25 Temmuz Salı sabahı, erkenden kalktık. İyice dinlendik
sayılır yeniden yola çıkmak için. Sıkı bir kahvaltı yaptık. Bol çay içtik
üçümüz de. Odadaki az sayıda eşyayı, sırt çantama koymuştuk zaten. Denizli’ye
veda vakti geldi. Öğretmenevinin yanındaki boş arsadaki arabamızın yanına
gittik. Zaman geçirmeden yola çıktık.
Kentin içinden yavaş gidiyoruz ki geçtiğimiz yerleri iyice
görelim diye. Afyon-Ankara yoluna çıktık. “Oduncunun gözü omçada olur.” atasözü
uyarınca eşimin gözü yol boyunca sıralanan tekstil ürünleri satan dükkânlarda.
Bu nedenle yavaş gitmekte. Akhan köprüsüne geldiğimizde bir çocukluk anım
gözümde canlandı ve eşime anlattım bunu.
İlkokuldaydım sanırım. Babamla Denizli’ye deve güreşi
izlemeye gitmiştik. Güreşler bitince İsabey otobüsüne bindik kasabamıza dönmek
üzere. Akhan’a geldiğimizde her iki yönden gelen taşıtlar durduğundan yol
kapalıydı. O zamanlar Akhan köprüsü daracıktı. Ancak iki araba karşılıklı
olarak geçebilirdi. Zaten yol da gidiş geliş çift şeritti. Hava çok sıcaktı ve
biz otobüsün içinde bunalmıştık. Öğrendiğimize göre trafik kazası olmuştu
köprünün girişinde. Üç yabancı genç gezginin bulunduğu bir kaptıkaçtı ile bir
araba çarpışmıştı kafa kafaya. Üç sarışın gezginden birinin başından kanlar
akmaktaydı. Orada toplananlardan yabancı dil bilen olmadığından gezginler,
dertlerini kimseye anlatamıyordu. Dertlerini anlatamayan gezginler, adeta
çırpınmaktaydı. Trafik polisleri yetişti. O sırada arabalardan birinden
İngilizce bilen biri indi ve gezginlerle iletişim kuruldu. Sonrasında yol açıldı
ve herkes yoluna gitti. Benim gördüğüm ilk trafik kazası olduğundan yıllardır
bugünkü gibi anımsarım bunu.
Önce bir havlucunun önünde durdu arabamız. Fabrika satış
mağazasıymış. Eşim, neredeyse tüm raflara baktı. Sonunda birkaç parça bir şey
aldı. O, raflara bakarken arada sırada beni çağırıp görüşüme başvurdu. Ben de
bir an önce yola çıkmak için hep olumlu yanıtlar verdim ona. Onu beklerken bana,
sade Türk kahvesi ısmarladı çalışanlar mağazanın önündeki çardakta. Atacan da
maden suyu içti. Kahvenin ardından iki çay içtim. Sıcak, ortalığı kavurmakta. Çalışanlarla
söyleştik. Neyse ki alışverişi bitirip ayrıldık oradan.
Yeniden yola koyulduk. Eşimin gözü mağazalarda… Afyon
yolunun 13. kilometresinde eski Böceli, yeni adı Pınarkent’teyiz. Sağda, önünde giysi sepetleri olan bir dükkânda eğledi arabayı. Anında
indi aşağıya. Biz de indik çaresizce. Mağazanın adı: GÖZTEKS-GÖZLÜKAYA TEKSTİL…
Önde güler yüzlü bir adam… Eşim, giysilere bakarken ben dükkân sahibiyle konuşmaya
başladım. Tam girişteki sepette bordo mavi renkte Trabzonspor yastıklarını fark
ettim. Baktım, diğer takımlarla ilgili hiçbir şey yok! Sordum: “Bu Trabzonspor
ilgisi nereden geliyor?” diye. “Tavaslıyım.” dedi. “Bunun ilgi, değil sevgi”
olduğunu ekledi sözüne. Sonrasında ise “Trabzonluların
mertliğini, açık sözlülüğünü severim.” dedi. “Denizli’de Trabzonspor bayrağını
dükkânına asan ilk kişiyim.” diyerek sürdürdü sözlerini. Benim Trabzonlu
olduğumu öğrenince daha çok sevindi. “Annem Çallı…” dedim. Bana ayaküstü birkaç
tane Çallılarla Tavaslılar arasında geçen fıkralar anlattı.
Halkımızın sırtı yere gelmez. En zor koşullarda bile gülmeyi
biliyor. Bu da yaşama bağlılığından gelmekte insanlarımızın. Bazı fıkraların
farklı, öznesi ve nesnesi değiştirilmiş biçimlerini dinledim yurdumun dört
bucağında. İnsanımız, konuşmayı da dinlemeyi de sevmekte. Kısacası yarenlik
etmekten mutlu olmakta. GÖZTEKS’in sahibi, Gökhan Gözlükaya… “Dün Tavas’taydım.”
deyince iyice dertlendi. “Üzme kendini! Sizi tanısaydım, arardım.” Tavas
tarihinden konuştuk bir süre.
Bazı insanlar vardır ilk kez karşılaşırsınız onunla. Öyle
bir söyleşirsiniz ki içten ve sıcak… Sanki kırk yıllık arkadaşsınız. Gözlükaya
da öyle… Zor bela ayrılıyoruz oradan. Eşim birkaç şey alıp ödemeyi yaptı.
Vedalaşırken telefonumu aldı, telefonunu verdi.
İsabaey’e uğrarsak birkaç günde çıkamayız oradan. Çünkü akrabalarım
bizi bırakmaz. Bizim de gezimiz yarım kalır. Çivril üzerinden Uşak’a yöneldik.
Beşparmak dağlarının görkemine sığınarak Çökelez’in kartal duruşuna baktım bir
süre. Sonra İsabey, gözden yitinceye dek düşlere daldım. İlk fırsatta ana
topraklarına geleceğim. Kahvesinde oturup eski dostlarla yarenlik edeceğim.
Çivril’e yaklaştıkça bir gelişmişlik ilgimi çekmekte. Köyler
düzenli, temiz… Ufak tefek atölyeler var. Çivril, çok büyüyüp gelişmiş. Bu
büyüme hormonlu yapsatçı büyümesi değil. Sanayi kuruluşları var. Çoğu tarıma
dayalı… Demek ki toprağına sahip çıkıp yatırım yapan varsıllar var burada. Bol
para kazanıp memleketine sırtını dönenler az sanırım Çivril’de. İlçe merkezi de
bakımlı ve düzenli. Demek ki bakınca bağ oluyor.
Çivril’de fazla eğleşmeden Uşak’a doğru gittik. Buğday
hasadı bitmiş. Tarlalarda saman balyaları dizi dizi. Bazı yerlerde buğdaylar
yığılmış havalanıp biraz kurusun diye. Anız dolu toprakta karnını doyurmaya
çalışan keçi ve koyun sürülerini gördükçe mutluluğum bin kat artmakta. Bir
yerde buğday varsa orada koyun da yetişir. Bu ikili Anadolu bozkırının iki
büyük bereketi.
Hani bir manken: “Çobanın oyuyla benim oyum bir olur mu?”
demişti ya… O geldi usuma birden. Dosdoğru söylemiş bu sözü, ağzına sağlık. Evet,
onlarca koyunu, keçiyi sabırla çoğaltıp yetiştiren sonrasında da kentlinin
sofrasına çeşni katan çobanın oyuyla senin oyun bir değil. Ekim ayında toprağa
buğday tohumunu ekip ılık güzü, dondurucu kışı, yağmurlu baharı sabırla geçiren
ve tarlasındaki tohumun bereketli olması için umut üstüne umut besleyen köylünün
oyuyla senin oyun bir olur mu hiç? Yaz sıcağında tırpan sallayan, saman balyası
yapan, buğdayı eleyerek çerden çöpten ayıran, sonrasında da onu, senin sofrana
getiren o kutsal ellerin oyuyla senin oyun aynı olsa haksızlık olmaz mı? Sen,
hiç düşündün mü sofrandaki en leziz pasta ve kurabiyelerin ununun nasıl
üretildiğini? Sen hiç kafa yordun mu yerle gök arasındaki uçsuz bacaksız
bozkırda, vahşi kurt sürülerinden koyunlarını kurtaran çobanın kavalındaki
yürekliliği, üretme aşkının ezgisini? Önünde çatal ve bıçağınla bin bir nazla
yediğin o bifteğin nasıl bir emekle tabağına geldiğinin farkında mısın?
Evet, çobanın oyuyla senin oyun bir olamaz. Köylünün oyuyla
senin oyun aynı değil. Üretenle üretmeyen arasındaki farkı bilmek gerek. Senin
bir oyunun olduğu yerde çobanın on oyu olmalı ki hak yerini bulsun, senin de
karnın doysun. Atatürk: “Köylü milletin
efendisidir.” sözünü boşuna mı söyledi sanıyorsunuz. Köylümüz, zamanı geldiğinde
cepheye koştu yurdunu savunmak için. Sen ne yaptın? Bu köylüler, bu çobanlar
korona salgınında bile halkımızı aç bırakmadılar. Ürettiler, ürettiler, ürettiler…
Biçerdöverler kuzeye doğru gitmekte. Demek ki Kütahya
yanlarında hasat yeni başlıyor. Güneyde işi biten biçerdöverler, gurbete
çıkmaktalar.
Sivaslı (Uşak) ilçesine girdik. Kısa bir mola verdik. Küçük
bir alışveriş yapıp bankadan para çektim. Belediye’nin karşısında, yolun
kıyısında Atatürk ve İnönü’nün birlikte anıtları var. Anıt, Tankut Öktem’in
yapıtı… Bu topraklar, işgalci Yunanlıların tepelendiği kutsal yerler. Böyle
olunca Atatürk ve Kurtuluş Savaşı anıtları daha da önem kazanmakta. Burada bir
kent alanı yok birçok kentimizde olduğu gibi! Bu, büyük eksiklik… Böyle olunca
anıt, apartmanların gölgesine kalmış gibi. Bir gün Sivaslı’ya yakışır bir kent
alanı yapılırsa çok sevinirim.
Öğleden sonra Uşak’a vardık. Çok acıktık ve sıcaktan
bunaldık. Azıcık dinlenmeye hakkımız var. Gezmek için dinlenmek gerek.
Adil Hacıömeroğlu
16
Ağustos 2023
Adil öğretmenim, Çivril’i akp yönetiminde, hani şu perinçeğin kendi partisinden fazla sevdiği akp tarafından yönetilmekte. Çivril’in çok daha zenginleri İstanbul da hatta beşi bir yerdedirler. Yazınız güzel di alkışlıyorum. Azcık ayrıntıya girivereyim demiştim de,affola
YanıtlaSilAdil hocam anılar güzeldir .Sayeniz de biz de gezip öğreniyoruz . Denizli’ de geçerken tekstil ürünlerinden , pamuklu dokuma hepimiz istifade ediyoruz.Sağolunuz.Esen kalınız👏🙏🏻🍀🌺📚Fulya Kırımoğlu
YanıtlaSil