BOZÜYÜK’TEN İZNİK’E (Dinlence Yazıları-25)

İnönü Şehitliğinde yaşadığımız burukluğu üstümüzden atamadık bir türlü. Yol boyunca usum hep şehitlikte. Bu topraklar, Osmanlının ilk var olduğu yer. Bir imparatorluğun kurulduğu, soluklanarak büyüyüp kök saldığı coğrafya. Koca bir çınarın küçük bir fidanken ona can suyu veren toprakları boydan boya geçmekteyiz.

Altı yüz yıl sonra aynı topraklarda “Türk ulusunun makus talihinin yenildiği” topraklar buralar. Türk’ün batı karşısında iki yüz yılı aşkın süre sürekli gerilemesinin, askeri olarak direnememesinin tersyüz edildiği yerlerdeyiz. İlk kez batılı emperyalistler, bir dirençle durduruldu. Türk ordusu, Osmanlı’nın kurulduğu topraklarda kazandı utkusunu işgalcilere karşı ve yeniden umut derdi bu topraklardan.

Hititlerin, Friglerin, Kimmerlerin, Lidyalıların, Perslerin, İskender ordularının, Bitinyalıların, Romalıların, Bizanslıların egemen olduğu; ardından Türklerin sonsuza dek yaşamakta oldukları ve olacakları tarih kokan toprakları incelemekteyim yol boyunca. Tarih boyunca bu topraklar için verilen kavgaları, boğuşmaları canlandırmaktayım kafamda.

Bozüyük’e yaklaştık. Kente uğramayı kararlaştırdık. Üstelik acıktık da. Oldum olası bu Cumhuriyet kentini sevmişimdir. Önceden köy, sonrasında bucak merkezi olan Bozüyük, 1926’da ilçe oldu. İlçe olmasıyla gelişti. Uygarlık göstergesi olan fabrika bacaları tüter oldu ilçede. Cumhuriyet’in kalkınma, gelişme, sanayileşme atılımlarının Anadolu’daki önemli merkezlerinden biri oldu. Bir toplumun kent kurması çok önemli. Kentler kurmak, uygarlığın göstergesi. Cumhuriyet; başta Ankara olmak üzere Batman, Bozüyük, Çumra, Karabük, Kırıkkale gibi küçücük yerleşim yerlerinden kentler oluşturdu. Hem de çoğu sanayi merkezi…

Bozüyük’e girdik. Öğretmenevine uğradık. Yemek yokmuş. Kent merkezine ilerledik.  Cadde üzerinde bir çibörekçi gördü eşim yakınında eğledi arabayı. Ben sevmem bu tür yitecekleri. Hem hamur hem de kızartma… Ancak eşim, çok sever bu böreği. Ben de onu kırmamak adına kabul ettim. Temiz, düzenli bir aşevi. Çalışanlar güler yüzlü ve üstleri başları pırıl pırıl. Yiyeceklerimizi söyledik. Önce eşimle Atacan ayakyoluna gidip ellerini yıkadılar. Onlar yokken yiyeceklerimiz ve ayranlarımız geldi. Yiyecekler geldiği anda eşim ve Atacan da masaya oturdular, kolları sıvayıp yemeğe başladılar. Ayakyolundan çıkıp ellerimi yıkmaya başladığım anda büyük bir farenin karşıdaki dolaba girdiğini gördüm. Masaya geldiğimde eşim, yemeğini bitirmek üzereydi. Atacan da tabağının yarısını yemiş ve doyduğunu söylemekteydi annesine. Ben, yiyemedim. Zaten sevmediğim bir yemek ve bir de fareyi görünce ne iştahım kaldı ne de açlığım. Üç çay söyleyip içtik. Hesabı ödedikten sonra kalktık. Fareyi gördüğümü aşevindekilere de söyleyemedim. Çünkü söylesem Atacan’ın ve eşimin midesi kalkacak.

Arabaya binip yola düştük. Gezimizde farklı rotalar düşünmekteyiz. Bunları yolda konuşuyoruz. Birincisi, Taraklı, Göynük ve Mudurnu’yu gezmek. Bir gece de Göynük’te konaklamak. İkinci seçenekse İznik’e gitmek… Üçüncü seçenek hiçbir yere uğramayıp doğruca İstanbul… İznik yol çatına geldiğimizde eşim, hiçbir şey demeden oraya kırıyor dümeni. Bana dönüp: “Öğretmenevini ara, kalacak yer var mı?” dedi. Ben de telefon numarasını bulup aradım öğretmenevini. Zor da olsa bir oda bulduk. Yer bulunca rahatladık.

Bursa’nın kokusu başka bir koku… İnsanı deli edip esrikleştirir. Bursa il sınırına girdikten sonra uçsuz bucaksız meyve bahçeleri başlar. Toprak; zeytin, şeftali, armut, erik, elma, üzüm ve insanın iştahını kışkırtan her türlü meyve kokar. Kamyonlar dolu gidip dolu gelmekte. Toprak, toprak değil sanki bir bereket denizi. Dağı, taşı ve ovasından bereket fışkırır. Bursa Ovasında yetişmeyen bir şey var mı acaba?

Arabamız hızlı gitmiyor. Çevreyi iyice gözlemliyoruz. Camlarımız açık olduğundan bereketin kokusunu içimize çekip dolduruyoruz. Yolculuğumuz, mutlu geçmekte.

Karnım çok aç… Açlığımı yatıştırmak için arabadaki meyve ve salatalıklardan yemekteyim. Derken İznik göründü. İvedilik göstermeden öğretmenevinin önüne gittik. Arabamızı, sokağın kıyısına eğledik. İnip yukarı çıktık. Görevliyle tanıştık. Ödememizi yapıp odamızın açkısını aldık. Sonrasında dışarı çıktık. Neredeyse akşam olmak üzere. Zamanı iyi değerlendirmeli. Daha önce İznik’e birkaç kez gitmiştik. Sevdiğimiz bir yer… Her gidişimizde bu tarihsel kenti gezme coşkumuz eksilmez, artar.

Yol, bizi I. Murat Hamamına (Halk, buraya “Meydan Hamamı” ya da “Eski Hamam” der.) götürdü. Hamamı gezdik. Önünde fotoğraflar çekindik.

Hamamı gördükten sonra geri dönüp Ayasofya Müzesini gezdik. Şu an cami olarak da kullanılmakta. Akşam namazı kılınmaktaydı. Çevresi apaydınlık. Namaz sırasında içeri girmedik. Dışarısını iyice gezip fotoğrafladık. Namaz bittikten sonra içeri girdik ve doyumsuz, eşsiz bir yapıt karşısında hayranlığımızı gizleyemedik. Yapılışı, 7.yüzyıla dek uzanmakta. Önce bazilika olarak yapılmış. Orhan Bey, 1331’de İznik’i alınca camiye çevrilmiş. Mimar Sinan tarafından onarılıp yenilenmiş. 11 Ekim 787’de Patrik Trasios yönetiminde 350 piskopos ve çok sayıda keşişin katılımıyla Yedinci Konsül burada toplandı. Bu toplantıyla hem İznik hem de Ayasofya Kilisesi adını dünyaya duyurdu. Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden biri sayılmakta kent. Ayrıca İznik, Anadolu Selçuklu Devletinin ilk başkenti.

Ayasofya gezimiz epeyce zamanımızı aldı. Esnafın çoğu kepenkleri indirmiş bile. Kilisenin bulunduğu Atatürk Caddesinden Kılıçaslan Caddesine döndük. İznik Gölü kıyısına inmek için. Yolun solunda temiz ve düzenli bir aşevi gördük. Efsane Döner… Zaten iyice acıkmışız. İçeri girdik. Güler yüzlü bir adam bizi karşıladı. Tanışıp adını öğrendim. Adı, Serdar Baki Katılmış… İstanbul’da, bir firmada insan kaynakları sorumlusu olarak çalışıyormuş. Eşi, Ayşegül Hanım da finans uzmanıymış. İki yıl önce ani bir kararla İstanbul’u da masa başı görevleri de bırakıp İznik’e yerleşme kararı vermişler kendi işlerini kurmak için. İznik’in tarihi, doğası bereketli toprakları ve gün görmüş insanları onlara kucak açmış. Kurmuşlar bu dükkânı… Karı koca arı gibi çalışmaktalar burada. Başka çalışanlar da var. Güzel bir kebapçı dükkânı. Bir aile ortamı sıcaklığında. Dükkân havadar… Yemekler leziz… Yemekten sonra epey söyleştik çay içerek. Serdar Bey, yerdeşim çıktı. Dedeleri Çaykaralıymış. Sonradan Bayburt’a yerleşmişler. Çaykara’yı da Trabzon’u da çok fazla bilmiyor. Olsun, zamanla öğrenir.

Açlığımızı giderdik. Zaman da epey geç oldu. Serdar Bey ve Ayşegül Hanım’la vedalaşıp sahile doğru yürüdük. Sahilde kısa bir tur attıktan sonra öğretmenevine döndük uyumak için. Arabamızın yüklüğünden birkaç parça eşya alıp çıktık odamıza. Sırayla duş alıp yattık yataklarımıza. Yattığımız yerden biraz televizyon izledik. Haberleri dinleyerek dünyadan da gündem de kopmamış olduk. Bir süre sonra televizyonu kapayıp uyuduk. Yarın gezilecek çok yer var, dinlenmek gerek İznik’i adımlamak için.

Adil Hacıömeroğlu

24 Ağustos 2023

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder