22 Temmuz Cumartesi…. Güne, güzel başladık. Yiyip içtik,
deyip güldük. Havuza girildi bolca. Havuza en az girenlerdenim. Yüksek Fırınlar-Fakir
Baykurt bitti. Güzel bir kitap... Attila İlhan’ın O Karanlıkta Biz kitabına başladım
bu sabah.
Akşama doğru elli bir oynadık. Çocuklar, yanımızda
kendilerince eğlenmekteler. Yemek zamanı gelince karnımızı doyurduk. Yemekte
ker iki anne de çocuklarının ne yiyip yemeyeceklerine karışmaktalar. Çocuklar,
bu duruma karşı durmaya çalışmaktalar. Kendi göbeklerini, kendileri kesmek
istemekteler. Bu konuda da haklılar… Bu durum beni de son derece rahatsız
etmekte. Böyle olursa bu çocuklar nasıl özgüven kazanacaklar?
Gönül Hanım, Can’a çok fazla karışmaya başlayınca çocuk, ayağa
kalkıp: “Sen karışkansın anne!” dedi birden ve başkaldırısını yaptı.
Çocuğun kendi başına iş yapma isteği hoşuma gitti. Asıl
hoşuma giden ise çocuğun kullandığı “karışkan” sözcüğü. İlk kez işittim. Can’ın
buluşu bu. Daha önce yazıp söylemiştim. Çocuklar çok güzel sözcük türetir, hem
de arı duru Türkçe. Sözcüğün kök anlamını iyi kavrayan çocuk, karşısına çıkan
olay, durum ya da olguyu anlatan bir sözcük bilmiyorsa kendisi sözcük üretir
gencecik beyniyle. Can da böyle yaptı. Bu sözcük, hoşuma gitti ve Can’ı
kutladım. Artık bu sözcüğü, yazılarımda kullanarak yaygınlaşmasını sağlamak da benim
görevim.
Çocuklar, sıkılınca odaya gidip telefonlarıyla oynamak
istediler. Bizim odayı seçti Atacan. Kapı kartını alıp gittiler. Bir saat sonra
Can telefon etti, Atacan fenalaştı diye. Koştuk odaya. Çocuk, ateşler içinde
yanmakta. Eşim, akşam yemeğinden önce iklimlemeyi açmış. Hem de on sekiz
derecede… Amacı odayı iyice serinletmek. Bu konuda onu önceden uyarmıştım, oda
çok soğuyor diye. Dinletemedim.
Odaya gidince Ata, hemen bana sarıldı. Ateşlendiğinde hep
böyle yapar. Onu iyileştireceğimi düşünür. Ben de onu hayal kırıklığına uğratmam.
Önce soydum çocuğu, sonrasında soğuk bir duş aldırdım. Ardından dışarı çıktık. Eşim
çocuklu bir aileden ateş düşürücü bulmuş bile. Hemen içirdik ve serin masamıza oturttum
onu. Serin demişsem, otel bahçesinin en serin masası. Yoksa öyle ferahlatıcı
bir serinlik anlaşılmasın. Ne de olsa Bodrum burası, kaynar bir kazan. Çocuğun ateşi düştü gibi. Hep yanımda
oturmakta. İki de bir alnını uzatmakta bana ateşinin düşüp düşmediğine bakayım
diye. Gece yatmadan önce bir daha şurup içirdik ona. Sabah uyanınca ateşi vardı
yine. Ancak çok yüksek değildi. Yine de bir kaşık içirdik ona şuruptan. Şurubu
kahvaltıdaki Bolulu aileye geri verdik. Çünkü kahvaltı sonrası otelden ayrılıp
yola çıkacaklardı. Üç çocukları var. Çocuk bu… Yolda ne olacağı belli olmaz.
Akşama dek her şey normaldi. Akşam yemeğinden önce ateşi
yükseldi. Yine bir aileden şurup bulduk. Ancak şişenin içinde az kalmış. Yemeğe
oturduk, çocuk birkaç lokma yiyip başını kucağıma koydu. Anlaşılacağı üzere halsizlik
var bedeninde. Otelde ne yazık ki bu durumlar için bir ecza dolabı yok! Sağlık Görevlisi
Ozan Bey, ilgilendi çocukla. Neyse olacak gibi değil bu iş. Nöbetçi eczaneyi
öğrendik. Eşimle arabamıza atladık ve Yalıkavak’ın yolunu tuttuk. Terslik olacak
ya… Yollar tıkalı. Özellikle Yalıkavak’ın içi tıklım tıklım… Güç bela gittik
eczaneye ve bir ateş dürücü şurupla bir de ısıölçer alıp geri döndük. Bu süre
içinde Canlardan birkaç kez telefon geldi. Sağlık görevlisi, Atacan’ın ateşini
düşürmek için serum bağlamak istemiş birkaç kez. Çocuk: “Annem, babam olmadan
bir şey yaptırmam.” diyerek kabul etmemiş. Oradakiler ısrar etmişler, ama
nafile…
Geri döndüğümüzde Ata’nın başında toplanmış bir kalabalık vardı.
Çocuk, bizi görünce canlandı. Hemen şurup içirdik, ısıölçerle ateşine baktık. Benden
çay istedi getirdim. Oradakilerin hepsi, çocuğun biz olmadan serumu
reddetmesindeki iradesini, kararlılığını konuşmakta.
Atacan’a: “Niye kabul etmedin serum takılmasını? Bak, Canlar
da yanındaydı.” diye sordum. O: “Ben, henüz çocuğum. Böyle şeylere kendim karar
veremem. Sizin sorumluluğunuzda böyle kararlar.” diyerek yanıtladı beni. Bu tavrını
beğendiğimi söyleyebilirim.
Gece birkaç kez daha içirdik şuruptan. Gece boyunca belli aralıklarla
kontrol ettim elimle ateşini. Arada ısıölçeri koydum koltuk altına. Bunları
yaparken eşimi uyandırmamaya özen gösterdiysem de o arada uyandı yine de. Çünkü
ertesi gün yola çıkacağız. Arabayı o kullanacak, dinlenmeli.
Sabah uyandığımızda durum normale döndü. Olabildiğince geç uyandırdık
onu. Kahvaltı için ben çıktım ve yeterince kahvaltılık aldım. Çünkü aşevi
kapanmak üzereydi. Onlar gelince çayları doldurdum. Çocuk gülümsemeye başladı.
Bize takılıp şakalar yapınca “Tamam!” dedim, atlattı bu fırtınayı. Annesi,
zorlamadı onu yesin diye. O istediği kadar yedi. Bolca çay içti.
Kahvaltıdan sonra havuza girip yüzdü. Ardından duş alıp
rahatladı. Biz de eşyalarımızı toplamak için odamıza gittik. Yükçelerimizi,
arabanın yüklüğüne yerleştirdim. Araba yine sıkış tıkış... Yüklüğe sığmayan
birkaç torbayı, arka koltuğa Atacan’ın oturacağı yerin yanına koydum, özellikle
azıklarımızı. Artık rahatça çay içebiliriz. Yola çıkma hazırlığımız tamam.
Adil
Hacıömeroğlu
13
Ağustos 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder