ÇÜRÜME, KOKUŞMA (Dinlence Yazıları-13)


         20 Temmuz Perşembe… Güneş var gücüyle abandı yeryüzüne… Sıcak, soluk aldırmıyor insanlara. Küçük bir yel estiğinde kendimi irem bağına girmiş gibi duyumsamaktayım. Ah kafa ah… Ülkemizin bunca serin yeri dururken bu cehennemde ne işin var? Serin serin esen yellerin bulunduğu yaylalar seni beklerken bu soluksuzluğu niye seçtin? Hele ki kapitalizmin tüketim çılgınlığının bir parçası olup bu kızgın topraklara neden geldin?

         Artık koşullanmış olarak gün içinde yapacaklarımız belli. Neredeyse her şeyi, belli bir saate göre yapmaktayız. Sabahleyin erkenci olduğum için yel alan benjamin ağacının gölgesindeki masada yerimi almaktayım. Sonrasında diğerleri de geliyor gölgeli masamıza. Altı kişi sığışıyoruz bu gölgeliğe.

         Her yemekte olduğu gibi Atacan’ın yemek yemesi sorun oluyor annesi için. Aslında sorun çocukta değil, eşimde. İstiyor ki çocuk, biz büyükler kadar yemek yesin. Çocuğun eni boyu belli. Kendi bedenine göre midesi var. Çok yemek yedirip bir anda büyütecek onu aklı sıra. Çocuk dediğin bahçedeki sebze değil. Sulanan sebze, güneşi de yeterince alınca günden güne büyür. Bunu gözlemlemek olanaklı. Birçok hayvanın yavrusu da hızlı büyür. Bunların çoğu, baharda doğup güz gelince kendini kurtaracak güce erişir. Ancak insan yavrusu böyle değil. Doğayı tüketen bir tür. Bu nedenle geç büyüyor ki olgunlaşması tamamlansın, tüketiciliği geç başlasın diye. Bu nedenle bırakalım çocukları, çocukluklarını yaşasınlar. Ağır ağır büyüsünler, ne aceleleri var? Büyüdükçe sorunları da büyümekte. Erken büyüyüp de dünyanın bin bir türlü sorunuyla mı boğuşsunlar?

         Ata, işlerine karışılmasından pek hoşlanmıyor. Bu nedenle annesinden uzak, bana yakın yere oturmakta. Yemeğini yedikten sonra atıyor kendini havuza. Arada bir satranç molası vermekte. Telefonda oyun oynaması azaldı. Yemeğini bizim almamızı istemiyor. Kendisi seçip almakta. Tabağına bir gram fazla bir şey koymuyor, yiyebileceği kadar almakta her şeyden. Kendince sağlıklı beslenme izlencesi var. Onun dışına çıkmıyor el verdiğince. Onun için otelin savurganlığı en az olan sakinidir diyebiliriz. Onun ölçülü, bilinçli davranışı beni mutlandırmakta.

         Denize girdikten sonra duşa koştuk. Sonrasında akşam yemeği… Yemek bitince Bodrum’a gitmeye kar verdik. Ben gönülsüzüm, ancak uyuyorum verilen karara.

         Cem’in arabasına doluşup gittik. Arabayı bir yere eğleyip dolaşmaya başladık kıyı boyunca. Her yan vur patlasın, çal oynasın… Yabancılar yok gibi… Onlar otelde yiyip içip yatmaktalar. “Her şey dahil” sitemi onları otellere bağlamakta. Ceplerinden bir kuruş çıkmıyor neredeyse.

         Eğlence yerlerinin kapısı bacası açık. Yolda yürüyenler görmekteler olan biteni. Birçoğunun önünde fiyat listesi var herkes görsün diye. Adı müzik olan gürültü her şeyi bastırmakta.

         Eğlence yerleri ateş pahası… Helal para, oralarda harcanmaz. Müzikler, danslar, eğlence biçimi renk değiştirmiş. Erotiklik ön planda…. Alkollü içki, su gibi akmakta. Bunu oynayanların devinimlerinden anlıyoruz. Oynayanlar, müziğe eşlik edenler, içenler özçekim yapmayı da ihmal etmiyorlar. Yalnızca özçekim mi? Canlı yayın yapanlar da var. Bodrum gecelerini sosyal medyada paylaşmasalar olmaz. Bu kadar para harcanıp da özçekimler ve canlı yayınlar eş dostla, hısım akrabayla, hatta kırk kat yabancıyla paylaşılmasa olur mu hiç? Duysunlar, görsünler, anlatıp özensinler. Nasıl olsa devir, görgüsüzlük devri… Kolay para kazananlar, kolay harcamaktalar ceplerindekini. Halkımız bir yere gidip gelene: “Yediğin, içtiğin senin olsun; gezip gördüklerini anlat.” der. Şimdilerde ise gezip görülenler kulak ardı edilip yenip içilen anlatılmakta. Hatta sofralar, sosyal medyada dolaşmakta.

         Dondurmanın en ucuzunun bir topu, otuz lira. Bir bardak çayın ederi, neredeyse İstanbul’daki bir tabak sebze yemeği parası. Epeyce dolaştık. Ürünlerin ederlerini sorup almadık. Bir marketten yalnızca su aldık. Atacan bir şeye bakacak olduğumuzda alacağımızı sanıp kolumuzdan tutup “Almayalım, enayi miyiz biz?” diyerek çekiştirmekte. Ona, bir şeyler ısmarlayalım istedik. Hepsini “Benim bir şeye ihtiyacım yok!” diyerek reddetti.

         Bodrum’da, çağdaşlık adı altında bir yozlaşma var. Vahşi kapitalizmin çürümüşlüğü her yanda görülmekte. Serbest piyasanın getirdiği haksız kazanç, toplumu giderek çürütmekte. Bu çürümenin kokuşması her yanda.

         Toplumun ezici çoğunluğu bir somun ekmeği nasıl eve götüreceğini düşünürken bir küçük azınlık haksızca, toplumun iliğini sömürerek elde ettiği kazancıyla tinsel bir çürümenin öznesi olmakta.

         Bodrum gecelerinden tütmekte çürümenin kokusu. Kendini aydın sanan kimileri, halktan uzaklaşmak ve ayrıcalıklı kişi olduğunu kanıtlamak için yalıtılmış bir kent yaratmışlar uslarınca.  Kendilerini kimden mi yalıtmaktalar? Kimden olacak? Halktan… Doğu Karadenizliler: “Kestane çıkmış, kumuşunu (Kestanenin dikenli dış kabuğu) beğenmemiş.” derler. Oysa kestane, o dikenli kabuğu olmasaydı var olamazdı. Onu olgunlaşıncaya dek koruyan beğenmediği o kabuk. Bizim bazı aydınlarımız da böyle... İçinden çıktıkları halkı beğenmemekteler. Halksız aydın olur mu? Halk olmasa senin aydınlığın ne işe yarayacak?

         Balık denizden çıkınca yaşayamaz ölür. Sonrasında da çürümeye başlar. Çürüdükçe de kokuşur. Sözde aydın da balık gibi. Onun denizi halk… Halktan koptu mu çürür kendisi fark etmeden. Bir süre sonra da kokuşur. Kokusu ise halkın midesini bulandırır. 

        Halikarnas Balıkçısı’nın anlattığı sünger avcıları nerede? “Aganta, burina, burinata” diyen Bodrum’un gözü pek denizcileri bir masal kahramanı mıydı? Mavi Anadolucuların hayranlıkla anlattıkları koyların yeşili, mavisi kuş olup uçtu mu?

                                                                                Adil Hacıömeroğlu

                                                                                12 Ağustos 2023

        

        

        

 

3 yorum:

  1. Kültürsüz bir kalkınma eğitimsiz bir zengin topluluğuna, eğitimsiz bir zenginleşme de çürümeye yol açtı. Şimdi artık kokusu her yanda duyulmakta....Türkiye para veya siyasi güce sahip irili ufaklı rant çetelerinin ülkesi oldu. Ne kimsesizlerin kimsesidir, ne de halkın Cumhuriyeti'dir bu ülke.

    YanıtlaSil
  2. Sosyal ağlar çıktığından beri, özenti dolu hayatımızı yaşamaya devam ediyoruz. Paylaşım yapmazsak bizi hakir görürler korkusu, "akım" adı altındaki şuursuz hareketleri tekrarlamazsak bizi dislarlar korkusu hâkim. ABD veya Avrupa'da kendi kültürüne göre yaşayan insanları taklit ederken, her şeyde aşırıya kaçma duygumuza yenik düştük.
    Kalemine sağlık Adil Amca

    YanıtlaSil
  3. Yıllar önce Gümbet, Bodrum da bulunmuştum. Bir akrabamla rastlastik. O mekanların içinde ne oluyor diye merak ediyordu ama damsız olduğu için içeri giremiyip camlarda dans ettiğini sanan dişilere bakanlardan biriydi sadece. Dur dedim seni bunların en meşhur olanının içine sokacağım... Ertesi gün bir yat gezisinde 2 Hollandali genç çocukla tanıştık ve o mekandan bahsettim. Ve oraya damsız kendilerini ve bizi sokabilcekleri üzerine iddalaştik. Ve o akşam mekanın içini de gördük. Yan masamıza 5-6 ingiliz genç kızlardan oluşan grup vardı. Mekanın sahibiymiş gibi takılan 2 kişi onlarla dans etmek için çok ısrar ettiler... Kızlar daha fazla dayanamayıp, içeceklerin bile bitiremeden mekanı terk ettiler. Daha sonra o kizlardan biri ile karsilastigimda bizim erkek arkadaşlarımız vardı. Onlar bizi yanlış anladı sanırım dedi. Yani memleketin hali turist cephesinden de böyle maalesef...

    YanıtlaSil