SATRANÇ (Dinlence Yazıları-12)


           19 Temmuz Çarşamba sabahı uyanıp kalktığımda, gözümün çevresindeki şiş ve kızarıklığın iyice dağıldığını görünce sevindim. Yine merhem sürdüm. Kahvaltıdan sonra ilk kez denize girdim. Çok fazla güneşlenmedim. Ak tenli biri olarak güneşin altında fazla kalınca kızarmış pilice dönmekteyim kısa sürede. 

         Kumsalda kısa süreli güneşlenirken uzun uzun karşımızda sere serpe uzanmış İstanköy Adasını izledim elimdeki kitabı bırakarak. Ona bakarken tarihsel bir yolculuk yaptım. On İki Ada’dan biri, İstanköy. Yani Osmanlı yönetiminin Trablusgarp Savaşı sonrasında Uşi Anlaşması gereğince İtalya’ya emanet olarak bıraktığı adalardan biri.  Nasıl bir mantıktır ki Kıbrıs’ı ve On İki Ada’yı geçici olarak veriyoruz İngiltere ve İtalya’ya. Sonrasında ise elimizden uçup gidiyor bu adalar. Osmanlının siyasal ve ekonomik çöküşü döneminde oldu usun almayacağı bu anlaşmalar. Güçsüzlük, siyasal yetersizlik, emperyalistlere teslimiyetçilik ve öngörüsüzlük ülke topraklarını savunamamayı getirdi. Bunda II. Abdülhamit döneminde darbe olur kuşkusuyla Haliç’ten çıkarılmayan ve orada çürütülen donanmanın yokluğu büyük etken. Deniz gücü olmadan adaları savunup elde tutmak olanaksız.

         İstanköy, tıpkı Midilli ve Sakız gibi burnumuzun dibinde. Mavi Vatan’ımızın böğrüne bir hançer gibi saplanmış durumda. Burada Yunanistan yurttaşı üç bini aşkın Türk yaşamakta. Türk tarihinin ayak izleri var karşımdaki uzak topraklarda. Güneş kavurmakta her yanı. Deniz bir buhar kazanı… İstanköy’ün önünü buhardan bir sis tülü kaplamış durumda. Tepeleri çıplak ve kavruk…

         Birkaç akşam kıyıda dolaşıp İstanköy’ü izledim. Geceleyin ışıklar puslu… Oysa bizim kıyılarımıza uzaktan bakıldığında her yan ışıl ışıl…

         İstanköy’e düşsel bir tarih yolculuğu yaptım uzun süre. Ardından düşlerim tarihten günlük yaşama geçti. Yakıcı güneş, düşlerimi sonlandırdı. Kalktım, giyinip yürüdüm otele. Atacan, satranç takımının başında… İnternetten gördüğü bazı satranç hamleleri üzerinde çalışmakta. Beni görünce sevindi. “Otur!” dedi, oturdum. Gidip bana bir şişe su getirdi içeyim diye. Çay ya da kahveden hangisini içeceğimi sordu. “Ben alırım.” dedim. Gidip çay doldurdum kendime ve ona.

         Oturduk satrancın başına karşılıklı. İlk oyunu kazandım. Sonraki iki oyunda ise yenildim. Son zamanlarda yeniyor beni Ata.

         Oteldeki ilk günümüzden beri satranç takımı hep masada. Yemeklerde toplayıp sonrasında kendisi diziyor taşları. Arkadaşı Can’la oynuyor neredeyse her gün. Arada ona, öğretmeye çalışmakta bazı açılış ve hamleleri. Oteldeki yerli yabancı kişilerle de oynamaya başladı. Üniversiteli üç genç var. İçlerinden biri usta oyuncu. Onunla sert maçlar yapmakta. Yenildiğinde, üniversiteli gencin açılışını ve bazı hamlelerini internete taşımakta. Nerede hata yaptığını, ona karşı hangi önlemler alması gerektiğini öğrenmekte. Bu da olumlu sonuç vermekte. Anlaşılacağı üzere satranç dersi çalışmakta. Okul derslerine bu denli çalışsa keşke... Demek ki yarışma olmalı ki bu çocuk ders çalışsın.

         Öğle yemeğinden sonra eşim ve Gönül Hanım, Bodrum’a pazara gittiler giyim eşyası almak için kendilerince. Gitmemelerini söylediysem de dinlemediler. Oysa Türkiye’nin her yanına olduğu gibi Bodrum’a da giyim eşyalarının büyük çoğunluğu İstanbul’dan gelmekte. Ne gereği var dinlenceye geldiğin bir yerde pazara gitmek bu cehennemde. Kadınların ilkel çağdan beri gelen toplayıcılık alışkanlığı, bu alışveriş tutkusu. Pazarın gününü yanlış öğrenmişler. Bunca yol gittiler dolmuşla bu sıcakta. Eee, eli boş dönmek de olmaz. Onlar da gitmişken giyim mağazalarını gezdiler. Elleri kolları torbalarla dolu geldiler. Eşim: “Atacan için şunu, senin için de bunu aldım.” diyerek bu sıcak günde yaptığı yanlış işe, haklılık kazandırmaya çalışmakta. Aynı şeyleri Gönül de Cem’e söylüyor.

         Eşime, yarım ağız “Sağol!” diyorum. Susup kitabıma veriyorum kendimi. Ancak Atacan susmuyor. Annesini iyice azarlayıp paylıyor. “Sen dinlenceye alışveriş etmek için mi geldin? Bu sıcakta hangi kafayla gittin Bodrum’a? Biz, senden bir şey mi istedik de aldın? Senin önceliğin Bodrum değil, ailen; önceliklerini iyi bil!” Çocuğun frenleri patlamış durumda. Baktım susmayacak, “Gel, satranç oynayalım.” dedim. “Bak oğlum, annen zaten hatasını anladı. Baksana çok yorulup bitkin düştü. Bir de sen vurma ona! Atalarımız: ‘Eğilen baş kesilmez.’ der. Atalarımıza kulak ver ve annene yüklenme.” diyerek onu karşıma oturttum. Yine yenildim. Aynı günde iki kez yenilmek de olmuyor. Oyundan kalkıp kendini havuza attı. Birkaç saat yüzdü. Akşam yemeği olunca geldi masaya.

         Yemekten sonra Cem ve Gönül yakındaki bakkaldan iki deste iskambil kâğıdı aldılar. Geç vakte dek elli bir oynadık. Gece çorbasını içtikten sonra yataklarımıza gittik.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       11 Ağustos 2023

        

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder