitaplarını okuyabilmekle ardından derin bir nefes uykusuyla geçirip sabahlarıda okulun yolunu tutardık. Ne güzeldi o güzelim yıllarımız..
Tatiller de beton yığınlarının arasında sıkışıp, sokak sokak dolaşıp,o meyhane,şu otel,bu cafe de soluksuz gece,gündüz yaşamaktansa köylerdeki çalışma ve yaşam tarzı ile birlikte iki saatlik deniz sefasını yaşamak en iyi dinlencedir.Bedenimiz rahat etmedikçe ruhumuzda rahat edememez.
Günümüzün 24 saatini dilimler halinde yaşayabilmek insanları fazla yormaz.
Yüreğine ve emeğine sağlık olsun Adil hocam...
Dinlence deyince insanlar ya deniz kenarında ya da kayak pistinde olmayı anlıyor. Gidilen yerlerin dokusunu, köylerini, tarihsel alanlarını, kültür alanlarını,yerelliğine dokunmuyorsanız o dinlence değil tükenmektir.
YanıtlaSil