23 Temmuz 2023 günü, Çavdarhisar gezimiz, çok sıcak bir anda
olmasına karşın yorulduk sayılmaz. Arabamızı, Ulu Cami’nin yakınında eğledikten
sonra Cami’nin hemen karşısındaki bol gölgelikli çay bahçesinde birer çay
içtik. Sonrasında, Ulu Cami’yi gezmek için kalktık.
Cami, Yıldırım Beyazıt döneminde yapılmış. Yapımına 1381-84
yılları arasında başlanmış, 1401’de tamamlanmış. Kütahya’nın en büyük ve güzel
camisi sayılabilir gördüğümüz kadarıyla. Cami’nin iç kısmındaki büyük sütunlar,
Aizanoi Antik Kentinden getirilmiş. Böylesi durumlara, Anadolu’da birçok yerde
rastlamaktayız. Hatta bazı evlerin yapımında, tarihsel yapıtlardan sökülen
taşların sütunların kullanıldığında tanıklık ettik.
Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos seferi sırasında Mimar Sinan
tarafından onarılmış. II. Abdülhamit döneminde geniş çaplı bir onarım yapılarak
camiye bir de kubbe eklenmiş. Ulu Cami’nin kubbesiz biçimini gözünüzün önüne
getirdiğinizde Selçuklu camilerini andırmakta. Cami’nin yapımına başlandığı
1381 tarihi, Yıldırım Beyazıt’ın Germiyanoğlu Beyi Süleyman Şah’ın kızı Devlet
Sultan’la evlendiği tarih. Kütahya damadı olan Yıldırım, bu nedenle kente,
güzel bir yapıtın da temelini atmış oluyor.
İkinci uğrak noktamız, Arkeoloji Müzesi oldu. Müze, 1314
yılında Germiyan Beyi Umur Bin Savcı tarafından yaptırılmış bir medresede
bulunmakta. Burası Vacidiye Medresesi diye de anılmakta. Müze’ye girildiğinde
taş yapının serinliği duyumsanmakta. Bu nedenle de yaz sıcağında bir kaçış
noktası olabilir. Paleolitik, Kalkolitik, Eski Tunç, Hitit, Frig, Helenistik,
Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait yapıtlar sergilenmekte. Bu
nedenle gezerken bir tarih yolculuğu yapılmakta. Burada sergilenen en önemli
yapıtlardan biri, Amazonlar Lahdi… Çavdarhisar-Aizanoi’de yapılan kazılarda
bulunmuş bu lahit. Müze, 1965’ten beri gezilmekte.
Üçüncü durağımız, Macar Evi oldu. 18. Yüzyıl Türk
mimarisinin güzel bir örneği. Aslında buraya Türk Evi demek daha doğru. Ancak
halk arasındaki adı, Macar Evi. Çünkü burayı, 19. Yüzyılda, elli altı kişilik
Macar mülteci ile ülkemize sığınmış Lajos Kossuth (1802-1894) yaptırmış.
Kendisi, 1850-51 yılları arasında Kütahya’da konuk olmuş. Macaristan Anayasa
Tasarısını da bu evde yazmış Sayın Kossuth. Bahçe içinde iki katlı, yedi odalı,
ahşap bir ev.
Macar Evi’nden çıkıp tarih kokan sokaklardan aşağıya doğru
yürüdük. Karşımıza, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde sözü edilen eski bir
hamamım (Şengül) içindeki Jeoloji Müzesi çıktı. Zaten gitmeden önce adını
işitince şaşırmıştık ve görmeye karar vermiştik. Hem tarihsel yapıyı hem de
Müze’yi gezdik. Müze’nin kurucusu, Kütahya Belediyesi... Dünyada bulunan doksan
tür madenin elli yedisi Türkiye’de, bunun otuz beşi de Kütahya il sınırları
içinde bulunmakta. Ülkemizdeki borun yarısı, bu ilimizin topraklarında. Müze,
bu nedenle çok varsıl… Yüksekten atıp tutan belediye başkanlarının, anlı şanlı
üniversite yönetimlerinin örnek alması gereken bir yer burası. Özellikle de büyük
bir bölümü deprem bölgesi olan ülkemizde, halkın yerbilimleri konusunda
bilinçlenmesi açısından bu tür müzelere gereksinim var.
Jeoloji Müzesi’nin yanındaki Şengül Camisi’ni gezdik. On
altıncı yüzyılda yapıldığı düşünülmekte. Çünkü Cami’nin kitabesi yok! Gezilip görülmesi
gereken önemli bir tarihsel yapıt.
Jeoloji Müzesi’nden çıkıp yürüyerek Çini Müzesi’ne gittik.
Kütahya, Türk çiniciliğinin merkezlerinden. Müze’deki yapıtların çoğu,
Kütahyalı çini üreticileri ve koleksiyoncularca bağışlanmış. Bu durum,
yurttaşlarımızın ülkeleri söz konusu olduğunda kendi çıkarlarını hiçe sayması
açısından ilgi çekici bir örnek. Çini Müzesi, Kütahya’nın kimlik kartı adeta.
Çok yürüdük. Hiçbir şey yemedik. Dilimiz damağımız kurudu.
Bir de güneş, tam tepedeyken dolaştık. Bol bol su içip terledik. Ulu Cami’nin
karşısındaki çay bahçesine oturduk. Önce çay, sonrasında tost ısmarladık
kendimize. Gölgenin serinliğinde soluklandık. Çaylarımız, sürekli tazelendi.
Yan masamızda oturan Ahmet Mete Bey’le tanıştık. Kütahya’yı bilen biri. Ne yazık
ki kentlerimizde yaşayan birçok kişi, yaşadığı yerde bulunan tarihsel,
kültürel, doğal değerlerin farkında değil. Çoğu kişi, burnunun dibindeki güzelliğin
farkında bile değil. Ahmet Bey, bize Germiyan Caddesi’ni gezmemizi önerdi. Yolu
tarif etti. Biz de “Bu kadar dinlenmek yeter!” deyip kalktık çay bahçesinden.
Tuttuk Germiyan Caddesi’nin yolunu.
Germiyan Caddesi, tamamen tarihsel yapılardan oluşmakta. Bu
yapıların çoğu, onarıldığı için bakımlı. Evlerin mimari özelliği, ülkemizdeki
birçok yerde gördüklerimize benzemekte. Yapılar ahşap… Tarihsel konakları gez
gez bitmiyor, hepsi birbirinden güzel. Bazılarının içinde işyerleri var.
Tarihsel yapıların korunması için evlerin içinde yaşam olması gerek. Terk
edilmiş, kimsenin uğramadığı yapılar, bakımsız kaldığından zamanla çürüyüp
yıkılmaktalar. Kütahya, ülkemizde belki de bu tür tarihsel yapıların en çok
bulunduğu kentimiz. Ancak kent dışından yerli ve yabancı gezginler az. Bunun da
nedeni, bu tarihsel varsıllığın yeteri kadar tanıtılmamasında yatmakta.
Germiyan Caddesi’ndeki aşevlerinde yemek yemeyi istedik.
Ancak kaleyi gezeceğiz. Ününü işittiğimiz döner aşevinde akşam yemeğini yemeyi
kararlaştırmıştık sabahleyin.
Germiyan Caddesi’nden çıkıp çarşı içinden yürüyerek
arabamızın yanına gelirken kaldırımdaki el arabasında taze nohut satan birini
gördüm. Nohutlar, saplarıyla yolunmuş. Bir bağı, on lira. İşte, benim
çocukluğum... Çocukluğumda annemin doğup büyüdüğü İsabey Kasabasına
gittiğimizde yerdik taze nohutları. Bir bağ aldım. Yemeye başladım. Atacan ve eşime
da verdim. Eşimin hoşuna gitti. Ancak Atacan pek sevmedi. Nohutları yiye yiye
yürüdük arabaya. Hatta bitiremedik hepsini, bir kısmını İstanbul’a dek
getirdik.
Nasıl olsa elimde çocukluğumun lezzeti var. Artık
yürüyebiliriz.
Adil
Hacıömeroğlu
20
Ağustos 2032
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder